İlkokulu 1983 yılı Haziran ayında Şahinkaya II İlkokulunda tamamlamıştım. Ortaokul konusunda sınıfımda benimle birlikte mezun olan arkadaşlarımın önemli bir kısmı İmam-Hatip Lisesinin ortaokulunu tercih etmişti. Kız öğrencilerin bir kısmı eğitim hayatını ilkokul mezuniyetiyle birlikte tamamlamıştı. Benim de kaydım, imam-hatip, düz lisenin orta kısmı arasında yaz boyu gidip geldikten sonra Çaykara İnönü Lisesinin orta kısmına karar kılınmış ve aynı yılın Eylül ayında buraya yapılmıştı.
İlkokulu köyde okuduğumdan ilçeye nadiren gidebiliyordum. Bu nedenle ilçe merkezinde okuyacak olmak bana heyecan veriyordu. Diğer taraftan 8 kilometre mesafedeki ilçeye köyden gidip gelmem zor olacağından kalacak bir yer bulmamız gerekiyordu. Bu da evden ilk kez ayrılmamı gerektirdiğinden içime bir hüzün düşürüyordu. Lisenin pansiyonu bir tercih, köyümüzün aşağı kısmında bulunan anne tarafından dedemde veya Ayşe halamda kalmam diğer tercihler olmak üzere üç şık mevcuttu. Yapılan muhtelif değerlendirmeler neticesinde köyün ilçeye nispeten yakın olan Kaban Mahallesinde, yalnız kalan Ayşe halam ile birlikte kalmam yönünde karar alındı. O tarihlerde halamın eşi ilköğretim müfettişi olan merhum İbrahim amca(İbrahimağaoğlu) Trabzon’da görev yapıyor, liseye devam eden halamın oğlu Köksal ağabeyim ve inşaat mühendisliğinde okuyan kızı Hülya ablam onunla Trabzon’da kalıyordu. Halam köy evinde yalnız kalıyor, inek besliyor, araziyi işliyor onlara destek veriyordu. O zamanlar öyleydi. Hanımlar köyde, eşleri gurbette veya memur oldukları şehirde hayatlarını devam ettirir; hafta sonu ve bayramlarda bir araya gelirlerdi. Bu nedenle yalnız olan halamın Aşağı Şahinkaya Kaban mevkiindeki evinde hem onun yalnızlığına arkadaş olacak hem de bizim eve göre yarı yarıya mesafede olan bu evde kalarak okula daha kolay gidip gelebilecektim. Bizim mahalle 8, halamın mahallesi 4 km mesafedeydi.
Ortaokul başladı. Ben halamın yanına yerleştim. Pazartesi sabah bizim mahalleden doğrudan okula gidiyor, akşam halamın evine dönüyor, orada hafta içi cuma gününe kadar halamla kalıyor, cuma akşamı ilçedeki bizim köylü arkadaşlarımla yine kendi evimize gidiyordum. Halamın evinden bakınca arada iki üç derin vadi kadar mesafenin bulunduğu bizim ev görünüyor ama oraya ulaşamıyordum. Henüz 11 yaşında bir çocuk olarak evimizi uzaktan görüp ulaşamamak ayrıca sıkıntılı ve hazin bir durumdu. Ama halam hafta içi beni memnun etmek için elinden geleni yapıyordu. Selametlik halam ev içinde çok becerikli bir kadın değildi. Arazide daha yoğun çalışırdı. Ama gönlü çok engin, bize sevgisi çok yoğun, samimi bir kadındı. -ki halâ öyledir-. Orada halam ile başbaşa kalmaya devam ettim. Daha çok kahvaltı ağırlıklı sofrasında ekmeğimizi bölüştük. Halamın en özel yemeği kendine has bir teknikle ürettiği ayva reçeliydi. Birlikte kaldığımız ilk günlerde bana “ne yiyeceksin?” diye sorduğunda hep bu reçeli söylerdim. Halam da artık her sofra kurduğunda ilk olarak ayva reçelini sofraya bırakır oldu. Ayva reçeli bizim sofrada demirbaşımız olarak daimi yerini alırdı. Sabah okula giderken halam bana bazen ekstradan harçlık verir, gelirken de ekmek getirmemi isterdi.
