Son üç asırlık dönemde adından sıkça söz edilen Oflu Hocaların ünü, sadece ortaya çıktıkları Karadeniz’in şirin bir ilçesi olan Of ve yöresinde değil; tüm Anadolu’da yayılmıştır.
Oflu Hocaların halka karşı gösterdikleri yakın ilgi ve alakaları, samimi tavır ve davranışları, sempatik konuşma ve iletişim becerileri ve üstün ilmi kariyerleriyle Anadolu’nun her yöresinde kalıcı izler bırakmışlardır.
Mustafa TUNÇER*
Özet
Of-Çaykara yöresi (Solaklı Vadisi)nde yaklaşık üç asırlık bir dönemde‘Oflu Hoca’ adıyla ün salmış müderrisler, bölge insanının hatta tüm Anadolu’nun eğitiminde etkin rol oynamış kişilerdir. Ortaya çıktığı andan itibaren, Anadolu’nun her köşesinde Of’tan, Oflu Hocalardan ve Of medreselerinden bahsedilir olmuştur. 20. Asırda ünlerinin ülke sınırlarının içinde hatta dışında doruğa ulaştığı bir dönemde isim yapmış Oflu Hocalardan biri Çaykaralı (Zeleka/Taşören) Hudekzâde Numan Vehbi Efendi’dir.
İlk eğitimini babası müderris Mahmud Efendi’den ve dayısı Hacı Ali Efendi’den alan Numan Vehbi Efendi, daha sonra Zeleka medresesi müderrisi Hacı Ahmed Efendi ve Ahmed b. Mustafa Ziyauddin Gümüşhanevî’den icazet alarak tahsilini tamamladı. Erzurum/İspir, Trabzon/Of, Rize/Kendirli, İstanbul/Silivri’de müderris olarak çalışan Numan Efendi; daha sonra Priştine, Sinop ve Of Müftülüğü görevlerinde bulunmuştur. Üstün zekâ ve bilgi birikimine sahip olan Numan Efendi, kısa adıyla “Manzume-i Numaniye” diye bilinen ve daha çok Hz. İbrahim kıssalarına yer verdiği bir eser kaleme almıştır.
Anahtar Kelimeler: Of, Çaykara, Oflu Hoca, Numan Vehbi Efendi, Numaniyye.
GİRİŞ
Of-Çaykara/Solaklı vadisi Osmanlı döneminin yaklaşık son üç asrı ile Cumhuriyetin ilk yıllarında ilim-irfan merkezi olarak bağrından çıkardığı çok sayıda ilim adamı ve bürokrat ile adını Anadolu’ya hatta dünyaya duyurmuştur. 5. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay (1900-1982)’dan, ünlü tarihçi Prof. Osman Turan (1914-1978)’a; Mehmet Akif’in Safahat’ında 6 sayfa kendisinden söz ettiği ve Sultan Abdülhamid’i eleştirdiği için Erzurum’a sürgün yiyen Mandan Hoca’dan[1] “Genelleştirilmiş İzafiyet Teorisi” adlı teziyle bilim dünyasında adından söz ettiren atom bilgini Prof.Dr. Behram Kurşunoğlu (1922-2003)’na, Of ulemasının reisi sıfatıyla Atatürk’le tartışması sırasında şapka giyenlerin kâfir olacağına dair görüşlerini çekinmeden ifade eden Hacı Ferşad Efendi (1886-1929)’den[2] medreselerin kapatılıp dini tedrisatın askıya alındığı dönemde bir şekilde Atatürk’le görüşmesi neticesinde bu yasağı delip ilk Kur’an Kursunu açan Reisu’l-Kurra Mehmet Rüştü Aşıkkutlu’ya[3] kadar yetişen pek çok önemli isim hep bu topraklardan feyiz almışlardır.
Bu topraklarda yetişip ününü Bosna-Hersek’e kadar ulaştıran ilim adamlarından biri olan Hudekzâde Numan Vehbi Efendi’dir. Bu tebliğde öncelikle Oflu Hocalardan biri olması münasebetiyle ‘Oflu Hoca’ kimlik tartışması ve onların diğer hocalardan ayrılan yönlerinden söz edilecektir. Daha sonra Numan Efendi’nin hayatı, ilmî kariyeri, şöhret bulmasına yol açan meşhur fetvaları, tasavvufi kişiliği ve nazım türünde kaleme aldığı eserinden bahsedilecektir.
Oflu Hoca Kimliği
Trabzon dendiğinde ilk akla gelen ilçelerden biri Of’tur. (Bugün Of, Çaykara, Dernekpazarı ve Hayrat); Of dendiğinde de akla, meşhur medreseleri ve‘Oflu Hoca’ diye daha çok şerî ilim dallarında yetiştirdiği liyakatli ilim adamları gelir. Biraz sonra üzerinde duracağımız Hudekzâde Numan Vehbi Efendi (1860-1922), Gargar Müslim Efendi (1851-1938), Kagoşim Efendi (?), Çalekli Dursun Efendi (1883-1977), Mehmet Rüştü Aşıkkutlu (1901-1980), Hacı Hasan Efendi (1909-1982) gibi meşhur âlimler bunlardan sadece birkaçıdır.
‘Oflu Hoca’ veya ‘Of uleması’ diye namı her tarafa yayılmış olan Of ve Çaykara yöresindeki âlimler; genelde Karadeniz insanının çalışkanlığı, cesareti, zekâsı ve başarılı olma hırsı gibi özellikleri bünyesinde barındıran kişilerdir. Oflu Hocalar ilmi kapasiteleri, sempatik tavır ve davranışları, espritüel konuşma tarzlarıyla farklı kişilik yapılarını her bulundukları ortamda hissettirmişlerdir. Son yıllarda daha önce kazandıkları kariyerlerinden güç kaybetmiş olsalar da hem dini hem de sair ilmi branşlarda yetişen şahıslarla bu derin ve güçlü mirası devam ettirmektedirler. Bölge insanının ilmi alanda başarılı olmasının temelinde aslında zorlu tabiat şartlarında hayata tutunma çabası çerçevesinde ortaya koyduğu mücadeleyi ilmi sahada da sergilemiş olması yatmaktadır.
