ref: refs/heads/v3.0
ÇaykaraDernekpazarıÇaykara KöyleriÇaykara Köyleri HaritasıÇaykara NeredeUzungölÇaykara nedirWhatsApp Link Oluşturma
DOLAR
39,7225
EURO
45,6845
ALTIN
4.297,43
BIST
9.203,37
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
reklam

Coğrafya ve Yaşam Biçiminin İnsan Karakteri Üzerinde Etkisi ve Bir Çaykaralı Portresi

Coğrafya ve Yaşam Biçiminin İnsan Karakteri Üzerinde Etkisi ve Bir Çaykaralı Portresi
23.06.2025 03:59
A+
A-
Araştırmacı Tarihçi, Yazar Yunus Mutlu 1975 Çaykara, Çambaşı Mahallesi doğumlu, Osmangazi Üniversitesi Tarih bölümü mezunu. Yomra Fen Lisesi de dahil olmak üzere uzun yıllar Tarih öğretmenliği ve idarecilik yapmıştır. Halen Arsin Halk Eğitim Merkezi Müdür Yardımcısı olarak görev yapmaktadır.
Coğrafya ve Yaşam Biçiminin İnsan Karakteri Üzerinde Etkisi ve Bir Çaykaralı Portresi [1]
İnsanoğlu yaradılış icabı bir fıtrat üzere doğar. Ancak insanın dünyaya gelişinden, hatta anne karnından itibaren onu etkileyen bir takım dış faktörlerin olduğu da bilinmektedir. Bu etkenler çok eski dönemlerden itibaren hem bizatihi insanın kendisinin hem düşünür ve araştırmacıların gündemlerinde olagelmiştir. Aslında insanı anlama ve anlamlandırma süreçleri olan tüm bu arayışlar birtakım etkenlerin varlığı etrafında yoğunlaşılmasına sebep olunmuştur. Tüm bu tecrübeler aile, eğitim, farklı çevresel ve coğrafi faktörlerin insanın karakter ve şahsiyeti üzerinde etkili olduğunu ortaya çıkarmıştır. Çalışmamızın konusuyla alakalı olması itibariyle coğrafi faktörlerin insanın fiziki özelliklerinden, ruhi yapılarına kadar etkili olduğu, bunun çok eski dönemlerinden itibaren fizyonominin konusuna dehalet ettiği bir gerçekliktir. Tarihle iç içe olan coğrafya sadece insanların gelir ve geçim kaynaklarına etki etmez. Aynı zamanda tarihi olayların oluşum ve gelişim süreçlerine bazen yüzeysel bazen de derinlemesine etki etme kabiliyetine sahiptir. Bu çerçevede bu gerçeklikten hareketle Çaykara’nın coğrafi yapısının Çaykara insanı üzerinde meydana getirdiği maddi ve manevi etkilere, yerel yaşantılar üzerinden getireceğimiz kanıtlarla ışık tutmaya çalışacağız.
Coğrafya Yunancada yer, memleket anlamına gelir. Coğrafya yeryüzünün fiziksel olarak tasvirinin yapılması, iklimi, nüfusu vb. özellikleri konu edinen bir bilimdir. [2] İnsanın temas halinde olduğu her şey insana etki eder ya da insandan etkilenir. Bu çerçevede coğrafya, insan ve tabiat arasındaki ilişkilere de temas ederek bunlar arasındaki ilişkileri nedensellik çerçevesinde açıklayan bir araştırma türüdür.
Pisagor, Thales, Heredot, Aristotales, Hipokrat’a varıncaya kadar birçok düşünür insanlığın var oluşundan itibaren kâinat ile insan arasındaki ilişkiyi değişik biçimlerde açıklamaya çalışmıştı. Çünkü yaşanılan coğrafya ile tarih arasında doğrudan bir ilişki mevcuttur. Tarihin babası olarak bilinen Heredot’un Mısır için “Nil’in armağanıdır” sözüyle kast ettiği yine bu zaviyedendir. [3]
Bilim insanları, insan karakteri ile iklim, doğa ve coğrafya arasında sıkı bir ilişkinin olduğunu ortaya koymakla beraber bu konu yaradılış olarak kutsal kitaplarda da yer almıştır. Örneğin Kuran’ı Kerim’de birçok ayette insanının topraktan yaratıldığı ve dolayısıyla evrenle olan irtibatı çokça geçmektedir. Örneğin “Gerçekten biz insanı pişmemiş kuru çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık ”, [4] “Allah insanı kiremit gibi pişmiş bir çamurdan yarattı ” [5] benzeri birçok ayet insanın tabiatın bir nüvesi olarak yaratıldığını belirtmektedir. Bu ve benzeri ayetler insanını en önemli beslenme vasıtası olan toprak ve ondan elde edilen besinler ile insanın doğrudan bir illetinin olduğunu da ortaya koymaktadır. Bu zaviyeden doğa koşulları ve iklim şartları ile insanın fiziki ve ruhi yapısı arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu söylemek mümkündür.