Kaban Mahallesinden okula giden kalabalık bir grup vardı. Fosiya, Ragan, Silandoz mahallesi öğrencileri Kaban’da birleşir, Paratikoz ekibine yetişir okula giderdik. Aslında çok büyük olan köyümüzün aşağı kısmındaki insanlarını ve muhtelif sınıflarda okuyan zamanın öğrencilerini o sayede tanımıştım. Artık kısmen bir Aşağıki Şurlu olmuştum. O yıllarda Fosiya’dan Şebur’un kızları, Makaca Ekibi, Zehra, Semra Durgunlar, Silandoz’dan Mahmut Ayaz, Finoğlu Fahrettin ve kardeşleri, Finoğlu Süleyman, Abdullah, Mustafa Durgun, Kaban’dan dayısında kalan Arif Çiner, Muhammet Şeref Ayaz, Fatma, Ayşe İbrahimağaoğlu kardeşler, Celal Soysal, Yılmaz ve Şükrü İbrahimağaoğlu, Erdoğan, Sadık ve İsmail Yazar, merhum Fikri Yazar’ın kızları Gülay abla, Günaydın, Sarahmet’in evinden ise Ahmet, Hasan, Hüseyin, Osman Nuri, komşuları Ahmet Ali Duman, Lokman Çalıkoğlu, Paratikoz’dan merhum İrfan ile Hasret ve Gökmen Uygun, Mahmut Yazgan, Sereğmen Hasan Müftüoğlu ve daha adını sayamadığım bir çok arkadaş ile Yıldız amca(Uygun), Bayram Uygun, Lütfi amca, Ahmet İbrahimağaoğlu(Huse), İsmail Sarı hoca, Sait Kamil Duman Hoca, Necati Öktem, Fahri Yılmaz, İsmail Küskün hoca, sağlıkçı Mehmet Küskün amca, Fevzi Kara gibi bir çok memur ve öğretmen, Zaz Mahmut Ayaz amca gibi esnaflarımız yol boyu gidiş gelişlerimizde tesadüf ettiğimiz yol arkadaşlarımızdı.
Akşamları nispeten mahallenin ıssız bir bölgesinde olan halamın evinde halamla ikimiz kalırdık. Köyümüze elektrik o yıl gelmişti. Rahmetli İbrahim amca köydeki evine 37 ekran, beyaz Grundıg marka bir televizyon almıştı. Ben 45 dakika ile, oyalandığımda bir saati bulan okul yolundan gelince, halamla bahsettiğim sofrasında bir şeyler yedikten sonra o yıl tecrübe ettiğimiz televizyonu açar, siyah-beyaz ekranlı TRT tek kanalda ne varsa bir süre seyrederdik. Bazen de halamdan en yakın komşusu Hacı Mahmut’a gitmemizi talep eder, çoğu kez ikna ederdim. Hacı Mahmut’ta Bahattin dede, eşi Naciye hala, torunu Mehmet Celal Soysal ve çoğunlukla diğer komşu Yılmaz İbrahimağaoğlu olurdu. Celal ve Paşa’nın Yılmaz benden üç dört sınıf ilerideydi. Pencerenin önündeki masada ders çalışır gibi yapar, aslında arka planda dönen muhabbetin ortağı olurduk. Merhum Bahattin dede halam ile günlerin nasıl geçtiğinden bana sorar, muhabbete malzeme arardı. Pencere önündeki masanın pencere tarafında karşılıklı olarak Yılmaz ve Celal, içeriye bakan kısmında ben otururdum. Sıkça bir araya geldiğimiz bu masada herkesin yeri belliydi. Bir akşam biz Yılmaz’dan önce gelmiş, erken davranarak onun yerine oturmuşum. Az sonra Yılmaz geldiğinde benden yerime geçmemi istedi. Ben ona benim yerime oturmasını söyledim, o kalkmamda ısrar etti derken ben kendisine