Değerli Okuyucu, su boşluğa doğru akar. Yabani hayvanlar, korumasız tarlalara ve konutlara kolaylıkla girerler. Bilgi de bilgili toplumlardan bilgisiz toplumlara doğru akar ve kültürel hegemonyaya dönüşür. Böylelikle bilgili toplumlar cahil toplumları, diledikleri gibi yönlendirirler.
Orta Asya’nın sarp ve dağlık bölgelerinde ve özellikle Çinlilerle sürekli çatışma halinde tarih sahnesine çıkan Türk Milleti de tarihler boyu varlığını korumak için kılıcı ile kendini korumak ve özellikle hayvancılıkla geçinmek zorunda kalmıştır. Buna bağlı olarak sürekli yer değiştirdiği için, uzun yıllar taş üstüne taş koyamamış, okuma yazma gibi faaliyetlere fırsat bulamamıştır. Genel olarak Gök Tanrı’ya inanan Atalarımızın İslâm’a kitleler halinde intisabı da bu sebeplere dayanır. Gök Tanrı’ya inanmakla beraber, teşkilatlı, kitaplı ve düzenli bir dinden yoksun oldukları için son derece akla ve mantığa hitap eden, kitaplı ve kurallı bir din olan İslâm ile muhatap olunca fazlaca bir mukavemet göstermeden ve neredeyse topluca İslâm’la şereflenmiş ve böylece M. S. IX. asırda Türklerin büyük bir bölümü İslam’a intisap etmiş oldu. (1)
Kitleler halinde İslâm’a intisap eden Atalarımız, peşi sıra İslâm’ın bayraktarı olmuş ve sürekli batıya yönelerek fütuhatta bulunmuşlardır. Gelin görün ki fethettikleri yerlerdeki halklar tâ Hz. İsa ve Havarilerinden beri asırlarca tahrif edilmiş de olsa, İncil’e dayalı yazılı kaynakları ile oturmuş koyu bir din anlayışının sahibidirler. Bu bakımdan araziler fethedilmiş ancak kalpler asla fethedilememiştir. Bunun en bariz ve hazin örneği Endülüs’tür. Yaklaşık 9 asır boyunca Endülüs’e egemen olan Müslümanlardan günümüzde kimse kalmamıştır oralarda; yani geldikleri gibi gitmişlerdir. (2)
Zaten, gerek Selçuklular gerekse Osmanlılar, dini anlayışları gereği fethettikleri yerlerin ahalisini, bazı şartlara uymaları koşulu ile dinlerinde serbest kılmışlardır. Yani kimseyi Müslüman olmaya zorlamamışlardır. Bunun tek istisnası, çocukken toplanan ve Müslümanlaştırılarak kapıkulu yapılan devşirme dediğimiz askerlerdir. (3)
Dolayısıyla 1461 yılında Trabzon ve havalisini fetheden Fatih Sultan Mehmet de Allah’ın kesin emri gereği kimseyi Müslüman olmaya zorlamamış, dileyeni havrada, dileyeni kilisede, dileyeni de camide görmeye devam etmiştir. (4)
Buna rağmen, yapılan arşiv araştırmaları, Trabzon’un Fethi’nin ilk 100 yılında yani 1580’li yıllara varıncaya dek, bölgede Müslüman yöneticilerin emrinde ve yeni gelen Müslüman komşuları arasında kendilerini rahat görmeyen Hristiyan Teba’nın büyük bir bölümünün Gürcistan, Ermenistan, Kazakistan, Kırım, Beyaz Rusya ve Rusya’nın diğer bölgelerine göç ettikleri ve bölge nüfusunun beşte bire düştüğünü net olarak göstermektedir. Aynı çalışmalarda, ikinci yüzyılın sonları yani 1680’li yıllara gelindiğinde, bölgeye yerleşen veya yerleştirilen kalabalık Müslüman teba ile hem nüfus hem de köy sayılarının üçe katlandığı da açıkça görülmektedir. Yerleşimin doruğa ulaştığı 1960’lı yıllarda ise Çaykara nüfusunun 400’lerden 40. 000’lere, köy sayısının da 4’lerden 40’lara ulaştığı malumdur. (5)
Bu gerçeklerin Cumhuriyet Devri Aydınlanma Araştırmacıları tarafından belgeleri ile ve net olarak ortaya K onması, yani bölgede dini dönüşümün değil nüfus değişiminin söz konusu olduğunun kanıtlanması üzerine bu sefer de; tamam da bölgede konuşulan mahalli dili nasıl izah edeceğiz sorusu kafalara takılmaya başlamıştır.
