ÇaykaraDernekpazarıÇaykara KöyleriÇaykara Köyleri HaritasıÇaykara NeredeUzungölÇaykara nedirWhatsApp Link Oluşturma
DOLAR
32,3096
EURO
35,1061
ALTIN
2.283,38
BIST
8.891,08
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Trabzon
Hafif Yağmurlu
18°C
Trabzon
18°C
Hafif Yağmurlu
Cuma Az Bulutlu
17°C
Cumartesi Az Bulutlu
17°C
Pazar Az Bulutlu
19°C
Pazartesi Açık
20°C
reklam

Manşet Olmaya Ramak Kala Allah Kurtardı

21.05.2019 12:19
A+
A-

Manşet Olmaya Ramak Kala Allah Kurtardı

Geçenlerde Çaykara Gazetesi yöneticisi ve aynı zamanda bölgemizin tanıtımına, yerel basınına büyük emeği olan Sami Ayan ağabeyin sosyal medyada yayınladığı bir fotoğraf, bu yazıyı kaleme almama vesile oldu.

Fotoğraf Çaykara’da ‘Soğanlı- Akdoğan’ (Hopşera Pazarı)  diye bilinen daha sonra da yerle yeksan olup yol yapılan yere ait idi. O fotoğraf beni doksanlı yıllara götürdü. İçinde bulunduğumuz mübarek aydan da olsa gerek bana yıllar önce, öğrenci iken bir Ramazanda yaşadığım olayı hatırlattı.

Burada kaleme alacağım yazıya benzer birçok hikâyenin var olduğunu biliyorum. Yazıyı okuduktan sonra; ‘O da ne ki! Benim yaşadığım yanında’ diyenleri da duyar gibiyim. Çaykara’da öğrenci olup ta buna benzer malzemesi olmayan yok gibi. Umarım onlarda bir gün kaleme alınıp gün yüzüne çıkar. Zira geçmişten günümüze Çaykara’da eğitim birçok araştırma konusuna zengin bir malzeme sunduğu-sunacağı muhakkaktır.

Sizinle paylaşacağım hadiseyi ‘Hopşera Pazarı’nda yaşadım.

Ama önce bilenlere hafıza tazeleme, bilmeyenlere de bilgi babında, doksanlı yılların ortalarına kadar Çaykara’da öğrencilerin barınma durumuna bir göz atarak devam etmek istiyorum.

Çaykarada lise düzeyinde İmam Hatip Lisesi, Ticaret lisesi ve o günün ismi ile Düz Lise olarak üç okul bulunurdu. Öğrenciler ağırlıklı olarak Çaykaranın köylerinden gelir ve öğrenimlerine devam ederlerdi. Öğrencilerin en önemli sorunu barınma sorunu idi. Zaman zaman toplamda bu lise öğrencilerinin sayısı binlere yaklaşırdı. İmam Hatip lisesi Hurmalık mevkiinde yapılan yeni binasına taşındıktan sonra, Işıklı mahallesinde olan eski okul binası yurt (pansiyon) olarak bir nebze öğrencilere cevap verse de yeterli değildi. Gerçi İmam Hatip Lisesi müdürü Ahmet Ziyauddin Yavuz’un girişimleri ile Hopşera’da bulunan merhum babasının medresesi olan ‘Hacı Hasan Efendi Kuran kursu’ da kısmen yurt olarak hizmet vermeye başlamıştı. Bunun yanı sıra Çaykara esnafı ile ilçenin ileri gelenlerin açtığı ev tarzı pansiyonlar da yetersiz kalıyordu. Bu barınma yerlerinin dışında kalan öğrenciler, kimi servislerle kimi de yaya köylerine gidip gelecekti. Diğer bir alternatif de Çaykara’da uygun bir yer kiralayıp okuluna devam edecekti. Ama gel gör ki Çaykara merkezde kiralık yer bulmak, hele hele uygun yer bulmak öyle kolay bir iş değildi. Zaten Çaykara’da okumaya niyetli öğrenci, okullar kapandığı zaman bir sonraki yıl için kalacağı yerini ayarlayamazsa sonbaharda işi zordu. Düşünün hükümlü bulun(a)madığı için (iftihar tablosu olarak da ifade ettiğimiz) Çaykara Cezaevi asli işlevini yitirmiş ve uzun zaman tabelası asılı halde onlarca öğrencinin barınma mekânı olmuştu. Daire tipi evler ilçede görev yapan memurlara yetmiyordu ki öğrenciye yetsin. Nitekim okulumuza atanan bir meslek dersleri öğretmeni yer bulana kadar bir müddet bizimle beraber (ev tarzı pansiyonda) kalmıştı.