Of bölgesinin, nam-ı diğer Solaklı vadisinin ilmi seviyesi, Anadolu’nun diğer bölgelerine göre oldukça ileri seviyede olduğu tarihi kaynaklarda da ifadesini bulmaktadır. 1892 tarihli Trabzon Vilayet Salnamesi’nde[4] Of’un bu alandaki farklılığı şu şekilde ifade edilmektedir: “Of kazası ahalisi ‛ale’l-umum zeki ve fatin olup istidat ve kabiliyet-i fıtriyeleri bir derece-i farikadır. Of kazası öteden beri büyük büyük âlimlere cilvegâh-ı zuhur olmuş bir yerdir. Buranın ahalisi öteden beri tahsil-i uluma olan meyil ve rağbetlerini hala muhafaza etmekte ve bu sayede dâhili kazada mevcut medreselerde bührdar-ı feyz-i ilim ve irfan olmuş birçok ulema yetişmektedir.”[5]
Oflu Hocalar yaklaşık 18. asrın ortalarından itibaren yörede devam eden medrese eğitimini en üst seviyede canlı ve aktif bir şekilde sürdürmüş, Cumhuriyetin ilk yıllarında medrese eğitiminin askıya alınmasıyla belli bir dönem inkıtaa uğradıysa da bu geleneği 1950’li yıllara kadar devam ettirmiştir.
Of, Osmanlı döneminde Trabzon sancağına bağlı nispeten büyük bir ilçe idi. Cumhuriyet döneminde daha önce bucak veya nahiye statüsünde olan bölgelerden 1948 yılında Çaykara, 1990 yılında da Hayrat ve Dernekpazarı Of’tan ayrılarak ilçe statüsü kazandı. ‘Oflu Hocalar’ da Karadeniz’in şirin bir bölgesi olan Of-Çaykara/Solaklı vadisinin zorlu şartlarında yetişerek Anadolu’ya açılmıştır. Oflu Hocaların yetişmesinde temel yapı taşı olan kurumlar ise bölünmeden önce Of, bölündükten sonra ise Of, Çaykara, Dernekpazarı ve Hayrat ilçelerinin her köyünde birer hatta bazılarında ikişer adet bulunan medreselerdir. Oflu Hocaların yetiştiği bu çevre, okuma-yazma oranı nispeten yüksek ve mütedeyyin insanlarıyla bilinir.
Yörenin ihtida hareketine en önemli katkıyı sağlayan ve kaynaklarda Maraş’tan geldiği ifade edilen Osman Efendi (?- 1552) ve iki kardeşidir.[6] Bu nedenle yöreye gelip İslam’ı yayma faaliyeti içerisinde bulunan ve artık Oflu olan bu kişileri Of’un ilk âlimlerinden biri olarak kabul etmek yerinde olur.
Of yöresinde, ilk Oflu Hoca olarak bir diğer isim daha dillendirilmektedir. O da Bilal Efendi (?)’dir. Aynı zamanda Of’un ilk şairi olarak da bilinen Bilal Efendi’nin Paçan/Maraşlı köyünden olduğu ve 18. yüzyılın ilk yarısında yaşadığına dair kaynaklarda bilgiler mevcuttur. Onun çalışmalarından biri 1764’te basılmıştır. Hasan Umur, Of’un bir köyünde resmi imamlık ya da hatiplik yaptığına dair tartışmaları içeren bir kısım 18. yüzyıl şeriyye sicilini yeni harflere aktarmıştır.[7]
Of-Çaykara bölgesinin İslamiyet’i kabul edişinden itibaren yaklaşık yüz yıllık bir dönem zarfında ilmi faaliyetler veya ilim adamları açısından yeterli bir bilgiye sahip değiliz. Şüphesiz bu durum, söz konusu o yıllarda ilmi faaliyetlerin olmadığını göstermez. Dahası bölgenin tarihi ve kültürel birikimi göz önünde tutulduğunda elbette ilmi faaliyetlerin olmaması düşünülemez. Tarihi veriler açısından kayda geçmiş ilk ilmi faaliyetler olarak 17. yüzyıl sonlarındaki şeriyye kayıtları belge olarak gösterilebilir.
Bu ilim yöresinde o kadar Oflu Hoca namıyla ilim adamı yetişmiştir ki bunu 1867-1873 yılları arasında Trabzon’da İngiliz Konsolosluğu görevinde bulunan W.G. Palgrave’nin, “Of’taki kadar çok sayıda molla ve müftüye, Anadolu’nun hiçbir yerinde rastlanmaz”[8] ifadesi yeterli derecede anlattığı kanaatindeyiz.
‘Oflu Hoca’ların ünleri tevarüs ettikleri bu kadim ve zengin miras sayesinde o kadar artmıştır ki, herhangi bir Oflu Trabzon il sınırları dışına çıktığında artık potansiyel bir hocadır. Her bulunduğu ortamda, kendisiyle kurulan her diyalogda “Oflu Hoca” hitabıyla karşılanır veya en azından “sizde de hocalık var mı?” sorusuna muhatap olur. Yolu kazaen Ankara’nın uzun süre imamı bulunmayan köylerinden birine düşmüş olan bir Çaykaralının, yeterli ehliyete sahip olmadığını söylediği halde köylülerin; “Sen Oflu olmakla bu görevi rahatlıkla yürütürsün. Başkaca bir özelliğe sahip olman gerekmez,” yolundaki ısrarlarına dayanamayarak hocalığı kabul etmek zorunda kalmıştır.
Hocalığı bulunmayan hemşerimizin, namaz sonrasında dua ederken, bilgi yetersizliğinin açığa vurmamak için; “Ya rabbi! Bu Müslümanları Ğorğoras Cenneti’ne kavuştur!… Holaysa Cenneti’nden mahrum etme!” gibi ifadeler kullanıp Çaykara’nın eski köy isimlerini cennet ismi olarak yutturduğu halde, cemaatin durumu fark etmeyerek hep bir ağızdan “Amin!” diye mukabele etmesi komik bir hikaye örneği oluşturmuştur.[9]
‘Oflu Hoca’ diye tabir edilen ilmiye sınıfının çoğunluğunu aslında Of’un güneye bakan kısmında ve genelde Solaklı vadisinin yukarı kesiminde yer alan Çaykara yöresi âlimleri oluşturmuştur. O dönemde Çaykara, Dernekpazarı ve Hayrat Of’a bağlı köy veya bucak statüsünde olduğundan dolayı ‘Oflu Hoca’ ismi tüm bu ilçeleri kapsayan Of ilçesi için kullanılmıştır. Araştırmacı yazar Sadık Albayrak’ın Sultan Abdülhamid döneminin sonlarından Cumhuriyetin ilanına kadar geçen zaman dilimi hakkında Diyanet İşleri Başkanlığı İstanbul Müftülüğü Arşivi’nde yaptığı araştırmada, 54 Trabzonlu müderris arasında 21 Oflu âlimin 13’ünün Çaykara ilçesine bağlı köylerde doğmuş oldukları tespiti[10] bu görüşü teyit etmektedir.
