Modern zamanlarda iç ve dış siyaset (diplomasi), bir “manipülasyon” sanatı olarak icrâ edilmektedir. Kısa yoldan siyasal ve ekonomik güç devşirmek isteyen “birileri”, kamuoyunu yanlış bilgilendirerek ve ustalıklı manevralar ile “kitleler”in olağan tutum ve davranışlarını kolaylıkla değiştirebilirler. Bunun en bilinen örneği, günümüzdeki borsa manipülasyonlarıdır.
Bundan yaklaşık 100 yıl önce Sultan Abdülhamit’in tahttan indirilmesiyle sonuçlanan olaylar zinciri, böyle bir siyasal manipülasyonun sonucudur. Tarihe “Reval Mülakatı” olarak geçen görüşme, İngiliz kralı 7. Edward ile Rus Çarı II. Nikolay arasında vuku bulmuştur. Görüşmeler her ne kadar iki ülkenin Almanya’ya karşı işbirliğini güçlendirme ekseninde cereyan etmiş olsa da, Osmanlı kamuoyuna yansıtılması manipülatif oldu. Yahudilerin kontrolündeki Avusturya basınına göre, toplantının konusu başta Balkanlar olmak üzere Osmanlı topraklarının paylaşımıydı. Haber yayıldıktan hemen sonra Abdülhamit’e karşı “hürriyet” mücadelesi veren İttihatçı subaylar, artık harekete geçmenin kaçınılmaz olduğunu düşündüler. İttihatçılara göre Reval’de olan bitene karşı Abdülhamit’in “pasif” ve “duyarsız” tavrı, zaten müstebit (diktatör) olan padişaha, bir de “vatan haini” damgası vurmaya yeterliydi. Bu anlamda 3 Temmuz’da kendisine bağlı askerlerle Makedonya dağlarına çıkan Resneli Niyazi’ye göre, Reval görüşmeleri bardağı taşıran son damlaydı. Harekete diğer İttihatçı subayların katılmasıyla birlikte isyan büyüdü ve Meşrutiyet’in ikinci kez ilan edilmesiyle sonuçlandı. Yaklaşık bir yıl sonra 31 Mart Vakasıyla Abdülhamit tahttan indirilince, iktidar büyük ölçüde “vatansever” İttihatçı subayların konrolüne geçti. Böylece “vatan haini” diktatör siyasetten saf dışı bırakılmış oldu.
Sonrası malum: İttihatçıların kontrolündeki Osmanlı 1911’de Trablusgarb’ı ve Ege adalarını, 1912’de bütün Balkanları kaybetti! Batı’nın ve Siyonist örgütlerin tezgahladığı “Reval manipülasyonu” kazandı.
Peki Enver Paşa gibi “vatanseverlikleri” tartışma götürmez yüzlerce subay, bu manipülasyona nasıl alet oldu? Örneğin şu basit soruyu bile kendilerine sormaktan imtina ettiler: Emperyalist Avrupa, topraklarını büyük güçlere peşkeş çekmeye razı bir Abdülhamit’i neden hedef tahtası haline getirmekteydi? Bu açık bir çelişki değil miydi? Benzer şekilde aynı Avrupa devletlerinin Abdülhamit’e karşı mücadele eden İttihatçı örgütlere destek vermesi, sırf bir hürriyet (demokrasi) dayanışması ile açıklanabilir miydi?
Yaklaşık yüz yıl sonra benzer soruları “Montrö Manipülasyonu” içerisindeki amirallere sormak istiyorum: Başta Yunanistan olmak üzere tüm Avrupa Birliği ülkeleri ve ABD’ye karşı Akdeniz ve Ege’de Türkiye’nin ulusal menfaatleri için bir varolma savaşı veren Tayyip Erdoğan, Montrö’yü lağvederek boğazları aynı ülkelere neden peşkeş çekmek istesin ki! Akdeniz’deki hakları konusunda bu kadar ısrarcı, gözü kara olan bir iktidar, Boğazlar’daki kazanımlardan neden vazgeçsin ki!
Bu sorulara mantıklı bir cevap verilebileceğini sanmıyorum. Çünkü “nefret”, mantığı tamamen tersyüz eder. Zaten “manipülatörler” de en çok bu tipleri sever.
Bu darbeci kafalarla böyle mücadele edilmez. Adam yaşına başına bakmadan bildiriye imza atacak bir nevi devlete posta koyacak. Adalet sistemi bazı darbecileri ileri yaşları nedeniyle ifadeye çağırmayacak.. Yoook öyle …. Bitmez bunlardaki cesaret böyle.. Tez gereği yapılmalı ki alemi ibret olmalı..