kalkmayacağımı, beni kaldırıp yerime koymasını söyledim. O, bana göre hayli iri-yarıydı. Tamam deyip beni yerime taşımak üzere kaldırdı ve bir metre yüksekten sırtım üzerine döşemeye bıraktı. Tabi bir süre sakatlık yaşadım. Oradaki büyüklerimiz önce duruma güldülerse de kendisini tenkit etmekten geri durmadılar. Bu şekilde günler geceler birbirini kovalarken bir akşam halamın evinde aşağıki oda dediğimiz, ahşap duvarları ve tavanının tamamı mavi boyalı; 80 derece limon kolonyası, kitap ve gazete karışımı kokulu, İbrahim amcamın efsunlu odasında televizyonu açmış seyrediyordum. Halam yatmıştı, hava rüzgarlıydı. Rüzgar şiddetlenince ben korkudan televizyonun fişini çektim. Çekince “pat” diye bir ses çıktı. Halam uyandı, yanıma geldi. Fişi taktı televizyon açılmadı. Halam ilk defa bana bu olay üzerine sesini yükseltip tepki gösterdi. “Ne işin var televizyonla, neden yatmıyorsun, bak bozduk onu” dedi. Aslında o da eşi İbrahim amcaya durumu nasıl anlatacağının endişesiyle bunu yapmıştı. Evin ışıkları yanıyor, televizyon çalışmıyordu. Ortama bir sessizlik hakim oldu. Öylece yattık. Ben o geceyi hayli sıkıntılı geçirdiğimi hatırlıyorum. Evi, aile efradını daha bir özlemiştim. Bir taraftan da televizyona bir şey yapmadığımı, neden böyle olduğunu düşünüyordum. Ertesi gün okula gittim. Halam gün içinde durumu komşumuz Hüseyin Soysal amcaya anlatmış. Almanya’dan izine gelen ve teknik lise mezunu olan Hüseyin amca da gelip bakmış, prizlerin atan sigortasını tamir edince televizyon çalışmıştı. Ben okuldan buruk ama mecburi istikamet olarak halamın evine döndüğümde içimdeki sıkıntı geçmiş değildi. Yine konu açılırsa ne diyeceğimi düşüne düşüne eve yaklaşmıştım. Halam beni uzaktan görünce büyük bir mutlulukla “Samiiii ya gel uşağum televizyon çalışti, sigorta atmiş idi” deyince üzerimden büyük bir yük düşmüş, rahatlamıştım. Halam reçelli sofrasını kurdu, çay ve Çaykara ekmeği ile yemeğimizi yedik. Halam yine yanık sesiyle “Çayelinden öteye” türküsüne bir giriş yaptı.
Çaayelinden oooteye giidelum yali yali…
” Eygidi Sami televizyon bozilsa çecuklerun bobasina ne cevap vereceğiduk”
“.. Siiirtundaki seepatun ben olaayim haamali ben olayim ha!..”
diyerek devam etti. O akşam keyfimize diyecek yoktu doğrusu.
Bir hafta sonu halam da benimle birlikte yukarı bizim eve geldi. Rahmetli amcam, babam ve aile efradı bir aradayken amcam:
-Ola Sami habu halan ne yedurur sana?
-Reçelden başka bir şey yapmaz…
Halam savunmaya geçerek:
-Kendisi reçel istiyor ben de sofraya reçel koyuyorum dedi.
Daha sonra halam sık sık bu olayı hatırlatarak “Sami bilursun yukarki evde amcan sordu ne yediriyor sana halan da sen daldun çehreme: “reçel reçel başka bir şey bilmez” demiştin….