Numan Efendi’nin Hayatı ve Kişiliği
Hudekzâde Numan Vehbi Efendi, 1276/1860 tarihinde Trabzon’un Of ilçesinin Çaykara nahiyesinde (daha sonra ilçe oldu) Zeleka/Taşören köyünde dünyaya geldi. Babası beldenin dersiamlarından[11] ilmiye ailesine mensup Hudekzâde Mahmut Efendi’dir.[12] Annesinin adı Hatice’dir. Birinci eşi Emine Hanım’dan Hüsnü, Saliha ve Havva adında 3, ikinci eşi[13] Gülhatun’dan Mahmut Tevfik, Zihni, Muhammed Hilmi, Hatice ve Meryem adında 5 çocuğu oldu.[14]
İlk eğitimini, Arapçanın temelini oluşturan sarf ve Nahiv derslerini babasından, kıraat ilmini yine ilmiye sınıfından olan dayısı Hacı Ali Efendi’den tahsil eden Numan Efendi, dini ilimlere ait icazetini de 1301/1883 tarihinde Zeleka Medresesi müderrisi Hacı Ahmet Efendi’den almıştır.[15] Gerek şer’i ilimler ve gerekse sanat ve edebiyat için gerekli olan dillerden Farsçayı[16] Abdurrahim Efendi’den öğrenmiştir. İyi derecede Rumca bilen Numan Efendi’nin Sırpça ve Arnavutçaya aşina olduğu daha sonraki hizmetlerinden ve görev bölgelerinden anlaşılmaktadır. Daha ileri seviyedeki eğitimi için İstanbul’a gitmiş ve orada Şeyh Ahmet b. Mustafa Ziyauddin Gümüşhanevî’den müstakil Hadis icazeti aldı. Hadis icazetini aldıktan sonra ilk görevi olan Erzurum’un İspir kazasının Yukarı Danzut Medresesi müderrisliği olmuştur. Bu medresede 4 yıl çalıştıktan sonra 1304/1886 tarihinde altı öğrencisine “Akaid-i Nesefi”den başlayarak Arapça ilimlerde icazet verdi.[17] Bu arada biraz sonra üzerinde duracağımız manzum eserini tamamlamıştır. Eseri yazdığı tarihi kendisi şöyle ifade etmektedir.
“Hüda fazl eyledi kıldım temamı
Yazıp bir ayda kıldım ihtimamı
Çü binüçyüz üçe erişti hicret
Şükür çok eyledim bu nazma gayret.[18]
Numan Efendi İspir’deki görevinden sonra memleketi olan Of’un kendi ifadesiyle en büyük medreselerinden biri olan Hundez/Güneşalan (Hayrat) medresesine müderris olarak tayin edildi. Bu medresede 200 talebe tedris halkasında bulundu ve iki defa 36 talebeye icazet verdi. Daha sonra Rize’nin Kendirli (Ğoloz) müderrisliğine atandı ve bu medresede de 15 öğrenciye icazet vermeye muvaffak oldu.[19]
Hangi tarih aralığında olduğu bilinmemekle birlikte bir dönem Bayburt’a giderek arazi satın alıp orada yerleşmiştir. Daha sonra kendisi oradan köyüne döndüğü halde bazı çocukları orada kalmıştır.[20]
1324/1908’de İstanbul’da açılan “Geçici Naiblik” imtihanına başvurarak 160 kişi arasında 7. olarak büyük başarı göstermiştir. İpek (Güney Macaristan’da Peç) Sancağı kadılığı geçici kadro ile uhdesine verilmiş ise de muvakkat kadro olduğundan bu vazifeye bilfiil başlamadı. Meşrutiyetin başlarında (1909) Silivri Müderrisliği için açılan imtihanda başarılı oldu ve bu medresede altı ay müderrislik yaptı. Bu esnada Meşihat (Şeyhülislamlık)tan Merkez Müderrisliği vazifesi tevdi edildi. O sırada yine İstanbul’da açılan müftülük imtihanında 56 müftü adayıyla yarışarak birinci oldu. Üçüncü sınıf vilayete tayini lazım gelirken açık bulunmadığından birinci sınıf Liva Priştine Sancağı (Kosova Eyalet Merkezi) Müftülüğüne 700 kuruş maaşla tayin edildi. Bu göreve atanmasından birkaç gün sonra da Priştine Naibi (Şer-i Hâkimi) yaş sınırını aştığından Şeyhülislam Musa Kazım Efendi tarafından önce altı ay, sonra da dört ay olmak üzere toplam on ay Naibliğe vekâletle görevlendirildi. Her iki vazifeyi (müftülük ve naibliği) birlikte sürdürdü.[21]
Priştine Sancak Mutasarrıfı ile Kosova Valisinin onun hakkındaki “âlim, fazıl ve Meşrutiyet-i Osmaniyye’ye hadim” şeklindeki ifadeleri onun ittihatçı-meşrutiyetçi düşüncede olduğu izlenimi vermektedir. Sultan Mehmet Reşat Kosova’ya gittiğinde Kosova sahrasında kurulan mihrap ve minberi yerleştirme ve kıbleyi tayin etme görevi ona verilmiş, iştirak eden 300 bin kişilik (3.000) cemaate Meşrutiyet hükümlerinin sıhhat ve selameti için coşturucu dualarda bulunmuştur. Padişah tarafından barış için kaleme alınan 35 maddelik talimatnameyi hazırlama komisyonu başkanlığına atanmıştır. Ayrıca Evkaf Komisyonu Reisliğine, Maarif Encümeni Eytam Komisyonu ve İslam Medreseleri İnşaat komisyonu reislikleri de uhdesine tevdi edildi.[22]
Arnavutların ihtilafına karşı birliği temin ve halkı irşat vazifesiyle iki defa görevlendirildi. Birinci defa fevkalade başarı gösterdiğinden padişah tarafından bir altın saat ve bir altın madalya ile taltif edildi. Arnavutların ikinci ihtilaflarında ise başarılı olamadı. Çünkü o sırada Balkan Savaşı çıkmıştı ve Priştine’nin istilasından birkaç gün önce İstanbul’a gelmek zorunda kaldı. İstanbul’a geldikten sonra iki ay Priştine Müftüsü namıyla maaş aldı. Aynı yıl (1328/1912-1913) Şeyhülislam Cemaleddin Efendi tarafından Sinop Müftülüğüne 500 kuruş maaşla tayin edildi. Azledilen eski müftü İbrahim Efendi’nin yeniden göreve iadesi nedeniyle Numan Efendi Haziran 1329/1914 tarihinde açığa alındı. Birinci Dünya Savaşı nedeniyle seferberlik ilan edildiğinde memleketine gelerek inzivaya çekildi. Müftülüğe tayin talebinde bulundu. Of ve çevresinin Ruslar tarafından işgali üzerine Mesudiye’ye hicret etti. 1914 yılından beri aldığı maaşına 1334/1918 tarihinden itibaren “Tahsisat-ı Fevkalade” adıyla 600 kuruş ilave edilerek maaşı 900 kuruşa ulaştı.[23] Bu göç sırasında eşkıyalar, Osmanlı Padişahının kendisine armağan ettiği madalyayı, altın saatini ve diğer mal varlığını çaldılar.[24]
Rivayetlere göre köyü Zeleka/Taşören’de muhtarlık da yapan Numan Efendi’nin bu görevi hangi tarihlerde yaptığı henüz tespit edilememiştir. Ama öyle anlaşılıyor ki Rusların 1917-1918 yıllarında Trabzon’dan çekilmesinden sonra Mesudiye’den geri döndü ve Of Müftülüğüne tayin tarihine kadar olan zaman zarfında bu vazifeyi yürütmüştür.[25]
Numan Vehbi Efendi, Bakkalzâde Hüseyin Sabri Efendi’nin vefatı üzerine 25 Kanun-i Sani 1337/1921’de Of Müftülüğüne atanmıştır. Buradaki görevinden tam bir yıl sonra 1338/1922’de vefat etmiş, köyü Zeleka/Taşören’e götürülerek defnedilmiştir.[26] En verimli olacağı yaşta ve belki de daha başka eserler yazacağı bir dönemde dar-ı bekaya göç etmiştir. Kabri doğup büyüdüğü evinin önünde sade bir türbe içerisinde olup ziyaret edilmektedir.