İbni Haldun, iklim şartlarının insanların ten/göz renklerinden; ilmi, sanatsal vb. tüm insani ürünlerine varıncaya kadar etkili olduğunu savunmaktaydı. [6] Sosyoloji ilmine temel teşkil edecek bedevilik (göçebe)-hadarilik (şehirli) terimlerinden bahsederken yine tabiat şartlarını göz önünde bulundurmuştu. Ona göre farklı kültür ve medeniyetlerin, değişik inanç, düşünce sistemleri, gelenek ve yaşama biçimlerinin ortaya çıkmasının temelinde iklim şartları belirleyici rol oynamaktadır. İnsanların fiziksel, ruhsal ve ahlaki yapıları yanında; devlet, şehir ve kasabaların yeryüzüne dağılışlarında da iklim şartlarının etkili olduğunu belirtir. Bu bakış açısına göre insan yaşamına oldukça elverişli olan ılıman iklim koşullarındaki insanların meskenden, kılık kıyafet seçimlerine varıncaya kadar ileri düzeyde bir medenileşme örneği ortaya koyduklarını savunmuştu. Elverişli olmayan iklim bölgelerindeki insanlarının meskenleri, kılık kıyafetleri ve konuşma biçimlerinin oldukça geri olduğunu, hatta buralarda yaşayan hayvanların yaşam biçimlerine yakın olduklarını belirtir. Bunu Kuran’ı Kerim’in Tevbe Suresi’nin 97. Ayeti; “Bilesiniz ki göçebe Araplar (bedeviler), nankörlük ve ikiyüzlülük hususunda çok daha ileri düzeydedir…” [7] ile açıklığa kavuşturur.
İbn-i Haldun bunların haricinde bugün modern bilimin de ortaya koyduğu gibi iklimin gıdalar üzerindeki etkilerinden hareketle gıdaların insanın ruh ve beden yapısında değişiklikler meydana getirdiğini savunur. [8] İmkânları kısıtlı olan coğrafyalarda yaşayan insanların bolluk içinde yaşayan insanlara nazaran fiziksel olarak daha sağlıklı olduklarını vurgular. Bunun nedenini kısıtlı arazilerde yaşayan insanların daha çok çalıştıklarına ve bundan dolayı vücutlarının daha düzgün olmasına, bolluk içerisinde yaşayanların ise hareketsizlikten dolayı tembel ve hantal olmalarına bağlar. Tarım toplumlarının bolluk içerisinde yaşamalarına rağmen farklı biçimlerde beslenmelerinden dolayı alınan gıdalardan kaynaklı daha dikkatsiz ve dayanıksız olduklarını ifade eder. Bolluk ve kıtlık durumunun insanların dini yaşamlarını da etkilediğini, kıtlık içerisinde olanların şehir ortamlarında yaşayanlara göre dini yaşam konusunda daha hassas ve ibadetlerine daha düşkün olduklarını belirtir.
Bu bilgilerin ışığında kırsal bir arazi yapısına sahip olan Çaykara’da yukarıda adı geçen düşünürlerin ortaya koydukları coğrafya-insan ilişkisi eksenindeki tecrübeler tetkike tabi tutularak aşağıdaki bilgiler ortaya konulmuştur. Şehirden oldukça uzak, ulaşımı zor, sarp bir arazide yaşayan Çaykaralılar şehirden, medeniyetten uzak olmalarına rağmen, Strabon, El Kindi, İbn- Haldun’un, standartlarında belirttikleri bedevi, ilkel bir topluluk değildir. Çaykara, Türkiye’nin eğitim düzeyinin en yüksek olduğu ilçelerinden birisi olarak, ilmi geçmişi oldukça köklü, aynı zamanda toplumsal olayların ve sosyal problemlerin en az yaşandığı yerlerdendir. Bilim ve kültür üretme konusunda oldukça mahir, hem yaşadığı coğrafyayla barışık hem de göç ettiği şehir insanıyla intibak ederek yaşamasını bilen bir yapıya sahiptir. Sürekli olarak doğa ve onun etkilerine karşı mücadele etmesine rağmen, güçlü ancak kaba olmadıklarını, diğer insanlara ve varlıklara karşı hoşgörülü olabildiklerini ortaya koymuşlardır.
