Çaykara’nın, Dernekpazarı ilçe olup ayrılmadan önce, 42 köyü vardı. Şimdi bunlara mahalle diyorlar…
Coğrafî olarak bu köyler içerisinde en büyüklerden birisi Şahinkaya’dır. Yukarı ve aşağı (Şur) olmak üzere iki kısma ayrılarak tanımlanır. Köyün sınırları Hadi Deresi’nden, yani Ataköy sınırından başlar ve Çaykara’nın merkezine kadar uzanır. Solaklı Deresi ve Kazan Kıran arasına sıkışan ve jeolojik özelliklerinden dolayı sürekli göç veren (Kırıkhan, Gökçeada vs) bu köyün genel Çaykara kültürüyle uyumlu, ama kendine has özellikleri vardır. Ağırlıklı olarak, Bayburt sınırları içerisinde kalan, Kuşmer Yaylası ve burada muhafaza edilen gelenekler (yaylaya çıkış ve iniş tarihlerine gösterilen uyum, çayırların birlikte kesilip dağıtılması, gece oturmaları ve eğlence kültürü) kolektif bilincin gelişmişliği, dayanışma ruhunun canlı tutulması bağlamında dikkat çekici bir özellik olarak karşımızdadır.
Bu köyün bir başka özelliği sanat, kültür, edebiyat, sağlık ve mühendislik alanlarında yetişmiş çokça insanının bulunmasıdır. Bu büyük birikimin içerisinden aynı soyadı taşıyan dört isim bu yazının ana konusunu ihtiva etmektedir. Bunlar; Hasan Hüsnü Durgun, Orhan Durgun, Necdet Durgun ve Mehmet İlhan Durgun’dur.
Hasan Hüsnü ve Orhan Durgun kardeşler, bu köyün yetiştirmiş olduğu ve Çaykara yöresine has atma türkü geleneğinin önde gelen temsilcilerinden “Mahnida” lakaplı Ahmet Hamdi Durgun’un oğullarıdır. Babalarından gelen kültürel özellikleri yaşamlarına uyarlayan bu kardeşlerden büyüğü olan Hasan Hüsnü, Türk Dili ve Edebiyatı alanında eğitim gördü. Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisi olarak uzun yıllar binlerce öğrencinin belleğinde iz bırakacak şekilde mesleğini icra etti. Ben kendisini üniversitede hoca olduktan sonra tanıdım ve bedeninin tamamına sinmiş olan, renkli gözlerinden dışarıya yansıyan ve enfes üslûbuyla kendini hissettiren nezaketinden hep etkilendim. Emeklilik sonrası ortaokuldan hocam İsmail Sarı ile birlikte tarihi, kültürel ve coğrafi özellikleriyle kapsamlı ve akademik değeri yüksek “Çaykara” kitabının editörlüğünü yaptı. Yeşil kaplı, oldukça hacimli bu kitabı akademisyen bir arkadaşıma gösterdiğimde “Ne o Çaykara’ya kitap mı indi?” şeklinde, şakacı bir üslûpta, altında asla başka bir maksat aranmayacak bir karşılık vermişti.
Önemli bir kültür hizmeti olan bu eser, Çaykara’nın pek çok birikimini ortaya çıkartmasının yanında Trabzon’un diğer ilçelerinin tarihinin yazılmasına da esin kaynağı oldu.
