“İnsanlar birbirini severdi!”
Geçenlerde sevgili kardeşim Semih Kumaş’ın Ablayeras yaylasında çektiği bir videoda günümüzle geçmişi kıyaslayan bir teyzemiz kullandı bu ifadeyi. “Eskiden komşiluk varidi, gidu-gelmek varidi…” ‘s’ye baskı yaparak “İnsanlar birbirini sseverdi” ifadesini kullanmıştı.
Anahtar cümle budur belki de. Evet insanlar birbirini gönülden severdi. Bir araya gelmekten zevk alır, ayrı kalınca özlerdi. Muhabbet hayatın merkezindeydi.
70’li yılların sonu ve seksenli yılların tamamını çok iyi hatırlarım. O zaman insanlar birbirini sseverdi!
Nasıl severdi?
Bir köy bir aile gibiydi. Herkesin birbirine minneti, himmeti, ülfeti ve muhabbeti vardı.
Rahmetli babam inek alıp satardı, celebti. Haftanın iki üç gününü özellikle Çaykara’nın Holo, Alisinos, Köknar ve Karaçam köylerinde geçirir, bu üç günde(Cumartesi-Pazartesi arası) bu köylerde misafir olurdu. Kimde ve nerde kalacağı belli olmadan rahatlıkla ve misafir edileceğinden emin bir şekilde Cumartesi gününden adını zikrettiğim köylerden birinin yolunu tutardı. Misal Alisinos’a gitmişse orada geceler, köyden birisi tarafından misafir edilirdi. Aynı şey Karaçam, Köknar ve tüm Holo köyleri için de geçerliydi. Ondandır ki bu köylerin bizim evde ayrıdır hatıraları…
Bizim köyde ise babamın alış-veriş için gittiğini ifade ettiğim köylerde değil de evde olduğu akşamlar bir yerde oturulurdu. Bu oturmalarda bazen on, on beş, yirmi ve daha fazla köylümüz bir araya gelir ve neşeli bir gece geçerdi. Bizim ev de ağırlıklı olarak gece oturması yapılan evlerden biriydi. Babam sık sık köylülerimizi hatta bazen komşu köylülerimizi bizim eve davet eder neşeli sohbetlere ortam hazırlardı. Davet dediğim olay birisine ‘uşaklar akşam bizdeyuk’ denilmesinden ibaretti. Gerisi dilden dile yayılır ekip yavaş yavaş toplanırdı. Kalabalık hangi evde ise o evde geceyi aydınlatmak için gazyağıyla çalışan lüks yakılırdı. Lüksün yandığı ev uzak mesafelerden görülür o evde muhabbet olduğu anlaşılır ve müsait olan kişi davete gerek olmaksızın lüksün ışığına gelirdi. Lüksün yanması ayrı bir merasim ve biz çocuklar için tam bir seyirlik olaydı. İspirto ile ateşlenen fitilin ışığı gazyağı deposuna takılı pompa ile parlatılır, 5 dakika süren bu seramoniyi kardeşler olarak ellerimizi yanaklarımıza dayayarak seyrederdik. Lüksün ışığı gece boyu azaldıkça pompalanarak parlatılırdı. Lüks yanarken dere sesine benzeyen bir ses çıkarırdı. Elektriğin olmadığı yıllarda kullanılan bu lüksler özel bir imalattı ve köylerde elektriğin olmadığı o dönem için gerçekten “lüks”tü. Köyde bu aydınlatma aracına yöresel ağızda löküs denirdi.
Muhabbet için peyderpey toparlanan ahali sohbetler, şakalar, gülüşmeler ve kahkahalar ile gecenin karanlığını neşeye boğardı. Gece 24:00’e yaklaşınca bir kaç çay faslı geçmiş olur ve sıra gecenin finalini yapacak olan bisküvi kutusuna gelirdi. Bugün piyasada olmayan küp şeklindeki tahminen iki kilo kaymaklı ya da finger bisküvi alan kübik kutu için çalı oynanır bazen bu oyun sabahın ilk ışıklarına kadar devam ederdi. Sabaha doğru bisküvileri bir ya da iki kişi kazanırdı. Bir kaç kez sabahladığımı hatırladığım bu gecelerde babamın ayrıca gece 24:00 civarlarında anneme baklava yaptırdığını ve annemin baklavayı açıp pişirip şerbetleyerek gece 02:00 dolaylarında misafirlerin yediklerine şahit olmuşumdur. Kimsede bir bezginlik olmaz insanlar bir araya gelmek için can atardı. 9-10 metrekarelik camekanlı odalarımızda bazen 20-25 kişi oturur sigara dumanından göz gözü görmezdi. Odalar dar, ortam sıkışık ama gönüller geniş; dolayısıyla herkes hayatından ziyadesiyle memnundu. Geceyi tamamlayanlar bir sonraki akşam nerede- kimde oturulacağını(toplanılacağını) da kararlaştırırdı.
70’li yılların sonları ile 80’li yılların tamamını kuşatan bu oturmalar tam bir muhabbet havası estirirdi.
Bugünün dünyasından anlamakta zorluk çekeceğimiz bu güzel günleri özlememek ne mümkün…