Mahalli dil olayının anlaşılabilmesi için öncelikle şunların bilinmesi şarttır:
1) Rum kelimesi, Anadolu’dan sonra M. Ö. 64 yılında Suriye’yi fethedip Araplara komşu olan ve İtalya’nın Roma kentini başkent edinen Roma İmparatorluğu ahalisi ve yöneticilerine atfen Arapların dillerinde “0” sesinin olmayışı ve bu harfi “U” sesi ile ifade etmelerinden doğmuştur. Yani Araplar Romlar diyememiş Rumlar diyebilmişlerdir ve dolayısıyla bu deyimi tarihe mal etmişlerdir. Bu kelime Müslüman Dünya haricinde dünyanın hiçbir yerinde bilinmez ve kullanılmaz; yani Evrensel Tarihte mevcut değildir (6)
2) Bilindiği üzere Romalıların resmi dili Latincedir; ancak imparatorluğun çok büyümesi ile Doğu Roma’da Grekçe (Yunanca) de resmi dil olarak kabul edilmiştir. (7)
3) Bizim İyon Denizi’ne atfen Yunan diye adlandırdığımız komşularımızın dünyaca bilinen isimleri Grek, dilleri de Grekçedir. (8)
Şimdi gelelim Trabzon ve havalisinde yaşlılarca halen de bilinen ve benim de konuşulabildiğim mahalli dile: Bu dilin mahiyetini anlamak için de önce şunların iyi bir şekilde bilinip özümsenmesinde zaruret vardır:
1) Eski çağlarda, ulaşım ve iletişimin çok kısıtlı olması ve tarıma dayalı sabit köy hayatları dolayısıyla zaruri olarak birbirine çok yakın bölgelerde farklı diller kullanılmaktaydı. Bu durum aynı ülke ve bölgede onlarca hatta yüzlerce farklı dilin konuşulmasına yol açıyordu. “Araştırmacılara göre, tahminen günümüzden 10 bin yıl önce dünyada 6 milyon insan yaşıyordu, ama buna karşılık 3 bin farklı dil mevcuttu.” (8)
2) 2500 sene önce Erzurum üzerinden, Bayburt, Sultanmurat, Araklı, Sürmene ve Maçka yolu ile Trabzon’a inen ve oradan başlayarak bulabildiği gemilerle 12.500 civarındaki askerini Yunanistan’a göndermek için Giresun, Ordu ve Sinop’u geçerek Ereğli’ye kadar yürüyen Helenli (Yunanlı) Ksenofon, Anabasis adlı eserinde (günlüğünde) karşılaştıkları ve “barbar” diye niteleyip, işaretle ya da tercümanlarla anlaşabildiğini belirttiği kavimleri şöyle sıralar: Erzurum’da Khalbialılar, Erzurum-Bayburt güzergâhında, Taoklar, Phasisliler, Skithenailer, Bayburt’ta Gimniaslılar, Çaykara, Of, Sürmene ve Araklı’da Makronlar, Maçka ve çevresinde Kolkhisliler, Trabzon Giresun güzergahında Lakonialılar, Driloslar, Giresun-Ordu yolunda, Mosyonikler, Tibarenler, Ordu’dan sonra da Paplagonialılar. Ksenofon bu uzun yürüyüşü boyunca sadece Trapezus (Trabzon), Cerasus (Giresun), Kotyora(Ordu) ve Sinope (Sinop) sahil merkezlerinde kaleler içinde yaşayan Kolonist Helenlere rastlayıp aynı dili tercümansız konuştuklarını açık, sarih ve net bir şekilde ifade eder ve anlatır bu eserinde. (9)
3) M.Ö. 298’de Persler tarafından kurulup M.Ö. 63 yılında Romalılar tarafından yıkılan ve Pers İmparatorluğu’nun devamı sayılan Anadolu’nun Ay-yıldızlı bayrağa sahip ilk milli devleti olan ve Batılıların Karadeniz Ülkesi anlamında Pontus Devleti diye tarihe kaydettikleri Anadolu Pontus Krallığı’nın tüm Anadolu ve Kuzey Karadeniz kıyılarını hegemonyası altına aldığı ve tebasının 22 ayrı dili konuşan Anadolu halklarından oluştuğu da keza Tarihi bir gerçektir. (10)
4) Tarih boyunca Kafkasya’da binlerle ifade edilen dilin konuşulduğu ve halen de bölgede bu sayının 100’ün üzerinde olduğu da bilinmektedir. (11)
5) Halen Rize’nin bir ilçesi olan Çamlıhemşin ve çevresinde Hemşince diye bir dilin varlığının, 40.000 kadar insan tarafından konuşuluyor olmasının da konumuzun izahı açısında çok önemli ve canlı bir örnek olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. (12)
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi Eski ve Orta Çağlarda Anadolu’da ve dolayısıyla Karadeniz Bölgesi ve Trabzon İli çevresinde iletişim yetersizliği nedeniyle oluşan dar bölge dilleri mevcuttur. Bu dillerin, oluştukları uzun zaman dilimi içinde birbirlerinden kelime alış verişi yaptıkları da doğal bir vakıadır.