Görev yaptığı yerlerde halkla hep iyi iletişim kurmuş olan ve geride güzel intibalar bırakmış olan Numan Efendi, İstanbul Müftülüğüne kendi el yazısıyla sunduğu “terceme-i hal” belgesinde halktan hiçbir şikâyet almadığını ve muhakemeye tabi tutulmadığını[27] ifade etmiştir.
Numan Efendi’nin, Of müftülüğü görevi sırasında cinlerle alakalı bir macera yaşadığı rivayet edilmektedir. Torunu emekli imam Hafız Rasim Tunçer’in de dile getirdiği vaka özetle şöyledir. Kendisi bir gün en son görev yaptığı Of’tan at sırtında 30 kilometre mesafedeki köyüne (Zeleka) dönmektedir. Yolda ilerlerken at bir anda duraklar, ilerleyemez ve geri çekilir. Numan Efendi eğilip önüne bakar, yolda bir yılan boylu boyuna yatmaktadır. Yılana üç kez “yolumdan çekil” der, ancak yılan hiç kıpırdamamaktadır. Yılanı silahıyla vurur ve evine ulaşır. Aynı gün gece yarısı kapısı çalınır. Kapıda iki asker vardır. Kendisini götürmek üzere gözlerini kapamasını söylerler. O da gözlerini kapatır ve kendisini büyük bir mahkeme salonun içerisinde bulur. Salonun ortasında içinde bir adam bulunan bir tabut vardır. Yargıç, Numan Efendi’ye bir adam öldürdüğü için yargılanacağını söyler. Kendisi “Ben adam değil, bir yılan öldürdüm. Üç kez uyarmama rağmen yolumdan çekilmediği için onu öldürdüm,” der. Yargıç onu dinledikten sonra cenazeye dönüp “Ben size ikindi vaktinden sonra başka kılıklara girerek insanları korkutmayın, demedim mi? Suç senindir,” der ve Numan Efendi’ye beraatını bildirir. Onu evinden alan askerler kendisine gözlerini yummasını ve evin önüne gelince de gözlerini açmasını söylerler. Kendisini bir anda kendi evinin önünde bulur.[28]
İlmi Kişiliği
Numan Vehbi Efendi’nin çocukluğundan beri ciddi ve iyi bir eğitim almış olması, genç yaşta icazet sahibi olması ve girdiği sınavlarda hemcinsleri arasında üstün dereceler alması onun üstün zekâ ve bilgi birikimine sahip olduğunun en bariz göstergesidir. Bunda elbette hem baba hem anne tarafından ilmiye sınıfına mensup bir ailede yetişmiş olmasının önemli bir katkısı olduğu muhakkaktır. O günün şartlarında kısıtlı imkânlara sahip olan Numan Efendi’nin ileri derecede ilim tahsili için İstanbul’a gitmesi ve orada özellikle “Hadis” ilminde müstakil icazet alması ilmi kariyeri bakımından ona önemli avantajlar sağlamıştır. Zira Hadis alanında özel icazet alınması nispeten bir üstünlük olarak görülürdü. Ayrıca yetiştiği gençlik yılları itibari ile İstanbul gibi ilim merkezinde oldukça uzak bir taşralı olarak müderrislik, müftülük ve kadılık sınavlarını dereceyle geçmesi ve daha sonradan atandığı bu görevlerde üstün başarılar sergilemesi önemsenmesi gereken bir durumdur.
Ayrıca çok genç denebilecek (27) yaşta Divan Edebiyatı gibi zor bir alanda daha çok mesnevi tarz ve aruz vezniyle bir eser kaleme alması; dil açısından Türkçenin yanında Arapça ve Farsçaya da hâkimiyetini, içerik açısından da özellikle Tefsir, Hadis ve Tarih gibi ilimlerdeki liyakatini ortaya koymaktadır.