Hal böyle iken, ilçede akşama kadar açık olan dükkânların üstünde genelde 10-15 metre kareyi geçmeyen ofis tarzı odalar da öğrencilere kiralanır veya tahsis edilirdi. Bir de boşalan dükkânlar vardı. Artık onlar da birer öğrenci evi ve odası oluyordu. Hem bu odalarda en az iki ve yukarısı, üç-beş hatta bazen daha fazla öğrenci barınmak zorundaydı. Başka da çare de yoktu. Bu durum, ta ki Çaykara’ya yeni bir yurt binası yapılana kadar devam etti.
Manşet Olmaya Ramak Kala Allah Kurtardı 1
Soğanlı-Akdoğan (Hopşera)Pazarı /Fotoğrafta görülen elektrik direği oturduğumuz odanın tam önünde idi

Kaynak: Sami Ayan Arşivi/Çaykara Gazetesi

İşte sizinle paylaşacağım anım böyle bir odada meydana geliyor. Altı yedi kişi kaldığımız yerden bunalmış olmam lazım ki ertesi yıl için oda arayışına girdik. Aradığımız odayı da işte o ‘Hopşera Pazarı’nda dükkanlardan oluşan üç katlı bir binada bulduk. Bodrum katı kalaycı dükkanı. Yol seviyesinde (1.Katı) kapanan bir dükkânı da öğrenciler tarafından tutulmuştu. Onun üst katında bulunan iki odadan birini ( yaklaşık on iki metrekare) kiraladık. Oda, en azından izbe ve karanlık bir yerde olmaması, yol tarafına penceresinin bakması bize deniz manzaralı bir daire hissiyatı vermişti. Hâlbuki penceremizin baktığı yer yüzlerce metre yükseklikte (özellikle kış aylarında da zaman zaman taşların düştüğü) kayadan ibaretti. Bitişiğimizde de bulunan oda karşı tarafa PTT, lise ve Karakolu gören cephede idi. Orası bizden önce tutulmuştu. O odalara dar ve dik bir merdivenden çıkılırdı. Küçük bir ortak alanı olan yere de odunlarımızı, ayakkabılarımızı hatta oda dar olduğu için tüpümüzü koyardık. Betondan yapılmış küçük bir lavabo, el yüz ve bulaşıkların yıkanması için vardı. Küçük ve asla kullanılmayan bir balkonu vardı. Nitekim balkonun korkuluğu olmaması sebebiyle yan odada kalan öğrenci arkadaşlarımızdan biri ihtiyacını gidermek için balkondan geçerken yaklaşık 20 metre yükseklikten aşağıya, Solaklı Deresi’ne düşüp ayağı kırılmıştı. Bereket versin ki azgın dere suyu onu sürüklememiş, iki ay gibi bir süre okuldan uzak kalmıştı.

Ve manşet olmaya ramak kala Allah kurtarmıştı.

Her şey tamam da bu süit! Oda bir öğrenci için işgal edilemezdi ya.

Akrabam olan, biri imam hatip ortaokuluna biri de ticaret lisesine devam eden iki kardeşle beraber kalmaya başladık.

Eğitim öğretim dönemi başlar başlamaz kendimize ait bir evimizin (oda) olması heyecanıyla, gerekli malzemeleri evimizden eksikleri de Çaykara’dan tamamlamak suretiyle yerleştirdik. Öğrencinin ne malzemesi olabilir? O küçük odamıza ne sığmadı ki. Bir çalışma masası, iki sandalye, bir adet tek kişilik, bir adet çift kişilik (Akşam yatılan gündüz de ikiye katlanarak oturulan) sünger yatak. Üzerine iki göz ocağı koyduğumuz bir elma kasası, yanında kap kacak koyduğumuz bir domates kasası, kapının arkasına astığımız elbise askısı birde kitaplık olarak kullandığımız eski bir televizyon kasnağı. Daha ne olsun işte… Bir de duvarımız da olmazsa olmaz Türk bayrağı ve Trabzonspor posteri. Oturma odamız, çalışma odamız, mutfağımız hatta yatak odamız işte o on iki metrekareden ibaretti. Kişi başında ortalama dört metre kare düşmesi birçok eve (odaya) göre bize büyük nimetti. Bir seferinde dönemin İHL müdürü A. Ziyauddin Yavuz, Md. Yrd. Resul Pekşen, Coğrafya Öğretmenimiz İsmail Çolak öğrenci evlerine rutin ziyaretlerin birinde de bize uğradılar. Ahmet hoca ile İsmail hocayı oturtabilmiş Resul hoca ve biz ayakta sohbet edebilmiştik.

