Çaykara; aklın egemen olduğu, bilginin peşinden koşulduğu ve hikmetin yaygın olduğu bir coğrafyanın adıdır. Böylesi bir servetin ve bunu oluşturan erdemli insanların yaşadığı, kimlik bulduğu bu beldede bazı yanlış bilgiler, yanılgılı kanaatler ve anlamsız yakıştırmalar da yok değildir.
Bu yazımızda kaynağını sorgulamadan konuşulan, konuşuldukça yaygınlaşan, yaygınlaştıkça inanılan bazı konuları incelemeye çalışacağız. Bunu yaparken okuyucuları düşünmeye, muhakeme etmeye ve itidale davet edeceğiz. Çünkü itidali elinden bırakmayan bireyler sağlıklı düşünür ve doğru bilgiye daha kolay ulaşır.
Üzerine gideceğimiz ve tartışmaya açacağımız konular kendi içerisinde bazı hassasiyetler taşımaktadır. Bu hassasiyetleri tartışmaya açarken cesaret kaynağım, bu yörenin bir evladı olmam ve mesleki birikimimdir. Temel amacım yanlışın üzerine gitmenin bir fazilet olduğuna dair vicdanımda oluşturduğum inancımdır.
Ahlâk, doğrunun peşinde olmayı emreder. Yanlışın da karşısına dikilmeyi!
Böylesi bir giriş yaptıktan sonra hemen hemen her Çaykaralının kenarından köşesinden bildiği ya da zaman zaman konuştuğu konuların üç tanesini tartışmaya açalım. Bunlar;
1. Çaykara’nın Mekke ile aynı meridyen üzerinde bulunup bulunmadığı,
2. Hacı Ferşad Efendi’nin Şapka Meselesiyle ilgili olarak Atatürk ile tartışmaya girip girmediği,
3. Makarios’un Çaykaralı olup olmadığı meselesi.
Bu meselelerden birincisine vereceğimiz cevap; Çaykara’nın kesinlikle Mekke ile aynı meridyen üzerinde bulunmadığıdır. Mekke’nin boylamı 40 derece 15 dakika doğu, Trabzon’un boylamı da 39 derece 43 dakika doğudur. 40 derece 15 dakika doğu boylamı Araklı üzerinden geçerek kuzey yarım küre boyunca ilerler. Biraz daha hassas ölçümler yapıldığında bu boylamın Trabzon’a biraz daha yaklaşabileceğini söyleyebiliriz.
Bunda ne var diyebilirsiniz. Ben de aynı şeyi söylüyorum. Mekke üzerinden geçen boylamın Çaykara üzerinden geçmiyor olması insanlara eyvah dedirtecek bir şey değildir. Geçiyor olması kutsallık ifade etmediği gibi, geçmiyor olması da tersini söylemez. Bu boylamın sadece Müslüman ülkelerden geçmediği, Karadeniz üzerinden kuzey kutbuna doğru uzandığını düşündüğümüzde Rusya coğrafyasında hangi şehirlerden geçtiğini de akıllarda tutmalıyız.
Uzun lafın kısası, Çaykara’nın Mekke ile aynı boylam üzerinde bulunduğu kanısına dayanılarak yarı şaka yarı ciddi oluşturulan “Belde-i Mübareke/Çaykara-yı Aziziye” tabirleri yanlıştır. Bu yanlış nitelemenin perçinleşmesine yine şaka yollu bir benzetmenin katkı yaptığını belirtmek isterim.
Çaykara’daki bazı çay ocaklarının duvarlarında şöyle bir levha asılıdır:
“Dünyada üç mübarek belde var. Bunlar: Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere, Çaykara-yı Aziziye. Prof. Dr. Hasan Özyurt, KTÜ İİBF Dekanı”.
Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde uzun yıllar hocalık ve idarecilik yapan Hasan Özyurt, Orduludur. Hasan Hoca, çevresine pozitif enerji saçan, aynı zamanda şakacı bir kişidir. Muhtemelen bu tabir, meslek hayatında çokça karşılaştığı Çaykara kökenli insanlardan dolayı bir sohbet sırasında doğaçlama şekilde yapmış olduğu bir nitelemedir.