Günümüze kadar gelen anlatılara göre Numan Efendi çok zeki bir öğrencidir. Hocalarının verdiği dersleri ertesi gün ezberlemiş olarak onlara takdim etmiştir. Hatta deneme amacı ile hocası bir ara, günden güne dersini ağırlaştırmış ama sonuç değişmemiştir. Ertesi gün, yine dersini ezbere okumuştur. Hocasının sırrını sorması üzerine de, çoğu parçaları bir veya iki okuyuşta kavradığını ifade ettiği nakledilmektedir.[29] Ayrıca mesleki hayatını icrası sırasında kendisine sorulan soruları cevaplarken anında gerekli analiz ve sentezi yapabilmesi, hafızasından ilgili mesele hakkında sayfasına varıncaya kadar kaynak gösterebilmesi son derece zeki olduğunu, çok güçlü hafıza yeteneğine ve ilmi dehaya sahip olduğunu gösterir. Hizmeti süresince onun bu özelliklerine tanıklık etmiş, bizzat kaynakları incelemeden yer göstererek fetva verdiğine şahit olanlar vardır. Bu duruma bir örnek vermek gerekirse bir müddet Of Müftülüğü Şeriyye Kâtipliğinde bulunan ilk Çaykara Müftüsü Hacı Ahmet Kumkumoğlu’nun bir tespitini, yine Çaykara’nın üçüncü müftüsü Hanecizâde Hacı Yusuf Bilgin Efendi şöyle nakleder:
“Kumkumoğlu Ahmet Efendi bir sohbetimiz sırasında Hudek Numan Efendi’yi şöyle tanıtmıştı: Numan Vehbi Efendi’ye sorulan bir mesele üzerine bana cevabı yaz dedi, ben de yazdım. Çok uzun olan o fetvanın sonuna da kaynak olarak Bahr-i Raik’ten kaydını ezberden koydurdu. Tüm fetvalarını kaynak vererek ezberden yazdırırdı. Bir gün kendisine: Efendi hazretleri, hiç kitap açmadan fakat kaynak göstererek fetva yazdırıyorsunuz. Bu çok merakımı mucip oldu, deyince; şüpheleniyor musun? Aç bakalım kaynak verdiğim falan kitabı, falan sayfayı, dedi. Açtım ve gördüm ki sadece bazı kelimeler farklı mana aynı… Hatta daha da özet…”[30]
Numan Vehbi Efendi, gerek bir ilim yuvası olan Of yöresinde ve gerekse yurdun diğer bölgelerinde hocaların çözemediği zor meselelere ürettiği pratik çözümlerle, verdiği makul ve mantıklı fetvalarla da şöhret bulmuştu. Bu konuya ilişkin bir örnek şöyledir: Hiç erkek çocuğu olmayan bir baba, “Eğer bir erkek çocuğum olursa yedi karış boynuzlu bir hayvan kurban keseceğim” şeklinde gerçekleşmesi neredeyse imkânsız bir adakta bulunur. Hangi hocaya gittiyse aradığı fetvayı bulamaz. Sonunda kendisine “Karadeniz’de fetvacı büyük bir hoca var, onun yanına gidersen bu soruyu ancak o çözer” cevabını alır. O da Numan Efendi’nin yanına gelir ve bu soruyu kendisine iletir. Numan Efendi’nin “Boynuzu henüz yeni doğmuş bir çocuğun karışıyla ölç ve o hayvanı kes” şeklinde kendisine verdiği fetvadan son derece memnun kalır ve memleketine döner.[31]
İlim talebi konusunda son derece istek ve arzulu olan Numan Efendi, daha ileri seviyede fetva verme ve bilgi tahsiline yönelik sürekli hocalarını yorduğu bilinir. Öyle ki onun bu yöndeki sürekli ve ısrarlı sorularından bunalan hocası Ahmet Efendi bir keresinde dayanamayıp “Bende olan bilgi ancak bu kadardır, daha fazlası bende yok, beni daha fazla yorma” diyerek karşılık vermiştir.[32]
Numan Efendi’nin ilmi liyakati ve otoritesi o kadar yüksekti ki, bu bölgede önde gelen hocaları eleştirmekten hiç geri durmazdı. Bu yörenin ünlü hocalarından biri olan Gargar Müslim Efendi camideki bir vaazı sırasında söylediği “Sigara içmek haramdır” şeklinde verdiği fetvaya kürsüden indikten sonra Numan Efendi, “Bu fetvayı hangi kitapta buldun?” şeklinde itirazda bulunmuştur. O da çekinerek “Bunu fetva üzerine değil, takva üzerine söyledim” karşılığını vermiştir.[33]
Tasavvufî Yönü
Numan Vehbi Efendi ilim tahsili için gittiği İstanbul’da Hadis ilmi için birkaç yıl boyunca rahle-i tedrisinde bulunduğu ünlü mutasavvıf Şeyh Ahmet Ziyauddin Gümüşhanevî’den etkilenmiş olduğu kanaatini taşımaktayız. Her ne kadar vücuda getirdiği eserde bu durum pek belli olmasa da onun 1326/1908 tarihlerinde Varda (Güneyce)/Rize’de Gümüşhanevî’nin vekili Şeyh Hacı Osman Niyazi Efendi’nin Halvet/riyazetine bazı ileri gelen ulema ile birlikte iştirak etmiş olması;[34] bu halvet sırasında kaleme aldığı ve nefis tezkiyesi, mürid-mürşid ilişkisi gibi konulara değindiği 16 beyitlik Arapça kasidesi tasavvufi yönünün olduğuna işaret etmektedir. Ayrıca eserinin 163. sayfasında;
Hususan şeyhimizdir Hacı Osman
Cihanın nuru Şeyhi Hacı Osman”
diyerek bir şeyhe bağlılığını izhar etmektedir. Yine şeyhinin Rize’de oturduğunu ve etraftaki beldeleri koruduğunu ifade etmektedir:
Bilad-ı Rize’de tururdi köye
Kamu biladlara salmıştı sâye.[35]
Eseri
Numan Vehbi Efendi’nin kısaca “Numaniyye” ya da “Manzume-i Numaniyye” adıyla bilinen manzum eserinin tam adı “Manzume-i Numaniyye li Kasas-i İbrahim Aleyhisselam fi Fazlı Mekke”dir. 180 sayfa civarında, aruz vezniyle yazılmış telif bir eserdir. Matbu olan nüsha üzerinde H. 1332 tarihi mevcuttur. Bu tarihin baskı tarihi olma ihtimali yüksektir. Eserin orijinal yazma nüshasının akıbeti bilinmemektedir.
Eserin yazma bir nüshasının tanıtım yazısında tarih hariç diğer basım bilgilerine yer verilmektedir: “… Müellifi tarafından tashih kılınıp Der Saadet’te At Pazarı’nda kâin Muhammed Beg Matbaası’nda birinci defa olarak tab ve temsil kılınmıştır.”[36]
Numan Efendi’nin kitabının kaç baskı yaptığı, ne kadar basıldığı ve satıldığı bilinmemektedir. Ancak gelini Bakıye Tuncer’in (1891-1979) günümüze kadar ulaşan nakline göre; eserin basılı nüshaları satılmak üzere, Çaykara’da damadı Kaya Müslim Efendinin dükkânında muhafaza edilmekte iken 1929 Çaykara Seli vuku bulmuş ve Camii hariç Çaykara’nın tamamının sele gitmesi ile “Numaniyye”ler de sele gitmiştir. Bir daha da baskısı yapılmamıştır. Hatta yakın zamana kadar Numaniyye’nin bir nüshası bile mevcut değildi. Sadece sözlü olarak varlığından bahsedilmekteydi. Son yıllarda akrabalarının, araştırmacı yazar ve akademisyenlerin değerli gayretleri ile “Numaniyye” adeta yeniden keşfedilmiş ve Türk Edebiyatı’na kazandırılmıştır.[37]
Bu manzum eser genelde Divan Edebiyatı tarzında, mesnevi niteliğinde ve aruz ölçüsünde kaleme alınmıştır. Eser iki münacat, altı naat, yirmi beş kaside (biri Arapça), on üç şiir ve otuz iki mesnevi tarzı manzumeden oluşmakta olup içinde toplam 78 parça ve 2889 beyt yer almaktadır.
