Ne zaman o günleri ansam bir acı özlem kaplar içimi. Sürgündeymişim gibi gelir bana. Bir daha o günlere dönemeyeceğimden ümitsizlik içinde içim burkulur. Haksız bir özlem bu. Bazen kızarım yola. Üzerindeki yolcuları görünce hele o dev kamyonlara. Hemen içimden ”Hakkım değil.” diyerek vazgeçerim.
Dik ve yamaçlı patika yollardan saatlerce süren zor yolculuk. Gelmesi de nefesi keser ha… Tekerleme gibidir. Tekrar eder her yaz boyu… Ettirmesen inekler ne yiyecek kışın. Süt nerden bulacaksın? Bir sürü sıkıntı ve eziyet…
Kadınların sırtlarında beş deste ot, önlerinde çift taylı ot yüklü bir eşek. Sabah karanlığında yayladan köye bir göçtür başlar. Yağmur çamur ayrı bir engel. İnsanlara mı yoksa tayları tartan eşeğe mi acıyasın… Bir gün iki gün değil, aylarca devam eden çile… Sabah köye, akşam yaylaya. Amaç otları köye indirmek, inekleri beslemek.
Ot taşımak derler hani,çile taşımak deseler daha uygundur. Bu,gençler tarafından özlenen bir uğraşıdır. Yaşlıların nefreti.Her kışın uydurulan atışmalar, buna karşı bir özlemdendir. Söylenmez zamanı gelmeden maniler. Bu mevsimde delikanlılar fiyakalıdır ha… Yatak altında ütülettikleri pantlolonlarını bozmak istemezler. Kaşkollarını rüzgara verirler. Boğazlarına bağladıkları mendili yan çevirirler. Buzağıya yalattıkları saçları parlaktır ve yana yatıktır. Traşları sinekkaydıdır her gün. Köyde eşeğin yükünü döker dökmez tabana kuvvet yola koyulurlar. Tepeleri aşan ve üzerinde insanları taşıyan kamyonlar ne gezer…
Söylense inanılmaz bile. Toplanma yerinde takılmalar başlar. ”Seninki dün çok seviçliydi. Ya seninki, yüzünden düşen bin parça… Yükü mü ağırdı acaba? Terden mahvoldu, yazık. ”Hepsinin birer gözdesi var. Dönüşte onu kaçırmamak için yemek bile yarıda kalırdı çoğu kez. Onunla yokuş düz gibiydi. Onsuz çekilmezdi. Ne gelecek ne de geçim derdi… Akşam turşu, sabah kuymak çok bile. Beş somarlık tarla var ya… Yaylada, mezirede birer çayır. Bir de iki inek. Hele otu taşıyacağı bi eşek… Ama alaşası, tembeli değil ha.. Biraz da kaçak tütün. Keyfine diyecek yok delikanlının. Hele bir horon düzüne varsam, horon oynasam, üstüne de bir türkü, tek özlemi bu. Şimdikiler böyle mi? Beşikte bile gelecek düşüncesi…
Ot taşıma mevsiminde genç kızlar yayla çayırındaki rengarenk çiçekleri andırırdı. Yeni yeni önlükler, renk renk yaşmaklar. Cicili biçili fistanlar… Ta ötelerde yürüyen yayla çayırı gibiydi kız kümesi… Renkli bir öbek. Her an takipte delikanlılar. Horon düzü doluydu. İğne atsan yere düşmez. Kızlardan biri: ”Yine de mi ordalar, bu akşam da inekler kapıda kalacak,üşüyecek hayvanlar…” sözüne karşılık:”Sus, horonsuz ot taşımak olur mu hiç.” cümleleri duyulurdu.
Bir vaybenidir yankılanır dağlarda. Koro halinde bu nağmeye delikanlılar haykırmalarla cevap verirdi hemencecik… Her delikanlı haykıramazdı. Bir kaç dakika sürmeliydi. Yoksa gülerler… Yaklaşınca kesilirdi hem vaybeni hem de haykırmalar. Her iki tarafta da tık yok. Kemençeci tele dokununca bir iki delikanlı yolu kesmiştir bile… Horonsuz geçilir mi hiç… Bir eğlencedir başlardı… Atışmalar,vaybeniler, haykırmalar…
Medeniyet bu ya…
Ülke kalkınıyor ya…
Yaylaya yol…
Kamyonlar tepeleri aşıp yaylaya ulaşmaya başlayınca gençlerin yüzü asık. Yüzleri bir karış. Olur mu hiç. Olur ya. Horon düzü çimen bağladı… Hele yaya yollar yeşerdi, çayırdan bile farkı yok. Yaya giden yok. Otlar bir iki saatte kamyonla köye iniyor. Yayla yollarında değil öbek öbek gençlere, cinlere bile rastlanmıyor artık. Bir garipliktir çöktü yollara. Hele o ıssızlık…
Bir ılık rüzgar yolda büyüyen otları bir o yana bir bu yana sallar oldu. Halkın bir geleneği de bir kuru yaprak gibi uçtu bayırlardan aşağıya. Bir daha dönmezcesine. Patika yollarla kültür ağacımızın bir dalı daha yokoldu. Özlemim boşuna. Yaya yolları bulana maşallah….
(Anılarda Yaşarım,1980, Ataköy)
Mustafa KORKMAZ