21. yüzyıl dünyası ne istediğini çok da bilmiyor ve ihtiras dolu doyumsuzluk yaşıyor…
Aslında Türkiye olarak biz de ne istediğimizi çok bilmiş değiliz… Lakin, Çaykaralı kendini de yerini de bugüne kadar bildi, bundan sonra da bilmek zorundadır…
İnsanımız doyumsuz değildir…
Tarih boyu az ile yetinmesini bilmiş şükrünün edasını hakkıyla yerine getirmiş kadim bir duruşumuz vardır çünkü…
Mazide büyüklerimiz nice yokluklar yaşamış… Özlemler ve acılar çekmiş… Doğduğu yerden çok gurbetleri gezmiş… Görev bilmiş kazandığının çoğunu memleketine göndermiş… Bu, yüzyıllar boyu böylece sürüp gitmiş…
Biz biliriz ki Çaykara’nın dışında yaşayan içinde yaşayanlarından çok çok fazladır…
Ve yine biliriz ki her gurbetçinin gönlünde bu belde capcanlı durmaktadır…
Güzelim ülkemiz bize hem kutlu tarihimizin- atalarımızın emanetidir hem de çocuklarımıza bırakabileceğimiz en büyük servetimizdir…
Bu ifadeden yola çıkarak Çaykara göznurumuzdur…
Bu değerli yerler en iyi korunmalı, en iyi şekilde geliştirilmelidir…
Kendini bilen herkes gücü yettiğince bu güzelim memleketimize el uzatmalıdır…
El yetmez gönül vermelidir…
Fedakarlıkla destek vermelidir…
Söyledik ya Çaykara göznurumuzdur…
İlçemiz, üzerinde birkaç ağaç, birkaç ev, birkaç dere olan yer değildir…
Canımızı dahi feda edebileceğimiz mukaddes bir vatanımızdır…
Hem vatandır, hatta daha öte, anadır, babadır, atadır…
Hem gelecektir: Çocuğumuz, nesillerimiz için atidir…
Büyüklerimiz bize öyle bir ülke bırakmış ki değerini bilmediğimiz de: “şu uzaklarda deniz gibi bulutların arasında, yüce- karlı dağların altında derin vadilerin içinde, ormanların gölgesinde, nice çeşit hayvanların hemen yanıbaşında yaban bir doğanın kucağında, kuş uçan ancak kervanı geçmeyen bir yerde kalır o Çaykara…”
Değerini bilmezsek böyle…
Bilirsek değerini, eğilip de şöyle dikkatlice bir bakarsak:
Sanki Yüce Allah Kur’an’ında cennetten bir köşe anlatıyor gibi görürüz:
Sular şarıl şarıl akıyor… Hem de hayatın yegâne kaynağı olan saf ve temiz pınarlar, çağlayanlar…
Kuşlar ise cıvıl cıvıl ötüyor… Karaca, ceylan, geyik oynamaları, tavşan zıplamaları…
İnsanı cezbedecek daha nice güzellikler.
Meraklılar gitsin ve mutluluk yaşasın…
Doğayı, çevresini çok iyi tanıyan atalarımız aslında bize çok değerli, bozulmamış, -çağdaş teknolojik yıpranmalara rağmen- uzun zaman daha bozulmayacak bir güzel doğa bağışlamış, bizler de bu güzellikleri bozmadan bugüne getirebilmişiz.
Bu günlerde kirli hava, tehlikeli virüs, teknolojik hastalıklar kapımıza dayanınca o zaman bu muhteşem güzelliklerin değerini bilmeye başladık…
Çağdaş şehirlerin teknolojik gürültüsünden sonra buraya gelip de su ve kuş sesi duyunca, sanki hiç burada doğmamışız gibi: “Aman, biz nereye gelmişiz,” dercesine hayretle gözlerimizi açar olmuşuz…
Tamam da bu üç gün sürmüş, ardından alışıp doğayı tahrip etmeye yine devam etmişiz…
Bakınız, şunu iyi bilelim ki büyük şehirlerden uzaktayız, ulaşımda zorlanıyoruz ancak doğası güzeller güzeli olan bir yörenin içindeyiz…
Çaykara tüm güzellikleriyle bizleri bekliyor…
Çaykara, tüm Çaykaralıları hep bu güzelliğe çağırıyor… Ve şöyle sesleniyor: “Ey Çaykaralılar artık değerimi bilin, uyanın ve bu güzelliğe sahip çıkın. Yoksa az kaldı, bir sel felaketi gibi teknoloji canavarları geliyor… Sizinle el ele verirsek bu saldırıya karşı kendimizi korur ve mutlu yaşarız, yoksa doğa baştan sona mahvolur bu cennet ülke elinizden çıkar, ben de kıraç bir toprak olarak kalırım…”
Doğa: dağlar, taşlar, pınarlar, çiçekler hep böyle haykırıyor.