Numan Efendi eserinde “Numan”, “Numan Vehbi”, “Vehbi”, “Hudek”, “Hudekoğlu” adıyla birden çok mahlas kullanmıştır.
Bu Hudekoğlu’na Yâ Rab eyle tevfikin refik
Fâni olmazdan fenâ içre fenâ kıl ver bekâ.[38]
Numan Efendi okuyuculara tavsiyelerde bulunurken bazen de onlar için dua ve niyazda bulunmaktadır:
Hüdâ’dan gelene sabret bu zalim nefsini kahret
Getir yola anı cebret ede-gör iyiliği kat kat.[39]
Dahi her kim okursa bu kitabı
İki cihanda gösterme azabı.
İnat etmeyub ederse mehabet
Okudukça kitabım bula izzet.[40]
Eser daha çok Hz. İbrahim’in Kur’an’da anlatılan kıssalarından Ashab-ı Uhdud ve Ashab-ı Fil’den ve Mekke’nin faziletlerinden ağırlıklı olarak söz etmektedir. Eserde konular anlatılırken kaynak gösterilmemekte ancak Tefsir, Hadis ve Tarih kitaplarından faydalanılarak hazırlandığı anlaşılmaktadır. Özetle konuların manzum ifadelerle tefsiri yapılmaktadır. Bu anlamda eser manzum bir tefsir çalışması olarak görülebilir. Kendisi de zaten eserini yazarken öncelikle tefsir kaynaklarından faydalandığını ifade etmektedir:
Tefasirleri aradım kemâhî
Bulup derc eyledim bunda kemâhı[41]
Numan Efendi kıssaları manzum bir şekilde tefsir ederken çoğu yerde önce ayetin Arapça metnini vermekte sonra ise açıklamasına geçmektedir. Bunun bir örneği şöyledir:
قَالَ اللّهُ تَعَالَى: قُلْ يَا نَارُ كُونِى بَرْدًا وَسَلاَمًا عَلَى اِبْرَاهِيمَ. وَاَرَادُوا بِهِ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ اْلاَخْسَرِينَ…[42]
Bu dem hakikatinden çık dahi sen
Selameti bul İbrahim Ahsen
Hitab Cibril’e kıldı Rabb-ı Hadî
Eriş ateşe Yâ Cibril buyurdı
Hüda emrinde Cibril oldı râsıh
Açar ateşi bir nice ferasıh
Olur, bir bağ-ı Cennet ol zamanda
Öter bülbül benefşe sünbül anda….[43]
Başka bir örnek de Hz. İbrahim ile kurban edilecek oğlu arasındaki diyalogu açıklamaktadır:
قَالَ اللّهُ تَعَالَى: قَالَ يَا بُنَيَّ اِنِّى اَرَى فِى الْمَنَامِ اَنِّى اَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرَى …[44]
Ki yani ey oğul rüyada gördüm
Seni yaturuben boğazlar idim…
Bu rüyayı nice tabir edersin
Bu hususta nice sen rey edersin
Bunı dedi ki yani göre oğlun
Ki sabretmeğe var mı vüs’ı anın
Bunu işitti dedi ey Penahım
Beni zebha mı eyledi emretti İlahım
“Belâ” dedi Halil ah etti anda
Sürur kesbetti oğlu ol zamanda…[45]
Tefsir kaynaklarında Hz. İbrahim’in hangi oğlu kurban edileceğine dair kesin bir hüküm bulunmamaktadır. Kimi müfessirler kurban edilecek çocuğun Hz. İsmail, kimisi ise Hz. İshak olduğunu belirtmektedir. Numan Efendi kurbanlık çocuğun İsmail olduğunu bildirmektedir.
Çünkü ağlar gördü atasını anda İsmail
Dedi eyle tevakkuf emre eyle iktiba
Durdu bıçağını biletti o demde İbrahim
Şûle-i nâr oldu berk vurdu sevâik i’lâ…
Ağladı İsmail içün tağ u taşlar cümlesi
Cümlesi Halil’e ağlamağa kıldı iktiba.[46]
SONUÇ
Son üç asırlık dönemde adından sıkça söz edilen Oflu Hocaların ünü, sadece ortaya çıktıkları Karadeniz’in şirin bir ilçesi olan Of ve yöresinde değil; tüm Anadolu’da yayılmıştır. Oflu Hocaların halka karşı gösterdikleri yakın ilgi ve alakaları, samimi tavır ve davranışları, sempatik konuşma ve iletişim becerileri ve üstün ilmi kariyerleriyle Anadolu’nun her yöresinde kalıcı izler bırakmışlardır.
Genel karakterlerini kısaca özetlemeye çalıştığımız Oflu Hocalardan biri Hudekzâde Numan Efendi’dir. Küçük yaştan itibaren iyi bir eğitim alan Numan Efendi, girdiği sınavları ya birincilik ya da hep ön sıralarda tamamlamıştır. Sınavlarda gösterdiği üstün performansı sayesinde yurdun önemli merkezlerinde müftülük ve önde gelen medreselerinde müderrislik yaparak pek çok kişiye icazet vermiştir.
Mutasavvıf yönü de bulunan Numan Efendi, sahip olduğu güçlü mantık ve muhakeme yeteneğiyle çevrede diğer meslektaşlarının çözemediği zor meseleleri çözen hoca namıyla tanınmıştır. Kendisine arz edilen soruları çoğu kere kaynağına bakmadan, ancak ezberden kaynak göstererek cevaplamıştır.
Arapça, Farsça, Rumca ve Arnavutça gibi geniş bir dil repertuarına sahip olan Numan Efendi, ender eser yazan Oflu hocalardan biri olarak genç yaşta manzum bir eser sahibi olmuştur. Halk arasında “Numaniyye” adlıyla bilinen ve daha çok Kur’an-ı Kerim kıssalarını konu alan eserde Numan Efendi, her kıssa anlatımından sonra okuyucuya dini ve ahlaki değerlerin kazandırılması ve muhafaza edilmesine yönelik tavsiyelerde bulunmuştur. Bu eser Divan Edebiyatı tarzında ve çoğu aruz ölçüsüyle kaleme alınmış olup yaklaşık 80 parça ve 3000 beyitten oluşmuştur.
KAYNAKÇA
ALBAYRAK, Haşim, Of ve Çaykara I, Ankara: Cantekin Mat., 1986.