Manşet olmaya ramak kala Allah kurtarıyor…

Yıl 1992. Uzun geceleri olan bir kış Ramazanı…. Oruç tutacağız da lakin bu işin sahuru var, iftarı var yemek hazırlığı var…

Oda arkadaşımla Ramazan boyunca uygulayacağımız bir karar aldık. Planımıza göre imam hatip ortaokuluna devam eden arkadaşımız daha küçük olduğu için onu muaf tutarak, dönüşümlü olarak iftar ve sahur yemeğini ikimiz hazırlayacaktı. Ramazanın ortalarındayız. Ben o günkü sıramı savdım. Akşam iftarla yemek nöbetini arkadaşıma devretme huzuru ile camiye gidip merhum Hüseyin Baltacıoğlu’un imametinde teravih namazını eda edip eve döndüm. Sahur yemeğini yapacak olan arkadaşım da teravihten sonra arkadaşları ile takılmıştı. Kardeşi zaten ben teravihten döndüğümde çoktan uyumuştu. Biraz ödev yaptıktan sonra bende yattım.

Derken gecenin ilerleyen saatlerinde boğazımda tarifi imkânsız bir acı ve öksürükle uyandım. Kendime gelmeye çalışırken zifiri bir karanlığın olduğu ve dayanılmaz bir koku ile irkildim. Gözlerimin içine sanki kül atılmıştı. Gözlerini ovuşturarak karanlığın içinden süzen ve tavan kısmında çok küçük bir ışığın süzdüğünü fark ettim. Bir taraftan öksürüyor bir taraftan ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordum. Kendimi biraz zorlayıp doğrulduğumda da yemek ocağının alevlerini görünce ilk aklıma gelen bir yangının içinde olacağımızdı. Yanımdakilere seslendim ama nafile zaten uykuları ağır olan arkadaşlarımı uyandıramadım. Hemen doğruldum, zaten iki adımlık mesafede ki kapıya ulaşmam zor olmadı. Kendimi araya atınca olup biteni daha iyi anlamaya başladım. Kapıyı açar açmaz odayı dolduran duman odanın kapısından dışarıya hücum edince içerisi biraz daha netleşti. Dışarıda olan tüpün dedantöründen gazı kestim. Hemen pencereyi açtım kapı ile karşılıklı hava sirkülâsyonu oluşunca duman tahliye olmaya başladı. O da arkadaşlarımı bir türlü uyandıramadım. Verdikleri tepkiden hayati bir tehlikenin olmadığını anlayınca rahatladım. Uykuları ile baş başa bırakıp olup bitenleri anlamaya çalışıyordum. Oda dumandan tamamen temizleninceye kadar bekledim. Bir de ne göreyim tüp ocağının üzerinde simsiyah bir tencere vardı. İçine bakınca da tamamen kömür olmuş bir şeylerin olduğunu gördüm. Fotoğraf netleşmeye başladı. Tencereyi alıp da o küçük balkondan aşağıya fırlatmam bir oldu. Çünkü ortalığa yayılan yanık (is) kokusunun kaynağı o idi. Tencerede suya kapılmayıp dere kenarındaki taşların üzerinde öylece uzun süre kalmıştı. Yan odadaki arkadaşlarımız o gece ya orda değillerdi ya da hiç olayı fark etmemişlerdi bilemiyorum. Olayın şaşkınlığı ile Ramazan, sahur gibi şeyler aklıma hiç gelmedi. Tek düşündüğüm şey çok ciddi bir tehlike atlattığımızdı. Bu yüzden Allah’a şükrediyordum. Oda artık normale dönünce yatmadan önce arkadaşlarımı bir kez daha kontrol edip bir sıkıntının  olup olmadığından emin olup ben de uyudum. Tabi sabah olunca yaşadığımız büyük olayın vahameti daha iyi anlaşılıyordu. Büyük bir badireyi atlamış olmanın yanında,  biraz da sahuru yapamamanın kızgınlığı   ile oda arkadaşlarıma,

-‘Kalkın be kardeşim kalkın. Az kalsın Karadeniz gazetesine manşet olacaktık. Sizi bir türlü uyandıramıyorum’, diye söylene söylene, okula geç kalmamak için hazırlanıp çıkmak zorundaydım. Fakat ortada bir gariplik vardı. Kıyafetlerimizin tümünü yanık kokusu sarmıştı. Bu duruma acil bir çözüm bulmalıydım. Okula gitmemezlik yapamazdım zira o gün sınavım vardı. Nasıl elimize geçtiğini hatırlamadığım tütün kolonyasını iyice kıyafetlerime serpiştirip okulun yolunu tuttum. Düşünün yanık kokusu ile tütün kolonyası kokusunun karışımı ile nasıl bir koku koalisyonu ortaya çıkmış oldu. Okula doğru yürürken bazı öğrencilerin çevrelerinde ki kokunun kaynağını aradıkça onlara yakınlaşmıyorum. En nihayetinde sınıfa varınca da herkes kokunun kaynağını aramaya konuldu ise de başarılı olamadılar. İlk dersimiz edebiyat idi. Derse gelen hocamız da, ‘ramazan ramazan bu sigara kokusu ne’? diye söylendi. Sıra arkadaşıma durumu izah ettim o da sağ olsun  idare etmişti. Nedense bilemiyorum her halde, ayıplanır endişesi ile olup bitenleri ne öğretmenlere ne de diğer arkadaşlara anlatmak istemedim. O zor günü bitirip akşam odamıza dönünce gece yaşadıklarımızın sebebi de netleşmişti. Olayın müsebbibi arkadaşım da o gün geç kalkmış ancak üçüncü derse yetişebilmişti. Ona da sirayet eden yanık kokusunun kaynağını taki akşama kadar çözememiş. Çünkü ağır uykusu sayesinde olup bitenden haberi olmamıştı.

