Önümüzdeki günlerde Başba
kan Erdoğan’ın Ahmet Davutoğlu ve Egemen Bağış’ı çağırıp AB konusunda bir ‘söylem birliği’ talep etmesi kimseyi şaşırtmamalı. Zira AB’den sorumlu bakan Egemen Bağış ile Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Avrupa Birliği ile ilişkilere yaklaşımları arasındaki farklılık gözden kaçmayacak boyutlarda.
Egemen Bağış İlerleme Raporu’nun açıklanmasından bir gün önce şöyle diyordu: ‘Ben Avrupalı muhataplarıma şunu söylüyorum. Sakın bizi usandıracağınızı sanmayın, biz müzakere tarihi almak için bile 45 yıl beklemiş bir ülkeyiz”
Türkiye’nin AB üyeliğine olumlu bakan iyi niyetli bir ‘muhatap’ Bağış’ın bu sözleriyle ne demek istediğini anlayacaktır. Ancak Türkiye’nin önüne Berlin–Paris duvarının örülmekte olduğu bugünlerde AB’den sorumlu bakanın bu sözleri istismara açıktır. Bu sözler Türklerin daha uzun yıllar AB’nin bekleme odası’nda tutulmasının mümkün olduğu şeklinde yorumlanabilir.
Egemen Bağış’ın Avrupa ve Batı oryantasyonunun ne kadar yüksek olduğu biliniyor. Ahmet Davutoğlu da Avrupa Birliği’ni bir ‘modernleşme projesi’ olarak hayati önemde görüyor. Bu açıdan bir uyumsuzluk söz konusu değil ancak meseleye yaklaşım biçimi ve bunun doğal sonucu olarak üslûpta ciddi farklar olduğu görülüyor. Davutoğlu’nda görebildiğimiz kadarıyla hiçbir şekilde ‘AB’nin kapısında gerekirse bir 45 yıl daha bekleriz’ yaklaşımı yok. Bu bakış açısı zaten yeni dönem Türk dış politikasının en temel esası durumundaki ‘çok kulvarlı çok boyutlu’ ilişkilere de ters.
Egemen Bağış’ın Türkiye’nin yeni dönem dış politikasının duruşu ile pek uyumlu olmayan bir sözü daha var. Aynı konuşmasında şöyle diyor:
‘Yarın ki rapora yansıyacak eksiklerimiz olmasa zaten AB üyesi olurduk’
Gerçekten mi?
AB’den sorumlu bir bakanın böyle bir cümleyi bu kadar rahat kurabilmesi doğrusu şaşırtıcı. Bu cümle şöyle kurulsa sorun yok: ‘Yarın ki rapora yansıyacak eksikleri gidermeden zaten AB üyesi olamayız’. Bu doğru olabilir. Kaldı ki, Soğuk Savaş sonrası karşı blokta yer alan pek çok ülkenin, Kopenhag Kriterleri’ni tam anlamıyla yerine getirmeden AB üyesi yapıldığı biliniyor. ‘Bu eksiklerimiz olmazsa zaten AB üyesi olurduk’ ifadesi ‘yeni Avrupa gerçekleriyle’de pek uyumlu olmayan naif bir yaklaşım.
Geçtiğimiz hafta bir kulağı Dışişleri Bakanlığı kulislerinde olan gazeteci arkadaşımız Barçın Yınanç Referans gazetesinde Davutoğlu ile Bağış arasında ‘soğuk rüzgârların estiğini’ yazmıştı. Yukarıda belirttiğimiz yaklaşım farklarına bakınca bu habere şaşmamak gerek.
Bugünlerde Almanya seçimlerinden de güç alan Sarkozy-Merkel cephesinin Türkiye’ye karşı daha ‘açık sözlü’ olmaya –siz bunu tam üyelik beklemeyin mesajının daha net verilmesi’ diye okuyabilirsiniz- hazırlandığı bir dönemde Avrupa Birliği’ne verilecek mesajlarda ‘kararlılık ve tutarlılık’ çok daha önem taşıyor.
Başbakan Erdoğan’ın önümüzdeki dönemde bu konuda bir ‘ince ayar’ yapması gerekebilir. Zira, ortada iki bakan var. Biri ‘Türkiye AB ilişkilerinin doğası artık teknik müzakereler düzlemi doğası değildir AB’nin Türkiye’nin AB’yi kıtasal güç olmaktan küresel güç olmaya çıkartacak potansiyelini görmesini bekliyoruz‘ derken diğeri ‘eksiklerimizi tamamlarsak AB üyesi oluruz, müzakere tarihi için bile 45 yıl bekledik’ diye konuşuyor. Başbakanın bu ince ayarı yapması ‘entegre dış politika’nın bir gereğidir.
Gürkan Zengin
zengingurkan@gmail.com