Oflu Hoca Kavramını Oluşturan Din Adamları, İstanbul: Sahhaflar Kitap Sarayı. 2008.
ALBAYRAK, Sadık, “1914 Yılında Trabzon Medreseleri ve Çaykara’da İlmi Hayat,” Çaykara’nın Manevi ve Kültürel Değerleri Sempozyumu I, (ss. 302-316). Trabzon: Eser Ofset, 2002.
Son Devir Osmanlı Uleması, İlmiye Ricalinin Teracim-i Ahvali, İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, 1996.
AŞIKKUTLU, Emin, “Mehmet Rüştü Aşıkkutlu,” İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi (DİA.), 1991.
ÇELİK, Ali, Trabzon Çaykara Halk Kültürü, İstanbul: Doğu Küütüphanesi, 2005.
ERTAN, M. Emin, Hudekzâde Nu’man Vehbi Efendi Manzume-i Nu’maniye li Kasas-i İbrahim (a.s.) fî Fazl-ı Mekke, Ankara: Kurtuba, 2012.
GÜNAYDIN, Mehmet, “Reisu’l-Kurra Mehmet Rüştü Aşıkkutlu’nun Kur’an Öğretimine Katkıları ve Dini Görüşleri,” KSÜ. İlah. Fak. Der., sayı:1 (ss.121-154). Kahramanmaraş 2008.
HACIMÜFTÜOĞLU, Nasrullah, “Of-Çaykara Müftüleri; Bilimsel, Kültürel ve Sosyal Aktiviteleri,” Trabzon ve Çevresi Uluslar arası Tarih-Dil-Edebiyat Sempozyumu Bildirileri, (ss. 441-486), Mayıs 2001.
İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, “Salname” mad., Ankara: MEB. yay., 1993.
MEEKER, E. Michael, İmparatorluktan Gelen Bir Ulus: Türk Modernitesi ve Doğu Karadeniz’de Osmanlı Mirası, çev.: Tutku Vardağlı, İstanbul: Bilgi Üniversitesi yay., 2005.
SARAN, Ali Kemal, Omuzumda Hemence, İstanbul: Timaş yay., 2013.
ŞEVKET, Şakir, Trabzon Tarihi, (haz.) İsmail Hacıfettahoğlu, İstanbul: Kurtuba yay., 2013.
TRABZON VİLAYETİ SALNAMESİ, 1892 tarihli, (haz.) Kudret Emiroğlu, Ankara: 1993.
TUNÇER, Rasim, 25.05.2015 tarihinde dedesi Numan Vehbi Efendi’nin hayatı ile ilgili yapılan söyleşi.
VEHBİ EFENDİ, Hudekzâde Numan, Manzume-i Numaniye li Kasas-i İbrahim (a.s.) fi Fazlı Mekke, Dersaadet: Muhammed Beg Matbaası, 1332.
Terceme-i Hal varakası, İstanbul Müftülüğü Arşivi, no 635.
YAVUZ, Y. Şevki, “Ferşad Efendi,” Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi (DİA), İstanbul: 1995.
Ahmet Mutluoğlu, http://www.zeleka.net/zelekali-sair-hudekoglu-numan-efendi.html (20.08.2015.)
* Mustafa Tunçer, Yrd.Doç.Dr., Giresun Üniversitesi İslami İlimler Fak. mustafatuncer061@hotmail.com
[1] Haşim Albayrak, Of ve Çaykara I, (Ankara:Cantekin Mat., 1986,) ss. 94-97; Oflu Hoca Kavramını Oluşturan Din Adamları, (İstanbul: Sahhaflar Kitap Sarayı, 2008,) ss. 263-265.
[2] Albayrak, H., Of ve Çaykara I, ss. 76-77; Albayrak, H., Oflu Hoca Kavramını Oluşturan Din Adamları, ss. 222-229; Y. Şevki Yavuz, “Ferşad Efendi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), XII, 413.
[3] Albayrak, H., Oflu Hoca Kavramını Oluşturan Din Adamları, ss. 281-289; Emin Aşıkkutlu, “Mehmet Rüştü Aşıkkutlu,” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), IV, 6; Mehmet Günaydın, “Reisu’l-Kurra Mehmet Rüştü Aşıkkutlu’nun Kur’an Öğretimine Katkıları ve Dini Görüşleri,” KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı:1 yıl: 2008, ss. 121-154.
[4] Genellikle geçmiş yıllara ait önemli olayları özetleyen ve ait olduğu yılın kurumları, hâl tercümeleri, gelir ve giderleri, ekonomik yapısı, eğitim-öğretimi, nüfusu, coğrafyası vb. çeşitli konularda en son durumu kısaca bildiren ve birinci elden kaynak olma özelliğini taşıyan sâlnâmeler, resmi olarak devlet, nezaret ve vilayet sâlnâmeleri olarak üç şekilde çıkarılmıştır. Devlet salnameleri ilk kez 1847 yılında çıkmış ve imparatorluğun yıkılışına kadar 68 adet yayınlanmıştır. Vilayet salnameleri arasında ilk olarak 1865’te Trabzon Vilayet Salnamesi çıkarılmıştır. (Bkz., “Salname”, İslam Ansiklopedisi, (MEB.) X, 134.
[5] Trabzon Vilayet Salnamesi (1892), (haz.) Kudret Emiroğlu, Ankara: 1993, XIV, 210.
[6] Bu konuda en eski bilgi Şakir Şevket’in “Trabzon Tarihi” adlı eserinde yer almaktadır. “Maraş ulemasından Osman Efendi namında bir zat Bayburt tarikiyle her nasılsa oraya düşerek biraz tazyik olunmuş ise de rehber-i hidayet-i ilahiye ile en muteber papazları iskat-u ilzama (susturma) muvaffak olarak ahalinin ve papazların ekserisi kabul-i din-i mübin eyledikleri mukayyeddir.” (Şakir Şevket, Trabzon Tarihi, (haz.) İsmail Hacıfettahoğlu, (İstanbul: Kurtuba yay., 2013), s. 96.)
[7] E. Michael Meeker, İmparatorluktan Gelen Bir Ulus: Türk Modernitesi ve Doğu Karadeniz’de Osmanlı Mirası, çev.: Tutku Vardağlı, (İstanbul: Bilgi Üniversitesi yay., 2005), ss. 181-182.
[8] Meeker, İmparatortluktan Gelen Bir Ulus, s. 300.
[9] Ali Kemal Saran, Omuzumda Hemence, (İstanbul: Timaş yay., 2013), s. 220-221.
[10] Sadık Albayrak, “1914 Yılında Trabzon Medreseleri ve Çaykara’da İlmi Hayat”, Çaykara’nın Manevi ve Kültürel Değerleri Sempozyumu I, (ss. 302-316), (Trabzon: Eser Ofset, 2002), ss. 303-313.