Başka da bir şey değil.
İkinci konu, Yeşilalan Köyü’nden Hacı Ferşad Efendi’nin Şapka Meselesinden ötürü Atatürk ile tartışmaya girdiğiyle alakalıdır.
Bu konuyla ilgili vereceğimiz cevap, böyle bir diyaloğun kesinlikle gerçekleşmediği yönündedir. Böylesi bir cevap, ilim ve tasavvuf alanlarında haklı bir üne sahip olan ve bölge insanı üzerinde hayli etkisi olan Hacı Ferşad Efendi’ye bir zeval getirmeyeceği gibi, böyle bir ihtiyaç da doğurmaz.
Kanımca bu, Cumhuriyetin ilk yıllarında toplum üzerinde büyük etki yaratan, uzantıları günümüzde de devam eden “Şapka İnkılâbı” konusunda, bu tasavvuf ehlinin takipçileri ve sosyal çevresinin üretmiş olduğu bir husustur.
Bu hadise ile ilgili tespitimiz şu şekildedir: “Şapka İnkılâbı”ile ilgili olarak Hacı Ferşad Efendi (1866-1929) ile Mustafa Kemal Paşa’nın Trabzon’da iki kez görüştüğü ve tartıştığı ifadeleri Çaykara ve çevresinde bugün bile yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Bu konuyla ilgili böyle bir diyaloğun gerçekleşmiş olması ihtimal dışıdır. Çünkü Atatürk Trabzon’a üç kez gelmiştir. İlki 15-17 Eylül 1924, ikincisi 27-29 Kasım 1930 sonuncusu da 10-12 Haziran 1937 tarihlerindedir. Şapka İnkılâbı ile ilgili süreç ise 24 Ağustos 1925 tarihinde Atatürk’ün Kastamonu gezisiyle başlamış, 25 Kasım 1925’te 671 sayılı kanunun çıkartılmasıyla sonuçlanmıştır. Hacı Ferşad Efendi’nin ölüm tarihi 3 Eylül 1929 ve Atatürk’ün Trabzon’a ilk gelişi Şapka İnkılabından önce 15 Eylül 1924, ikinci gelişi de Ferşad Efendi’nin ölümünden sonra 27 Kasım 1930 olduğuna göre tarihler arasındaki uyuşmazlık böyle bir söylemi boşa çıkarmaktadır.
Atatürk’e saldırmanın dayanılmaz hafifliğine kapılmamalıyız.
Üçüncü konu ise tam bir gaflet ürünüdür. Değil ise dalalet ya da hıyanettir. Bugün bazı hemşerilerimiz, maalesef etraflıca düşünmeden, araştırmadan ve muhakemeye tabi tutmadan bir böbürlenme aracı olarak Çaykara’dan iki Cumhurbaşkanı çıkmıştır diyerek; Birinci Dünya Savaşı, İstiklâl Savaşı Gazisive Türkiye Cumhuriyeti’nin 5. Cumhurbaşkanı Ataköylü hemşerimiz Cevdet Sunay’ın yanına Türklüğün en büyük düşmanı Makarios’u koyabilmektedir. Zaman zaman bu konu özel sohbetlerde Çaykaralıları eleştirmek, incitmek ya da alt etmek için maksatlı olarak da kullanılmaktadır. İster hava atmak, isterse hicvetmek amaçlı olsun, aslı ve temeli olmayan bu ifadeyi kullanmak son derece yanlış ve sakıncalıdır.