Halam mahallede bir cenaze olduğunda cenazeye katılır, akşam evde de ölen kişiyi maniler dizip ağlardı(miroloyis ederdi). Bu atmosferde ben, hem evden uzak olmanın verdiği hüzün hem yalnızlık hissi ve ölüm korkusunun içimi kaplamasıyla depresif bir hale girerdim. Neyse ki halam birazdan olayı bir türküye bağlar beni duygusal gel-gitlere sokar, depresif halimden çıkarırdı. Bazen salı akşamları Çaykara’nın haftasını yapan rahmetli babam, bazen bölgeye iş ziyareti yapan, halamın en büyük evladı, Orman mühendisi Sedat ağabeyim, bazen halamın görümcesi Rahime hala yalnızlığımızı paylaşırdı. Ama ortaokul birinci sınıfı halamın yanında okuduğum o sene ilk yarı sonunda karnemde dört zayıf dersim olmuştu. İlkokulda başarılı bir öğrenciydim ve benden ortaokulda beklenti yüksekti. Karneyi alıp 15 günlük tatil için köydeki evimize gittiğimde babamdan pek bir tepki görmedim doğrusu. Ama ilkokul öğretmenim beni görüp de derslerimi sormasın diye dua ettim hep. O da bir akşam sohbeti için bize geldiğinde öğrendi durumu. Benim beklediğim gibi bir hayal kırıklığı olmadı onda da.
İkinci dönem yine halamla kalmaya devam ettim. Seneyi orada tamamladım. Yıl sonu üç ikmal ile orta ikinci sınıfa ancak Eylül imtihanlarında geçebildim. İkinci sınıfta bir kaç ay Kadahor’daki lise pansiyonunda(yurdunda) kaldıktan sonra sekiz kilometrelik mesafedeki köy evimize gidip gelmeye başladım. Okul başarısı yine yoktu ama en azından özlemiyordum. Sabah bir buçuk, akşam bir buçuk saat yol yürüsem de durumdan şikayetçi değildim. Bir sonraki sene bana katılan kardeşim Sadık ve onun sınıf arkadaşı Taner ile köyden ilçeye yürüyerek gidip gelmeye devam ettik. Taner, babası merhum öğretmenimiz Kibar Paşal’ın Şubat ayında elim bir trafik kazası sonucu genç yaşında vefatıyla bizden ayrıldı ve pansiyona yerleşti. Biz, Sadık ile sezonu köye yürüyerek tamamladık. Sonraki yıllar ilçede bir yıl teyzemin yanında diğer yıllar kendi başımıza üç kardeş bir odada kalarak liseyi tamamladık. Bugün üçümüz de üniversite eğitimi almış, hayatın her türlü sorunuyla baş edebilecek kabiliyette yaşamaya gayret ediyoruz. Çocuklara bunları anlattığımda ise masal gibi dinliyor ve çokta umursamıyorlar. Çünkü çocuklar bulundukları noktadan daha ileri hedefler istiyorlar. Arkamızda bıraktığımız sorunları yeniden onlara sunmak sadece bir sohbetin konusu, bir hatıratın metni olabilir. Onlar doğdukları dünyadan yaşayacakları dünyaya yürüsünler…
Tüm öğrencilerimize iyi tatiller diliyorum.
Hatta bazen yeni imam hatip in yanındaki bu günkü özen tesislerinin bulunduğu çayırda top oynayıp akşam ezanıyla yola çıktığınız da olurdu. Hatırladığım sizlerle ilk tanışmamız o çayırda oynadığımız topla başlar. Devamında Sadık la aynı sınıfa denk geliriz ve devam eder.
O kadar güzel özetlediniz ki hikaye tadında olmakla birlikte bizim için yaşanmış ve hayatımızın bir köşesinde anı diye hatırlanacağı günü bekleyen yaşamdan sayfalar bunlar. Ellerine yüreğine sağlık.