Aşağıdaki sözleri; siyasetle hiçbir bağı olmayan, aksine siyasetten hiç ama hiç haz etmeyen ve de sırf bu sebeple evinden televizyonu kaldıran birisi yazıyor.
Son yıllarda Türkiye, hem içte hem de dışta, kıkırdaksı hatta bazı dokularındaki mayışık yapısını onardı ve kemikleşmeye başladı. Ortaya koyduğu dik ve dinamik duruşuyla içte ve dışta hem saygı hem de tedirginlik meydana getirdi. Güçlü bir Türkiye, gelecekten beklentisi olanlara ümit, gelecek hesabı yapamayacak kadar feraset fukarası olanlara da endişe verdi. Ebed müddet daim olsun inşallah.
Devlet güçlü olmalı. Her şeye rağmen güçlü olmalı. Ama her şeye rağmen. Devleti meydana getiren bütün yapılar da güçlü olmalı. Onu temsil eden iktidar da güçlü olmalı. O iktidarı meydana getiren bütün yapılar da güçlü olmalı. Hayal kırıklığının telafisinin, on yıllara bâli olduğu, geçmişte yaşanan onlarca örneğiyle pratiğe döküldü. İşte bu yüzden Türkiye, yoluna en ufak bir inkisar yaşamadan devam etmeli.
Yalnız bir sorun var. Güç budalası, şakşakçı bazı bukalemunlar, büyüyen bünyeyle beraber bir ur gibi palazlanmaya başladı. Bugüne kadar hayatın en alt kümesinde kalma mücadelesi veren bir kısım basiretsiz boş kümeler, liderin kanatları altında kıymet bulacağı zehabıyla arzı endam etmeye başladılar.
Sırtını dayadığı zihniyetin kıyısından bile teğet geçmeyen bir kısım insanlar, vaktinin büyük bir kısmını o zihniyete alkış tutmayla geçirir oldu. Bu insanların ne sırtını dayadığı kütleye, ne hitap ettiği kitleye hiçbir faydaları yok. Gelecekte milletin kaderine ot tıkayacaklar da bu kimseler olacaktır. Bugün güzel poz verdikleri güç sahiplerinin gücünü, yarın kendi gücü hesabına kullanacak olanlar da bu kimselerdir.
Öyle laçka bir asırda yaşıyoruz ki; daha iyi gülücük atabilenler, daha iyi bel bükenler, daha iyi alkış tutanlar, daha iyi takla atabilenler itibar görüyor. Hal böyleyken sen gel de “Gözünün üzerinde kaş var de!”. Bugün her şey yolunda olsa da yarın bu ‘ortalık süt liman’ piyesini oynayanlar yüzünden milletin canı çok yanacak.
İnsan ile Allah arasında bir fark var. İnsan kendi ferasetiyle sınırlı oranda zaman ve mekâna hükmeder. Allah ise tüm zaman ve mekânın hâkimidir. İnsan denen varlık ne kadar iyi niyetli olsa da, ne kadar iyi hesaplar yapsa da her şeye muktedir olamaz. Belki şah damarını muhafaza edebilir. Ama beyninin minicik damarlarında meydana gelebilecek muhtemel bir metastazı kontrol edemez. Kendini bilmez küçük bir tümör gelir, o koskoca bedenin kontrol ünitesi olan beynine çöreklenir.
Hep yapılan hata… İhtişamlı, namlı, endamlı bey, yaşadığı müddetçe kendinden sonrasına bile yetecek kadar ihtişam ve nam bırakacağını zannettiği için kendinden sonrakilere ayrıca bir not bırakmaz. Ve sonra her şey bir salâ ile başlar. Her şey bölük pörçük, her şey darma duman, her şey yıkık dökük olur. Ortada ne nam kalır, ne ihtişam.
Yanlış ve yolunda gitmeyen şeylerin söylemesine ihtiyaç var. Yalnız bu, siyasi hesapları adına kıvrananlarca söylenmemeli. Ayak kaydırma oyunlarına malzeme olması için söylenmemeli. Düzeltme adına söylenmeli. Fayda üretilmesi adına söylenmeli. Özetle, muhatabın onuru zedelenmeden söylenmeli. Ama bunu öncelikle yolunda gidecek olan arabanın içindekiler söylemeli. Şoföre yakın olanlar söylemeli. “Aman nahoş tabloları arzeden ben olmayayım” saplantısı, bugün olmasa da yarın vicdanlarda saplanacak bir yer bulur.