1913 Kıbrıs/Baf doğumlu ve asıl adı Mikhail KhristodolousMouskos olan bu kişi, 1950’de Başpiskopos olup Kıbrıs Rumlarının ruhani liderliğine seçildikten sonra “Makarios III”unvanını kullanmaya başlamıştır. 64 yıllık (1913-1977) ömrünün ağırlıklı bölümünü Kıbrıs Türklüğünün aleyhinde kullanan bu isim, 1960 yılında Türk ve Rumların ortaklığında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu Cumhurbaşkanıdır. Kıbrıs’ı Yunanistan’a katmayı hedefleyen ENOSİS fikrinin yılmaz savunucusu olan bu zatın Çaykaralılıkla hiçbir ilgisi yoktur. Ne Çaykara’da doğmuş, ne de kökleri buraya dayanmaktadır. 1913 yılında köylü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Makarios, küçük yaşlarda annesinin kaza süsü verilen(!) evlerinin önündeki su kuyusuna düşüp ölmesi üzerine kilise yetimhanesine verilir ve bundan sonraki yaşamı tamamen ruhban hayatı içerisinde sürüp gitmiştir. Ta ki,siyasete girinceye kadar…
Yani hayatının hiçbir döneminde yolu Çaykara’dan geçmemiştir.
Bir cehalet söylemi olarak beliren ve milli şuur yoksunu kişilerce dillere pelesenk edilen bu konuyla ilgili olarak söyleyeceğimiz son söz fikri ve vicdanı hür olan ve milli hassasiyeti yüksek olan Çaykaralıların ortaya çıkartmış olduğu şu örnek tavırdır:
1974 yılında gerçekleştirilen “Barış Harekâtı” sonrası Kıbrıs’a göç eden Çaykaralı köylüler, yanlarında götürdükleri eşyalar arasında sembolik amaçlı “mezar taşları” da bulundurmuştur. Bunları niye taşıyorsunuz sorusu sorulduğunda verilen cevap “dedelerimiz de buradaydı!”şeklinde olmuştur. Bu zekice cevap, içerisinde hem dini hem de milli kimliği muhafaza ettiği gibi, aynı zamanda uluslararası hukukun tartışmaları içinde hâlâ yer alan bir konuya (Türkiyeli Göçmenler Meselesi) refleks oluşturma çabasını da yansıtmaktadır.
İşte gerçek Çaykaralı zekâsı, irfanı ve feraseti.
Bu irfan ve ferasetin oluşumuna ilmiyle Çaykara insanını aydınlatan Paçanlı Bilal Efendi (Ölümü 1791), Karaçamlıİsazade Hacı Salih Efendi (Ölümü 1811), Ataköylü Bakkalzade Hüseyin Sabri Efendi (Ölümü 1921), TaşörenliHudekzade Numan Vehbi Efendi (Ölümü 1922), YeşilalanlıKumkumzade Hacı Hafız Ahmet Efendi, Akdoğanlı Hacı Hasan Efendi (Yavuz) ve onların çağdaş takipçileri Prof. Dr. Bekir Topaloğlu (Taşçılar), Prof. Dr. Nasrullah Hacımüftüoğlu(Karaçam), Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz (Akdoğan), Prof. Dr. Arif Yıldırım (Yeşilalan), Prof. Dr. Mehmet Okuyan (Yukarı Kumlu) ve ismini sayamadığımız pek çok âlim katkı yapmıştır. Bu âlimlerin varlığı ve eserleri yukarıda ele alınmış konularda ve pek çok hususta yol gösterici durumdadır. Çünkü onların benimsemiş olduğu yol, akılla imanı buluşturmakta ve insanlığı karanlıktan aydınlığa çıkartmaktadır.
Eğer “Çaykara Rönesansı” nı gerçekleştirmek istiyorsak doğru bilginin, yani bilimsel olanın peşinden koşmalıyız. Başka bir ifadeyle kulaktan dolma bilgiye iltifat etmemeliyiz.Hayatın içerisinde de akılla bilgiyi bir arada tutabilmeliyiz.