[11] Osmanlı döneminde medreselerde talebeye ders veren müderrislerin bir unvanıdır. Bir kimsenin dersiam olabilmesi için, okuması gereken ilimleri tahsil edip icazet aldıktan sonra bir heyet tarafından liyakatini ispat etmek için bir imtihan yapılırdı. Bu sınavı kazananlara (yılda 15 kişiye) bu unvan verilirdi.
[12] Numan Vehbi Efendi, Terceme-i Hal varakası, İstanbul Müftülüğü Arşivi no: 635;Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Uleması İlmiye Ricalinin Teracim-i Ahvali, (İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, 1996), IV, 156.
[13] Hatta şu anda 85 yaşındaki torunu Rasim Tuncer’in ifadesine göre Fadime adında üçüncü eşi daha vardı, ancak ondan çocuğu olmamıştır. (25 05. 2015 tarihli söyleşi.)
[14] Mehmet Emin Ertan, Hudekzâde Numan Vehbi Efendi Manzume-i Numaniye li Kasas-i İbrahim as. fi Fazlı Mekke, (Ankara: Kurtuba, 2012), s. 23.
[15] Kur’an hıfzını medreseden icazet aldıktan sonra hafızlık için geç denebilecek yaşta yapmıştır. (Rasim Tunçer, 25.05.2015 tarihli söyleşi.)
[16] Osmanlı döneminde Fransızca, İtalyanca, Rumca, Sırpça, Hırvatça, Almanca gibi batı dillerini bilenlerin ayrıcalıklı olduğu bilinmektedir. Bu bölgelerde görevlendirilmeleri, siyasi ve idari bir tercih olarak görülmüştür. (Ertan, Hudekzâde Numan Vehbi Efendi, s. 20.)
[17] Numan Vehbi Efendi, “Terceme-i Hal” Varakası, İstanbul Müftülüğü Arşivi no: 635, 1337/1921;Ayrıca bkz., Nasrullah Hacımüftüoğlu, “Of-Çaykara Müftüleri; Bilimsel, Kültürel ve Sosyal Aktiviteleri,” Trabzon ve Çevresi Uluslararası Tarih-Dil-Edebiyat Sempozyumu Bildirileri, (ss.441-486), (Trabzon: Mayıs 2001), ss.460-463; Ertan, Hudekzâde Numan Vehbi Efendi, ss. 19-23.
[18] Hudekzâde Numan Vehbi Efendi, Manzume-i Numaniye li Kasas-i İbrahim (a.s.) fi Fazlı Mekke, (Dersaadet: Muhammed Beg Matbaası, 1332), s. 160.
[19] Hacımüftüoğlu, Of-Çaykara Müftüleri, s. 460-461; Ertan, Hudekzâde Numan Vehbi Efendi, s. 20.
[20] Rasim Tunçer, 25.05.2015 tarihli söyleşi.
[21] Hacımüftüoğlu, Of-Çaykara Müftüleri, s. 461; Ertan, Hudekzâde Numan Vehbi Efendi, s. 21.
[22] Hacımüftüoğlu, Of-Çaykara Müftüleri, s. 461.
[23] Hacımüftüoğlu, Of-Çaykara Müftüleri, s. 461-462; Ertan, Hudekzâde Numan Vehbi Efendi, s. 21.
[24] Ertan, Hudekzâde Numan Vehbi Efendi, s. 22.
[25] Hacımüftüoğlu, Of-Çaykara Müftüleri, s. 462.
[26] Hacımüftüoğlu, Of-Çaykara Müftüleri, s. 463.
[27] Numan Vehbi Efendi, “Terceme-i Hal” Varakası, İstanbul Müftülüğü Arşivi no: 635, 1337/1921.
[28] Rasim Tunçer, 25.05. 2015 tarihli Söyleşi; Ayrıca bkz., Ali Çelik, Trabzon Çaykara Halk Kültürü, (İstanbul: Doğu Kütüphanesi, 2005), s. 114.
[29] Ahmet Mutluoğlu, http://www.zeleka.net/zelekali-sair-hudekoglu-numan-efendi.html.
[30] Hacımüftüoğlu, Of-Çaykara Müftüleri, s. 462.
[31] Rasim Tunçer, 25.05.2015 tarihli söyleşi.
[32] Rasim Tunçer, 25.05.2015 tarihli söyleşi.
[33] Rasim Tunçer, 25.05.2015 tarihli söyleşi.
[34] Nasrullah Hacımüftüoğlu’nun arşivinde bu halvete katılanlar listesinde “Zeleka karyesinden Hudekzâde Hafız Numan Efendi”nin adı zikredilmektedir. (Bkz., Of-Çaykara Müftüleri, s. 463.)
[35] Numan Efendi, Numaniyye, s.163.
[36] Numan Efendi, Numaniyye, s. 1; Ertan, Hudekzâde Numan Vehbi Efendi, s. 31.
[37] Ahmet Mutluoğlu
[38] Numan Efendi, Numaniyye, s. 3.
[39] Numan Efendi, Numaniyye, s. 59.
[40] Numan Efendi, Numaniyye, s. 164.
[41] Numan Efendi, Numaniyye, s. 160.
[42] Allah-u Teâlâ buyurdu ki: “Biz de: Ey ateş, İbrahim’e serin ve esenlik ol!” dedik. Ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de, asıl kendilerini hüsrana uğrattık…” Enbiya, 21/69-70.
[43] Numan Efendi, Numaniyye, s. 34.
[44] Allah-u Teâlâ buyurdu ki: “(İbrahim ona): “Yavrum, dedi; ben uykuda görüyorum ki ben seni kesiyorum; (düşün) bak ne dersin?….” Saffât, 37/102.
[45] Numan Efendi, Numaniyye, s. 63-64.
[46] Numan Efendi, Numaniyye, s. 66-67.
EKLER:
Kendi el yazısı ile Numan Efendi’nin kısa hayat hikâyesi
Numan Efendi’nin Mezar Taşı: “Of’un Meşahir Ulemasından Ofî … Hudekzâde Hafız Nu’man Efendi
Numan Efendi’nin yaşadığı ev ve türbesi
Evet Oflu’nun hocaları,âlimleri de meşhurdur. Ben bir Rize Hemşin doğumlu olarak ta,bizim köyün Hocası ada-Ramazanda- Oflu hoca gelmişti,bizi ve köyümüzün çocuklarını da,bu Sünnetçi Hoca yapmıştı,adını bilmemekle birlikte,hepsini rahmetle,yâd ediyoruz. Almanya,www.yeniyurt-haber.net