İnanmıyorsanız doğaya bir eğilin, iyice kulak verin dinleyin…
O her şeyi seyretmekten bıkmadığınız gözlerinizle de görün…
Bir de: “Ben dünyanın bir ucundayım bu cennet ülkeme nasıl yararlı olabilirim,” diyor musunuz?..
İnanıyorum ki dersiniz. Bu güzel ilçemizin sevdalıları vardır…
Yetişmiş insanları, görevlendirilmiş olanlar vardır…
Ve kendini görevli bilen nice gönüllülerimiz…
Hep birlikte el ele verir, şuurlu davranır, bu güzellikler için gayretlerde bulunursak uzaktaki bir Çaykaralı da heveslenir el uzatır, madde ve mana dolu yardımlarda bulunur böylece bizler de daha kalıcı başarılar elde ederiz…
Büyük fedakârlıklar yapacak değiliz: Mevla’nın bize sunduğu bu güzellikleri bozmayalım ve koruyalım yeter…
Ayrıca gidip gelelim ki ormanlar vahşileşmesin… Gezip tozalım ki yaban otları ezelim…
Bu sözlerdeki muradımız şu:
Çaykara’nın doğasını bozmadan bu cennet beldeye çok güzel şeyler yapılabilir:
Bilinçli ormancılık yöremize gelir getirebilir. Ayrıca devlet destekli hayvancılık da bize çok yakışır…
Halkımız şehirlere çekildiğinden, köyler tenhalaştığından hayvancılık bitme noktasında. Eskiden her evde en az üç- beş büyük baş hayvan beslenirdi.
Biz bu hayvanların sütüyle, yağı ve peyniriyle okuduk, geçindik.
Bugünler de büyük baş hayvanların sayısı çok azaldı.
Azalır çünkü köylerde kimse yok.
Ancak birkaç kişi bir araya gelip devlet destekli projeler üretirse hayvancılık yaygınlaşabilir ve gelir de getirir…
Küçük baş hayvancılık keçi- koyun yine yapılabilecek ve kazanç getirebilecek bir değerdir.
Basite almadan yine ciddi projeler yöremizin çehresini değiştirebilir.
Buna sadece hayvancılık olarak değil süt- yağ- peynir enstitüsü olarak da bakmak lazım.
Ayrıca bir de kümes hayvancılığı bile yapılabilecek ortamdadır.
Bizim yöremizde sanki hiç çiçek yok gibi arıcılığa dönüp bakmıyoruz.
Anzer Yaylasında botanikçilerin araştırmasına göre 500 çeşit endemik çiçek mevcut.
Bizim yaylalarımız oralardan çok geri değil bizde de 100’lerce çeşit çiçek var.
Yani bizde de arıcılık geliştirilebilir.
Deniz kıyısından Bayburt’a kadar sistematik bir şekilde yapılabilen arıcılık yöremiz için değer kazanabilir.
Köylerimizi hem verimli hale getirebilecek hem de cennete çevirecek olan yapacağımız daha nice güzellikler var…
Bakınız bilerek, turizmden hiç bahsetmedim. O zaten bir türlü yürüyor.
Turizm konusunda bile yapılabilecek nice yenilikler var…
Çaykara gerçekten çok güzel…
Çaykara, Çaykaralı bürokratları ve işadamlarının sahip çıkmasıyla gelişir. Diğer memleket insanlarının lokal milliyetçiliğinin çeyreği bizde olsa…