“Mahnida”nın küçük oğlu Orhan Durgun, İstanbul Teknik Üniversitesi Makina Mühendisliği Bölümünü bitirdikten sonra akademisyenliği tercih etti. Yapmış olduğu başarılı bilimsel çalışmalarıyla “Profesörlük” mertebesine erişti. Akademik kariyerinin büyük bölümünü Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde geçiren Orhan Hoca, çok sayıda öğrenci yetiştirdi. Öğrencilerinden akademik hayatı tercih edenler, şimdi onun ayrıldığı kürsüde “Profesör” unvanıyla görevlerini sürdürüyorlar. Prof. Dr. Orhan Durgun, bilimsel alandaki çalışkanlığını, titizliğini ve idealizmini sosyal yaşamına da uyarlamıştır. İstanbul’da, “Teknik Üniversite” yıllarında öğrenmiş olduğu horon sistematiğini; mesleğini icra ederken hem Karadeniz Teknik Üniversitesi’nin öğrencilerine hem de Trabzon’daki çeşitli liselerde okuyan öğrencilere aktararak büyük sosyal sorumluluk projelerine imza attı. Binlerce öğrenciye horon oynamayı öğretti ve hâlâ öğretmekte. Horon onun yaşamının vazgeçilmezi! Cavit Şentürk geleneğini onun kadar samimiyetle sürdüren başka bir isim yoktur. Horon alanında kısmi birikimi olan bir kişi olarak, böyle bir iddiayı ortaya koyarken; Orhan Hoca’nın bu özelliğinin yukarıda değinmiş olduğum Kuşmer Yaylası geleneğinden ve babasının genlerinden gelmiş olduğunu düşünmekteyim. O, horonu ve halk kültürünü akademik düzeye de taşıdı. Bu alanda yazmış olduğu kitap ve makalelerle bilgi birikimini kalıcı hale getirip kültür envanterine katarken; konferanslar, televizyon programları ve kurmuş olduğu “Horon Akademisi” vasıtasıyla da topluma uzanmayı hedeflemiştir. O, halk kültürüne olan ilgiyi, sevgiyle bütünleştirip geniş kitlelere mal etmeye çalışan “yapayalnız” bir adam olarak; yolunda bıkmadan, yorulmadan yürüyüşünü sürdürmektedir.
“Durgun” soy ismini taşıyan ve bu yazıya konu teşkil eden diğer iki isim sağlık alanında eğitim almış, başarılı çalışmalara imza atmış; bunların yanında toplumsal ve kültürel sorumluluklar üstlenmiş Eczacı Necdet Durgun ve Dr. Mehmet İlhan Durgun’dur.
“Mahnida” soyundan gelen, onun torunu olan Necdet Durgun, İstanbul’da eczacılık eğitimini tamamladıktan sonra doğduğu topraklara dönerek açmış olduğu “Çaykara Eczanesi” ile yöre halkına uzun yıllar hizmet veren bir idealisttir.
Eczanesine gelen endişe ve ümit karışımı bir edayla kendisine bakan hastalara ve yakınlarına onun kadar güler yüzle yaklaşan, İstanbul Türkçesiyle ve öğretici bir üslûpta ilaçların nasıl kullanılacağını aktaran başka birisini tanımıyorum. O, İstanbul’dan Çaykara’ya sadece eczacılık birikimini değil, beyefendiliğini de taşıyan bir kişidir. Onun eczanesi sadece sağlık hizmeti sunmazdı. Küçük bir Anadolu kasabası görünümünde olan bir beldeye kamu hizmeti sunmak üzere gelen kaymakam, hâkim, savcı ve diğer memurların mesai sonrası vazgeçilmez uğrak yerlerinden birisi Çaykara Eczanesi idi. Orada, değişik aidiyet duyguları içerisinde sohbetler yapılır, memleket meseleleri tartışılırdı. Bu bakımdan orası bir nevi sosyalleşme platformuydu.
Eczacı Necdet Durgun, yöre insanının gözünde sadece sağlık konularında değil, pek çok konuda danışılan bilge kişi, bir “abi” rolündedir. O, çağdaşlığı temsil eden, aydın kimliğini muhafaza ederken inanç dünyasının da gereklerini yerine getiren, gösterişten uzak, sade bir kişilik olarak karşımızdadır. 1970’li yıllarda küçük bir ortaokul talebesi ve farklı ideolojik çizgide bulunan birisi olarak (!) onun eczane, cami ve bazı siyasî dernekler arasındaki mekik dokuyuşunu izler, ancak o tarihlerde layıkıyla anlamlandıramazdım…
Ecz. Necdet Durgun, 1990 yılında eczanesini Trabzon’a taşıyarak hizmetini ve çizgisini burada halen sürdürmektedir. Oluşturmuş olduğu birikimini 1990’larda siyasete tahvil etmeye çalışmış, fakat bulunmuş olduğu siyasî kulvarda hak ettiği karşılığı bulamamıştır.