Çaykara, Karadeniz ile Doğu Anadolu arasında kestirme bir ulaşım özelliği taşımasından dolayı tarih boyunca kara ve deniz ulaşımının revaçta olduğu dönemlerde önemli bir stratejiye de haiz olmuştu. Dağlık ve yerleşime elverişsiz koşullara sahip olan Çaykara’da yerleşim, Solaklı Vadisi boyunca dağ yamaçlarına sağlı sollu olarak kuzey güney istikametinde şekillenmiştir. Sarp arazisine rağmen ilçe merkezinden başlamak suretiyle köyler, mezireler ve zirvelerde yaylalarıyla tüm kara parçası, insanların şenlik/iskan alanı olarak tarihin yazılan ve yazılmayan izleriyle doludur. Tarihe bazen kalıcı bazen silik izler bırakan Çaykara insanı tüm zor koşullara karşı doğasıyla ve değerleriyle bu günlere kadar hem kendi coğrafyasında hem de Türkiye’nin ve dünyanın birçok merkezinde iz bırakmaya devam etmektedir. Cefası çok sefası az olan bu coğrafya bazen “arifi çok âlimi az” bazen de hem âlimi hem de arifiyle birçok kişinin yetişmesine mesken teşkil etmiştir. Başka bir ifadeyle bu yöre insanını hem mekteplisi hem de alaylısıyla hayat okulunun müderrisleri, arif bir toplum olarak tanımlamak fazla abartı olmaz kanaatindeyim.
Çaykara Coğrafyasının Çaykaralı Mizacı Üzerindeki Etkisi:
Çaykara’nın coğrafi yapısı engebeli, dağlık ve sarp arazisi, sık ve gür ormanları, yeşil bitki örtüsüyle kaplanmış bir özellik arz eder. Dik dağ yapısı köy ve mezra yerleşkelerinin dağ yamaçlarına dağınık olarak serpilmesine sebep olmuştur. Yaylada ise arazinin nispeten daha düzgün olması yerleşimin de daha toplu olmasını sağlamıştır. Arazinin ani yükselen dağlarla kaplı olması ve coğrafi konumunun denizden 25 kilometre içeriden başlaması nedeniyle deniz etkisinin iç kesimlere doğru sokulmasını engellemiştir. Bu durum karasal iklim özelliği ortaya çıkarmasa da özellikle kış aylarının daha sert geçmesine neden olur. Bunun neticesinde özellikle kış ayları sahile göre oldukça soğuk geçer. Genel itibariyle hava şartları aynen sahil kesiminde olduğu gibi bir gün içerisinde bile değişken olabilmektedir. Bahar aylarında, bahar havası yaşanırken bir anda kış etkisine geçilmesi mümkün olabilmektedir. Yaz aylarında da yüksek yayla kesimlerinde ani değişen hava koşulları insanların yaşam ve karakter yapılarına doğrudan etki edebilmektedir. Tüm bu coğrafi unsurlar Çaykara insanının maddi ve manevi yapıları ile gelir geçim kaynakları üzerinde etkili olabilmektedir. [9] Çaykara’nın fiziki coğrafyası, hinterlant bağlantıları ve iklim şartlarının çok elverişli olmaması, kısıtlı ekonomik faaliyetlerle kendi içinde kavrulan bir döngüyü ortaya çıkarmıştı. Bu döngünün merkezinde yakın zamanlara kadar hayvancılık öncelikli olmak üzere kısıtlı bir arazide gerçekleştirilen tarımsal faaliyetler yer almıştı. Bu coğrafi koşullar insanların hayatta kalabilmeleri için bir taraftan bunlarla mücadele etmeyi diğer taraftan onunla uyumlu olabilmeyi netice vermişti.
