Yetmişli, seksenli yıllar…
Köyde büyüyen her kızın 12 yaşından itibaren hayalidir “şehere kocaya gitmek.” İlkokulu bitirip yatılı okuyabileceği bir okulu kazanamadığında veya büyükleri “ilkokulu bitirmek kız çocuğuna yeter” deyip ortaokula göndermezse her kız çocuğu için tek yol kalır, kocaya gideceği günü beklemek. Köylerdeki kızlar şehire kocaya gitmeyi düşünür, şehirli olma hayallerini kurarlardı. Hayallerin ilk aşaması genç kızlığa mini mini adımların atıldığı 13-14’lü yaşlardır. Bu yaşlarda tarlada bağda bahçede ve ev işlerinde çalışırken; dantel, oya, iğne işi, kanaviçe ve el örgüsü gibi becerileri öğrenmeye başlarlardı. Dikiş-nakış kursuna gitmek her genç kıza nasip olmazdı. İlçeye yakın olmayan yerlerde bu kurslar açılmazdı ama her köyde dikiş-nakış bilen usta kadınlar vardı ve onlara gidenler dikiş – nakışta öğrenirlerdi.
Kilim-halı dokuma Çaykara’nın köylerinde zaten olmazdı. “Şehere kocaya gitme” hayalleri kurulurken çeyiz hazırlamak olmazsa olmazdı. Çember oyası ile başlanır. Sonra elbise örtüsü, yastık kılıfı, yorgan başlığı, kırlent, seccade ve daha bir çok çeyiz için danteller örülürdü. Genç kızların hatta genç gelinlerin en çok konuştukları konular, “hase ,kanaviçe, kuka, kelem, yumak, tığ, iğne, iplik, makara, boncuk, pul, orlon, merserize…” gibi kelimelerin bolca geçtiği cümlelerle ifade edilirdi. Kızlar bu malzemeleri; yevmiyecilik yaparak, odun ya da ot satarak kazandıkları parayla alırlardı. Düşünün ki, 30-40 hatta 50 kilo odun ya da ot yükünü sırtıyla 3, 4, 5 km. sırtıyla taşıyıp pazara indirir, satar ihtiyaçlarını alırdı. Her dantelin, işlemenin ve el işinin ayrı bir motifi olur. Her motif; yapanın zevkini, becerisini hatta bazılarına göre zekasını gösterirdi. Çeyizler ve bohçalar, “iyi- güzel, bol, az , idare eder, hiç bir şey değil gibi” söylemlerle değerlendirilir; günlük sohbetlerde konuşulurdu.
Düğüne yakın zamanlarda , müstakbel damadın, kaynananın, kayınpederin, görümcelerin ve damadın yakın akrabalarının bohçalarının hazırlığı başlar, hazırlanan bohçalar gelin adayının aile olanaklarına göre hazırlanırdı. Bohçalarda ne yoktu ki… Her bohçada çorap, mendil, iç çamaşırı mutlaka bulunurdu. Kaynana bohçasında elbiselik kumaş (basma, pazen, divitin, kadife gibi kumaşlardan) oyalı çember, banyo kesesi, oğluk (peştemal-önlük) yastık kılıfı, işlenerek süslenmiş namazlık, kına, sabun, hatta saç tarağı; çok yaşlı ise kuşak bile olurdu . Kayınpeder için gömlek-kravat, pijama takımı, tespih, terlik, fes, hırka, yelek v.s düşünülürdü. Bu hazırlıklar yıllar sürerdi. Bu hazırlıklar bir kaç yıl sürdürülen el emeği, göz nuru, ince düşünce, zevkli seçimle hazırlanan onca parça ve eşyanın biriktirilmesi, korunması ve düğün öncesinde yeniden yıkanıp, ütülenip, bohçalanarak gelin sandığına yerleştirilmesi ile hazır hale getirilirdi. Aslında bu hazırlık süreci baştan sona “şehere kocaya gitme ” hayalleriyle geçerdi. Çünkü; “Şeher” demek sırtında yük taşımaktan, inek -koyun bakmaktan, çayır biçmekten, tarla kazmaktan, ekin toplamaktan, elle çamaşır yıkamaktan ve daha yığınla köy işini yapmaktan bir anada kurtulmak demekti. “Şeher” demek; gelecekteki günler için, sağlık, sıhhat, huzur, rahatlık, mutluluk demekti. Okula giden pırıl pırıl çocuklar, çarşı pazar dolaşan iyi giyimli bakımlı, güleryüzlü hanımlarlar demekti. Apartumanda oturmak, parklarda dinlenmek, kuaföre gitmek, eşinle birlikte alışverişe hatta dışarı yemeğe çıkmaktı. Çok gerçekçi düşünen kızlar için ise “şeher”; iş, aş, ekmek, güzel ve güvenli bir geleceğe sahip olmaktı.
Böyleydi yetmişli, seksenli yıllardaki köy kızlarının hayalleri. Bu hayaller çokmuydu, genişmiydi , yeterlimiydi, anlamlımıydı… Bu gün o hayaller bitti. O yıllar geldi geçti. Peki o güzel dilekler oldu mu? O müthiş hayaller gerçekleşti mi? Olanları oldu. Olamayanları da olamadı. Herkes şehire kocaya gidemedi ama köyde evlendikten sonra şehirlere taşınanlar, yerleşenler çok oldu. Kimi umduğunu buldu, çoğunluk ise bulduğuyla yetindi. Köydeki çile şehirde şekil değiştirerek, artarak sürdü, sürüyor… Şimdi köyde insan kalmadı. Köylerde ne o eski çileli yaşam var ne de eskiden yapılan zor işler. Köylerde okul bile yok artık. Köyde kalanlar kimler diye sormayın. Kalanlar tanıdık. Benzer hayalleri kurup gençliğinde “şehere” gidemeyenler.
Bir de şehiri bir türlü sevemeyip köyünde huzur arayanlar.
NACİ ALTUNCU