Bu bahara kilometrelerce uzaktan, kutsal toprakların kutlu ecdadının destan yazdığı; kanın, acının aynı zamanda gururun, vatan aşkının tecelliyatı, bir tarihin yattığı o güzel diyardan hoş geldin dedim.
Mezarlardan gül kokusuyla uyanan yeşil, eteğinde salınan maviyle öylesine ahenk tutturmuş ki, teşekkür ettim. 98 yıl öncesinde bu güzellikleri kanlarıyla sulayıp bugüne, bizlere hediye ettikleri için onlara minnetle sunduğum teşekkürü bir borç bildim..
Ne melun bir zamandı. Yoklukla acının harman olduğu, ölümle kucaklaşmanın aşk olduğu…
İlahi kuvvetin tecelli bulduğu, sarsılmaz imanın başarıya kavuşturduğu…
Bir yandan maddeyi unutturup maneviyatla kanatlandıran, iman aşkıyla melekleşip destan olan yiğitlerin şahlanışı… Diğer yandan duanın, niyazın, fedakârlığın yegâne temsilcileri analarımızın vakur ve güç kaynağı timsaliyle yüce dağlar gibi sıralanışı…
Söz konusu sadece vatandı ve ızdıraplarla gelen ölüm bile bu aşkla coşan yürekleri durduramadı. Ne Türküne baktı, ne Kürdüne baktı..
Vanlı Ahmet’le, Edirne’li Mehmet kucak kucağa yatmaktaydı. Öylesine bir güçtü ki… Kilolarca ağırlıktaki topun altında ezilmek yerine, kanat takıp Rabbine uçmaktı.. Ve yine öylesine acımasızdı ki…
Babayla oğlu karşılaştırıp, kucaklaştırmaya zaman tanımamaktı..
Onlar ateşin ortasında açan fazilet çiçekleriydi. Kültürlerinin, inançlarının en mükemmel temsilcileriydi.. On beşliklerinin, yirmiliklerinin tahsillerini, geleceklerini bırakıp; dönmeyi dahi düşünmeyip bir karış vatan toprağı için sadece şehadete kilitlenmeleriydi..
Ve onlar ki, hala daha günümüzde yaşanacak hayatın adres göstericileri, o ruhu yaşayıp, yaşamımıza dahil etmemiz gerektiğinin işaretçileri..
Şüphesiz memnunuz, gururluyuz övünç abidesi atalarımızdan. Ama asıl önemli olan, biz torunları olarak ne kadar hoşnut bırakabilmişiz onları yarınlardan.. Bilinmez…
Fakat en azından tek bilinen var ki.. ‘dua’ adres istemez…