Rahmetli Dr. Mehmet İlhan Durgun’u en sona bırakma sebebim, onun Çaykara insanının gönlünde ve hafızasında sonsuz sevgiyle ve minnet duygusuyla layık olduğu yeri bulmasındandır.
Vefat edinceye kadar (2008) 33 yıllık meslek hayatının tamamını Çaykara’da geçirdi. Tam bir Çaykara aşığı idi. Sakin ve gizemli bir dış görünüşü vardı. İç dünyasındaki tüm duygularını, çalışma yeri Sağlık Ocağı ile Baltacı Deresi üzerindeki köprünün hemen ucunda bulunan muayenehanesi arasındaki yolda, elinden düşürmediği sigarasından yükselen dumanla evrene salardı.
O, meslek yaşamının tamamında asla parasal bir kaygı taşımadan yöre insanının sağlık sorunlarına çare olmaya çalıştı. Geceli, gündüzlü ve tatil günlerine takılmaksızın, en ücra köydeki bir hastaya derman olabilmek için, kendisine gelen hasta yakınlarını kırmaz ve yola koyulurdu. Dr. İlhan Durgun’un idealist kişiliği ve bunun mesleğine yansıması sadece halk nazarında takdir görmemiş;1990’da Sağlık Bakanlığı tarafından Türkiye genelinde “yılın doktoru” olarak taltif edilmiştir.
Dr. İlhan Durgun aynı zamanda bir kültür insanıydı. Çaykara’da okuyan öğrencilere halk oyunlarını öğretir, onlardan oluşturmuş olduğu ekiplere milli bayramlarda sunum yaptırırdı.
Vefatından sonra, uzun yıllar hizmet verdiği ve yeniden inşa edilerek hastaneye dönüştürülen binaya adının verilmesi büyük bir kadirşinaslık örneği olarak hafızalarda kalacaktır.
Ünlü halk ozanımız Âşık Veysel “Var’dan gelen varlarız” der. Kaynak “Var” ve biz de ondan bir “cüz” isek; onun çizmiş olduğu istikamette olacağız. Yani önce “insan” !..
Gerisi teferruat…
İnsan olmanın en temel vasıflarından birisi vefadır. Bu, içerisinde ahlâkı, takdiri ve sorumluluk duygusunu zaten barındırmaktadır. Bize düşen görev, beldemizde var olan erdemli insan tipini, onların değer yargılarını bilmek, tanımak; sadece öldükten sonra takdir etmek değil, hayatta iken de hatırlamak ve hatırlatmaktır.
Çaykara’nın hemen her köyünde “ağalık” fonksiyonu taşımayan güçlü sülaleler ve onların içerisinden çıkan çokça isim vardır. Bunları bilmek, tanımak ve tanıtmak gerekiyor. Eğer hayata dair bir medeniyet tasavvurumuz var ve bunu geleceğe intikal ettirmek istiyorsak, riyadan ve kibirden uzak kalarak; kadir kıymet bilirlik özelliklerimizi harekete geçirerek, başka bir şey düşünmeden ve beklemeden samimi bir gayretin içerisinde olmalıyız.
Bu yazının temel gayesi; yukarıdaki imgelerden hareketle böyle bir sonucu ortaya çıkartabilmektir. Başka da bir şey değil…
Prof. Dr. Hikmet ÖKSÜZ
Karadeniz Teknik Üniversitesi
Ben şahsen merhum ilhan hocayı ve Necdet abiyi tanıdım. Hocaya Allahtan rahmet diliyorum. Necdet abi gerçekten Çaykaranın yüzakıdır. Özellikle Çaykara da bulunduğu yıllarda köylünün dert babası, Dara düşenin dermanı, borç isteyenin imdadı olduğunu anlattılar bana. Ama ben komşusu olarak beyefendi kişiliği alçakgönüllüğüyle tanıyabileceğimiz ender şahşiyetlerden biri olduğunu düşünüyorum. Allahtan kendisine hayırlı ve uzun ömür diliyorum.
hocam eline sağlık çok güzel yazdınız
Çok hoş bir anlatım. Çok beğendim. Dört kişinin bir bakıma otobiyografilerini aynı yazıya sığdırmak farklı bir yetenek. Tebrik ederim. Tree otobiyografi ya da kare otobiyografi diye tanımlıyorum.