Meğerse gece arkadaşları ile takılıp geç gelen arkadaşım ertesi gün için önce ‘iftara bir yemek hazırlayayım sonra sahur hazırlığına başlarım’ diye düşünmüş. Ocağın üstüne koyduğu fasulye pişerken uyuyunca da, saatlerce altında alev yanan tencere ve içinde ki kömüre dönüşmüştü. Kömür gibi olan tencere ve fasulyenin oluşturduğu duman bizi zehirleyebilir veya boğulmamıza sebep olabilirdi. Allah bizi kim bilir beklide Ramazan ayı hürmetine, arkadaşıma da zaman zaman da şaka yollu sitemle söylediğim gibi ‘Karadeniz Gazetesine manşetlik olmaktan kurtarmıştı’.

Manşet Olmaya Ramak Kala Allah Kurtardı 2
Solaklı Deresi (Temsili Resim) Azgın Su ve Yanmış Tencere

Ertesi gün dere kenarında ki yanık tencereyi gören yan odada ki öğrenci arkadaşlar durumdan bihaber birbirine,

-‘Ora hao tencere garvon (kömür) olmuş, herhalde alta ki kalaycı kalayla-yamamış yakıp ta oraya atmış’ dediklerini tebessüm ederek duymuştum.

Bizleri bu günlere sağlık ve afiyetle ulaştıran Allah’a (c.c) sayısız şükürler olsun.

Son olarak…

Gıpta ile bakılan Çaykara Eğitimine geçmişten günümüze, katkıda bulunan herkese sevgi saygılarımı sunuyorum.Allah (c.c) onlardan ebeden razı olsun

Ağız tadında bir Ramazan ve Bayram geçirmenizi diliyorum.

Fahrettin Kurşun

18.05.2019-İstanbul

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar
× YASAL UYARI ! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.

  1. Hamdi Kurt dedi ki:

    yüreğine sağlık hocam,o evde ziyaretine gelmiştim,benzer hadiseyi trabzonda ogrencilik yıllarımda bende yaşadım:) lütfü ağabeyim pismesi için ocağa koyduğu kurufasulyeyi kontrol etmemi pişince ocağı kapatmami söyleyip evden ayrıldı,ağabeyim evden çıkınca fasulye nasıl olsa geç pişer düşüncesiyle ardindan bende mahalle çocuklarıyla top oynamak için dışarı çıktım.sonrasi dumanı farkeden komşuların yangin oluyor çığlıkları ocak üstündeki fasulyeyi hatırlattı bana…kömüre dönmüş tencere ve bir dünya fırça kaldı bize.selam ve dua ile hocam.

    1. Fahrettin Kurşun dedi ki:

      Değerli yorumun için çok ama çok teşekkür ediyorum kıymetli kardeşim selam ve dua ile….

  2. MİKDAT KOÇ dedi ki:

    ‘Ora hao tencere garvon (kömür) olmuş, herhalde alta ki kalaycı kalayla-yamamış yakıp ta oraya atmış’ dediklerini tebessüm ederek duymuştum.
    Allah korudu sizi. O “garvon” hadisesinin benzerini 1971-1972 Öğretim yılında bir arkadaşımla ben de
    yaşadım. Ama bizim küçük tüpümüz vardı.Siz yine iyiydiniz. Bizim fasulyeler de “garvon” oldu. Teravihten dönünce tencereyi kurtarabildik. Eline sağlık F.KURŞUN.

    1. Fahrettin Kurşun dedi ki:

      Çok teşekkür ediyorum Mikdat bey sağolun varolun. Allah koruyor hakikatten

  3. Nureddin şirin dedi ki:

    İmam hatip müdürü Hamdi İlhan değilmi idi.

    1. Fahrettin dedi ki:

      Hayır o dönemde Ahmed Ziyauddin Yavuz idi.

  4. Laedri dedi ki:

    Hocam kaleminize sağlık çalışmalarınızda başarılar diliyorum hayırlı ramadanlar inşallah

    1. Fahrettin dedi ki:

      Çok teşekkür ediyorum hayırlı Ramazanlar