Bunun yapılması durumunda başka bir şeye ihtiyaç olmasa gerek…
Prof. Dr. Hikmet Öksüz
Karadeniz Teknik Üniversitesi
Genelde Trabzon, özelde Tonya, Köprübaşı, Of ve Çaykara gibi bölgelerin büyük çoğunluğu pontos Rum asıllıdır, eski Helen kaynaklarında, genelde Karadeniz Bölgesi, özelde ise Trabzon pontos diye söylenir ve yazılır, bu bölgelerde günümüzde bile hala daha eski helence yani rumca konuşulur, mübadelede müslüman oldukları için yerlerinde kalmışlardır, mübadele etnik temelli değil din temelli olmuştur, o saydığınız mollaların tamamının ana dilleri rumcadır, devletin resmi propagandasını ve asimilasyon politikalarının yansımalarını ne yazıkki bilim camiasında da görüyoruz ama Osmanlı arşivleri, Tarihçi İlber Ortaylı, MSÜ Üniversitesi rektörü prof. Erhan Afyoncu ve tarihçi araştırmacı gazeteci Murat Bardakçı gibi uzmanlar ve yayınları bu gerçekleri tüm çıplaklığıyla yazmaktadır, özellikle bizim Çaykara yöresinde bu konularda bir eziklik vardır, bu ezikliğin bu şiddetle reddedişin nedenini toplum bilimciler ve psikiyatristler değerlendirmelidir, 21. Yüzyılda yaşıyoruz bu kafaları bırakın, körlerle sağırlar birbirini ağırlar misali yazılar yorumlar tarihi gerçekleri değiştiremez, insan aslından utanmamalıdır, bu ayıp değildir, bütün bölgenin topoğrafik yer isimleri, köy isimleri, yayla ve mezire isimleri rumcadır, bazı büyük köylerde ana dili hala daha rumcadır ama kesinlikle türküz biz öylemi hocam, yazılacak çok şey var ama şunu yazarak bitiriyorum, bilimin namusu diye bir kavram vardır, Prof. Dr.
gibi ünvanları olan kişilerin bu kavrama dikkat etmelerinin boyunlarının borcu olduğunu bilmeleri dileğiyle…!!
Saygıdeğer Hikmet Hocam yazınızı zevkle okudum. Bilgilendirmeleriniz için teşekkürler. Kaleminize elinize sağlık
Çok değerli ve saygıdeğer hocam her ne kadar Çaykarada olmasam da bir Çaykaralı olarak makalenizi okudum gerçek bilgiler ışığında bilgi sahibi oldum.çok teşekkürler yüce Mevlam yar ve yardımcınız olsun.
Sayın hocam artık yazılarınızı merakla beklemeye başladım yazılarınız ve yapılan yorumları büyük bir heyecan ve takdirle okuyorum çok önemli bir konuda yanlış bildiğini anlıyoruz dini bir Boylam la irtibalandirarak anlamlar çıkarmanın saçmaliğini ne guzel anlatmışsınız hele günümüzde herkesin siyasete odaklandığı bir zamanda selam ve saygılar
Kıymetli Hocam
Düşünmeye, sorgulamaya ve aydınlanmaya devam
Katkılarınıza teşekkürler
Takip ediyoruz Harikasınız Elinize sağlık
Sevgi saygılarımla
Fahri KUMKUMOĞLU
Sayın Hocam Son derece isabetli bir konuyu dile getirdiğiniz için tebriklerimi sunarım. Az önce yorum yaptım ve gönderdim. Bu üç konu üzerinde çok ama çok daha fazla gidilip akademik yazıların yazılması gerekir. Hacı
Ferşat’ın komşusu olarak doğdum ve büyüdüm. Prof.Dr. Arif YILDIRIM amcaoğludur. Tebrikler. Biraz önce yazdığım yorum ilan edilmezse yenisi yazacağım.
Sayın Hocam yazınızın her noktasına aynen katılıyor ve şu konularda katkı yapmak istiyorum.
1)- “Belde-i Mübareke” ifadesi Çaykara’nın dini konularda yetkin insanlar yetiştirmesi ve ilahiyat alanında görev yapan hocalarımızın yöremize manevi anlam kazandırmak için dillendirdikleri ifadelerdendir.