Bu babda benim de Çaykara bölgesinde öğrenip konuştuğum mahalli dilime herhangi bir araştırma ve inceleme yapmadan, belki de maksatlı olarak değişik isimler verilmiş ve bu dilin Grekçe veya Grekçeye bağlı bir dil olduğu söylenmiş, anlatılmış, yazılmış ve gerek bölge ve gerekse ülke halkına zımnen de olsa kabul ettirilmiştir. Doğal olarak otuz yılını o bölgede yaşamış biri olarak ben de buna inandırılmıştım; ta ki 1983 yılında Belçıka’nın Liege Vilâyeti, Vise Kazası Cheratte Kasabası’nda işçi statüsü ile yaşayan vatandaşlarımızın çocukları için Türkçe ve Türkçe Kültür Dersleri Öğretmeni olarak atanıp göreve başlayıncaya kadar. Zira benden kısa bir süre sonra çalışmakta olduğum iki okuldan biri olan EcoleCatholique’de Cheratte’e Yunanlı bir öğretmenin de benzeri görevle atandığını duymuştum. Ders bitiminde tanışıp hoş geldiniz demek için okul bahçesinde bekledim. Geldi ve bildiğim kadarı ile mahalli dilimizle konuşmaya başladım. Kadıncağız afallamış bir şekilde hiçbir şey anlamadığını ifade etti Fransızca lisanı ile. Bu sefer de afallama sırası bendeydi; şok olmuştum. Hani Yunanca ile aynıydı bildiğimiz dil… Resmen hayal kırıklığına uğramıştım… Devam eden günler, aylar ve yıllarda yaptığımız tüm denemeler başarısız olmuş ve konuşmalarımızı Fransızca olarak sürdürmüştük.
Bu olayı, her yıl temmuz ağustos aylarında tatilimi geçirdiğim köyüm Zeleka’daki arkadaşlarıma anlattığım zaman istihza ile karşılanıyor, olayı milliyetçi duygularla aktardığım sanılıyordu.
1989 yılında yurtdışı görevim sona ermiş Trabzon Merkez Öğretmenevi’ne atanmıştım. 1991 yılında Sovyetler Birliği dağılmış, sınırlar açılmış ve Kazakistan, Ermenistan, Gürcistan gibi bölge devletlerinden gelen satıcılar için Rus Pazarı diye anılan pazarlar kurulmuştu Trabzon’da. Malları çok ucuz ama iş görmeyecek derecede de kalitesizdi. . .
Bir gün Çömlekçi Mevki’inde kurulu bulunan Rus Pazarı’nda gezerken kulağıma mahalli dilimizin aynısı konuşmalar geldi; yaklaştım, dinledim, konuştuklarını net olarak anlıyordum. Bu dili nereden bildiklerini sorunca da “Bizim dedelerimiz buradan Gürcistan’a göç etmişlerdi.” cevabını aldım. Bu benim ikinci şokumdu. Yunanlı dilimi bilmiyordu ama Gürcü biliyordu.
Araştırınca gördüm ki mahalli dilimizi konuşan ve fakat Yunanlılarla anlaşamayan daha çok Karadeniz Göçmeni insan varmış dünyanın değişik ülkesinde. İşte size birkaç örnek:(13)
Yunanistan 240,695 (1928)
Rusya 97,827 (2002)
Ukrayna 91,548 (2001)
Kıbrıs 20,000
Çekya 3,500 (1974)
Gürcistan 15,166 (2002)
Kazakistan 12,703 (2010)
Özbekistan 10,453 (1999)
Ermenistan 900 (2019)
Bu insanlarla yapılıp sosyal medyaya düşen röportaj videolarını net olarak anlıyorum ama televizyonuma ayarlanmış Yunan televizyon kanallarından hiçbir şey anlamıyorum. Halen hayatta olan anneme dinletiyorum o da anlamıyor. Ama Kazakistan’daki teyzeyi ikimiz de net olarak anlıyoruz. Ha… demek ki Yunanca ayrıııııııııııııııııı TRABZONCA ayrıymış.
Günler ayları, aylar yılları kovaladı. 2006 yılında ilk doğacak olan torunumun anne babası çalıştıkları için, Trabzon’da görevli iken 35 yıllık görevime noktayı koyarak emekli oldum ve İstanbul’a yerleştim. Her emekli gibi yeni uğraş alanları aradım ve önce Osmanlıca ve daha sonra da Arapça kurslarına başlayarak günümüze kadar devam ettim. Arapçam ilerledikçe mahalli lisanımızda bir çok Arapça kelimenin olduğunu fark ettim; mesela, şurva=çorba, hubur=neşeli, baleyo=eski, vadhi=derin, kutni=pamuklu kumaş, ğorğora=çağlayan, şak=şüpheci, hutup= sorun, hark=ark, hamail=nuska, klizi=anaktar, tabuç= orman tavuğu, mahtala=karışık, buşur=müjde, haif=korku, şersa=vahşi, tsunis=dağ arası, kamis=gömlek, Zeleka=kaygan, zubun=iç gömleği, sini=sini-tepsi, şondor=pancar…. gibi
Zaten mahalli dilimizi Türkçe kelimelerle desteklemeden konuşmanın imkânsız olduğunu konuşanlar bilirler. Hatta şu anda elimde Youtube’tan alınma onlarca videosu mevcut Kazakistan’a, Ermenistan’a, Gürcistan’a… yüzlerce yıl önce göçen, bir kısmı oradan da Yunanistan’a ve Avrupa’nın diğer ülkelerine geçen Hristiyanların torunlarının konuşmalarında da bu gerçek net olarak görülmektedir. Yani sözcüklerinin çok önemli bir kısmı Türkçeden alınmış veya uyarlanmıştır. İşte birkaç örnek: Çetin, ğolay, hastasime, dakılim ba, evradinbelâm, ena çuval, doğuşevume, taparazes, askruğumevoltas, umun paşas, eliğo haşluk, eboğalefta, da dolaba, daşkembezes, do yerğanis, ta muhabbeda, zaten ebinasa, nağurtarevumeste, haber geberon, ekudureftes, arayevo, eğraşevume, me da bahçezes. efdağo banyo, epuşmanepsa, toncanavar, namelebis heyır, do kalo do fistan, erkenden neskumeste, epinen işmar, ndo zor eşide, eşaşurepsa, acap eftami hayir… gibi. . . Türkçe kelimesiz cümleleri yok gibidir.
Bu arada gerek eski gerekse yeni bölge dillerinden de kelimeler kaçınılmaz olarak alınmış; örneğin: ğalinos= ırmak (Lâzca), kada=kedi (Gürcüce) gibi…
Mahalli dilimizin alfabesi ve yazısı yoktur. Ne bir kâğıtta, ne bir kayada ne de bir ağaç ya da tahta üzerinde yazısına rastlanmamıştır.
Mahalli dilimizde sayılar: ena=1, ziyo=2, triya=3, desara=4 ve bende = 5 den ibarettir. Peki bu dili kullananlar 7 çocuğunu, 9 ineğini, 39 koyununu, 65 yük odununu, 650 lira parasını, yaşını…nasıl ifade etmişlerdir…Elbette Türkçe olarak.