2)- Makarios’un Çaykara ile ilgisi olmadığı ve adının zikredilmesi Postus algısı oluşturmak için yapılan gizli kol faaliyetidir.
3)- Haci Ferşat Efendi’nin komşusu olarak büyümüş ve Prof. Dr. Arif Yıldırım’ım amcazademin oğluyum. Haci Ferşat Efendi Hoca 52 yaşlarında müderris iken izdivaya çekildi ve tasavvufa yöneldi. Bu zaman birinci dünya savaşı ve Milli mücadele yıllarıdır. Cumhuriyet ilan edilip inkılaplar yapılmaya başlandığında Padişahçı olan Hoca da inkılaplara karşı çıkar. Bu nedenle Trabzon’a ziyaret yapan M. Kemal Atatürk gelişmelere itiraz edenlerle birebir görüşür. Bu görüşmede Hacı Ferşat Efendi’ye Kütüphaneler oluşturması kaydıyla Karadeniz ve doğu bölgesi Umum Müftülüğü görevi tevdi etmek istemiştir. Rahmetlik hoca padişah yanlısı olduğu ve tasavvufa yöneldiği için kabul etmez. Bu defa “Hoca git insan yetiştir ve cumhuriyeti savunacak insan yetiştir. Senin gibi ilim sahibi insanların bize destek vermesine ihtiyacımız vardır diyerek köye gönderir.
Sayın Hocam; İlk defa bu üç yanlış konusunda böyle bir açıklama gördüm. Sizlere tebriklerimi sunarım. Akademik unvanlı hemşehrilerimizin böyle konulara el atması gerekir. Buna büyük ihtiyaç vardır.
Yöremiz ve akrabanın kökenleri konusunda on yıl yaptığım(Başbakanlık Osmanlı arşivleri dahil) araştırmalarda ATÇEKEN TÜRKMEN GRUBUNDAN “Kayı Boyu Şahtiğin oymağı”ndan olduğumuzu ortaya çıkardım. Trabzon’un fethinde askeri görevli olarak vazife yapan ve OF bölgesi askeri sorumlusu olarak o bölgeye iskan edilen SALİHPAŞA’dan töremiş olan SALHİPAŞAOĞULLARIYIZ. Soyadı kanunu çıktığında (1934) Akrabanın en büyüğü dedemdi. asla ve asla soyadının değiştirmek istemedi. Ankara soyadını değiştirmek istemeyenlerin gerekçelerini öğrenmek istemiştir. Dedem de Biz buraya SALİHPAŞA ile geldik o nedenle bu adla anılırız ve kayıtlarımız böyledir. İster ölüm ister idam verin bana vız gelir.Başka bir soyadı almam atama ihanet olur der. Ankara’dan ATATÜRK’ten) gelen cevapta; “Hacı dedenin evet dediği doğrudur. Akıncı birliklerinden geliyorlar. Bu nedenle akıncıların hızlı hareket ettikleri için “YILDIRIM” uygun düşer” diye ikna etmişler. Yöremizde bir çok konunun açıklığa kavuşması gerekir. Hala Rum olduğunu iddia eden bir çok insan var.
Sayın Hocam dile getirdiğim bu üç konu Çaykara’nın omuriliği. Bu konularda ilave bilgisi olanların katkı sunması bir görev ve beka meselemizdir. Aklınıza, kaleminize ve sözünüze sağlık olsun. Sevgi ve saygılarımı sunarım.
Ali Yıldırm-Balıkesir- 20.01.2019
Pedagog-Özel Eğitim uzmanı-Sosyolog-İlahiyatçı, Maarif Müfettişi
Değerli hocam makaleye yaptığınız katkıyla bizlerde aydınlattığınız için sizede çok teşekkür eder saygılar sunarım.Allaha emanet olun
Çaykarada çeşiti mekanlara asılı olan yazıların bir hükmü kalmamıştır. Üç yanlış düzeltilmiştir Teşekkür ediyorum Değerli hocam çalışmalarınızda kolaylıklar diliyorum.