Asırlarca, Trabzon, Giresun, Ordu, Samsun, Sinop sahil merkezlerindeki kalelerinde yaşayan ve bölge ticaret ve zanaatlarını elinde tutan Yunan Kolonistleri ile bir arada yaşayan gerek 1461 öncesi yerel halkları gerekse 1461 Fetih sonrası gelen Müslüman Türk nüfus bu etkin unsurlarla etkileşim halinde dillerinden de etkilenmiş ve yerel dillerine Yunancadan da bir çok kelime eklemişlerdir kuşkusuz. Diğer taraftan, 1461’den sonra kitleler halinde bölgeye yerleşen veya yerleştirilen Türklerin dili Türkçe’den de etkilenen yerel dil çok değişik bir hal almış ve günümüz şekline girmiştir.
Arapça’ya aşina olanlar bilirler, günümüz Türkçe’sinden Arapça kelimeleri çekerseniz konuşamazsınız. Bilindiği gibi 111.000 civarında kelimeden ibaret Türkçemizin 6500 kelimesi direkt Arapça’dır. Bu kelimeleri çekimleri ve türevleri ile alırsanız 50.000’i bulur. Ama Türkçe Arapça’dır, Arapça’nın değişik bir versiyonudur demiyoruz denmiyor, Türkçe deniyor, Türk Dili deniyor. (14)
Elbette bizim mahalli dilimizde de ağırlıklı olarak Helence, Grekçe yani Yunanca kelime mevcuttur ama bu dil ne Yunanca ne de Helence değildir; tıpkı Ermeniceden bir çok kelime almış olmasına rağmen Hemşince diye anılan bölgemizin bir başka dili gibi. O halde, bizlerin de Trabzon ve çevresinde kullandığımız lisanımız, Grekçe, Yunanca, Romaca, Rumca veya onların değişik bir versiyonu değil, tamamen bu havalide oluşturulan bir dildir ve adını da Tarih boyunca bölgenin merkezi konumunda ve işlevinde olan Trabzon ilinden almıştır ve adı “TRABZONCA”dır. Bunu tüm dünya böyle bilmelidir, bilecektir… Anadolu’muzun Doğu Karadeniz Bölgesi’nde asırlar boyu değişik kavmin katkıları ile oluşturulan ve 1461’den sonra Türklerin ağırlıklı olarak bölgeye yerleşmesi ile Türkçe ile yoğrulup son şeklini alan bölgesel dilin adı TABZONCA’dır.
Ahmet MUTLUOĞLU
İstanbul-Çamlıca, 21.06.2020
KAYNAKLAR:
1. https://www.akademikkaynak.com/turklerin-islamiyeti-kabulu.html
2. https://islamansiklopedisi.org.tr/endulus
3. https://acikders.ankara.edu.tr/course/view.php?id=1676
4. https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Bakara-suresi/263/256-ayet-tefsiri
5. http://caykaragundem.com/haber/caykaranin-gercekleri-5261.html
https://www.caykaragazetesi.com/caykara-haberleri/caykara-ile-ilgili-ezber-bozan-bir-yazi-26304/
6. https://tr.wikipedia.org/wiki/Suriye_(Roma_eyaleti)
https://tr.wikipedia.org/wiki/Rum
https://www.ceviriblog.com/2018/08/02/yunan-grek-hellen-ve-rum-kavram-analizleri/
7. https://tarihibilgi.org/roma/
8. https://www.ceviriblog.com/2018/08/02/yunan-grek-hellen-ve-rum-kavram-analizleri/
9. http://bianet.org/bianet/kultur/83070-dillerin-kisa-tarihcesi-ve-gunumuzdeki-durumu
Anabasis Onbinlerin Dönüşü, Ksenofon-Oğuz Yarlıgaş, Sayfa:319-402, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2011.
10. https://www.defineciyiz.org/viewtopic.php?p=43
11. https://www.memleket.com.tr/kafkasyada-118-dil-konusuluyor-1118253h.htm
12. https://onedio.com/haber/dilleri-yok-olma-tehlikesinde-olan-karadenizli-bir-halk-hemsinliler-815836
13. https://tr.wikipedia.org/wiki/Pontus_Rumlar%C4%B1
14. https://www.haber7.com/kultur/haber/249489-turkcede-hangi-dilden-kac-kelime-var
Tebrik ederim. Güzel bir yazı, ilmi bir açıklama. Üniversitelerde söz konusu bu dilleri muhafaza edebilen ve öğreten kürsülerimiz olsaydı. Selamlar