Çaykara ilçe yerleşkesi ortalama 280/300 metrelerden başlar ve zirvede 3000 metrelere kadar ulaşır. Bu yükseltilerin her bir kilometresinde insanların değişik yerleşim biçimleriyle yaşadıklarını görmek ve gözlemlemek mümkündür. Bu yerleşimler köylerle başlar, mezirelerle devam eder ve 3000 metrelerde yaylalarla zirvede sona erer. Teknolojik araç ve edevatın yeterli olmadığı dönemlerde insanlar bu yerleşim yerlerindeki tarım, hayvancılık, marangozluk, demircilik, kerestecilik vb. iş ve işlemleri basit araçlarla ve insan gücüyle yapmak durumundaydılar. Örneğin köyden mezireye, yaylaya gitmek için oldukça dik araziden ve dar patika yollardan saatlerce gidip gelmek durumundaydılar. Her gidiş ve dönüşün insan sırtında bir yükle gerçekleştiğini de nazarı dikkatten kaçırmamak lazımdır. Yakacak odununu, evinin tamiratını, yiyeceği mısırı, fasulyeyi, giyeceği elbiseyi, hayvanının yiyeceğini kendisi üretmek durumunda olan insanların bu koşullarda farklı farklı özellikleri, yetenekleri ortaya çıkabilmekteydi. Bu farklı yeteneklerle beraber çok yönlü, her işten anlayabilen, işten kaçmayan insan tipleri ortaya çıkmış olmaktaydı. Ayrıca Uzun yol ve yolculuklar ile uzun kış gecelerinin, sözlü tarih ve edebiyat kültürünün gelişmesine etki ettiğini ilave etmek lazımdır.
Yukarıda bahis edilen coğrafi şartlar, Çaykara insanının temel karakteristik özelliklerini belirleyerek bu özelliklerin etnik kalıpları üzerine nakşedilerek işlemesine sebep olmuştu. Bu yaşantı formu ve vasıflar, nesilden nesile aktarılan mekânı, zamanı değişse de değişmeyen bir genetik kod halini almıştır. Bu özellikler çalışkanlık, yardımlaşma, cömertlik, dayanıklılık, kanaatkârlık, kararlılık, sanatkârlık, çok yönlülük, kadirşinaslık, boş durmamak, işini takip etmek, hayatla dalga geçmesini bilmek, olayları nedenselliğe bağlamak, ayrıntıcı, kolay sinirlenen kolay yatışan, tez canlılık, şükreden, sabırlı, hoşgörülü, sorumlu, tutumlu, pragmatist vb. şeklinde sıralanabilir.
Çaykara’da kalıcı olarak yaşayan insanların mevcut coğrafya içerisinde artısını eksisini gözetmeden aynı kararlılık ve düzen içerisinde yaşamaktan başka çıkışları yoktur. Bu yaşam biçiminin terbiyesiyle yetişen gençler belli bir zaman sonra maddi ve diğer sosyal ihtiyaçlarının karşılanamaması nedeniyle Çaykara’yı terk etmişlerdir. Göç eden bu insanlar köylerinde öğrendikleri ve karakterleri haline gelen yaşam stillerini gittikleri yerlerde iş ve eğitim hayatlarına dayanak yapmışlardır. Bu insanlar nerede yaşarlarsa yaşasınlar bu özelliklerin “Çaykaralılık” düzleminde benzerlik göstermesinin temelinde bu hayat felsefesinin öğretisi yatmaktadır.
Bu bölümün altında yer alacak olan başlıklar Çaykara’da, 40-50 sene öncesine dayanan yaşam tecrübelerinden elde edilen bilgi ve analizlerin sonuçlarından oluşmaktadır. Bu verilerden hareketle bir Çaykaralının yukarıda sıralanan genel özelliklerini, yaşadığı coğrafyayla ilişkilendirerek okuyucunun taktirine sunuyorum.
a) Çalışkanlık: İnsanların yürümekte bile zorlanacağı yaşamsal alanlara sahip olan Çaykara’da işlerin makine marifetiyle görülmesi oldukça güçtür. Yakın zamanlarda insanların hayatına giren taşıtlar, benzinli odun testereleri ve ot biçme motorları haricinde, çalışma hayatlarını kolaylaştıran herhangi bir gelişme olmamıştır. Dolayısıyla köyde yapılan işlerin tamamı insan gücüyle yapılmak zorundaydı. Odun/kereste işleri testere, hızar, satır, balta; ot işleri tırpan, orak, tırmık; tarla işleri bel, kazma vb. bahsedilen bu basit el araçları, insan gücü ve becerisiyle yapılmak zorundaydı. Arazi dar, nüfus kalabalık olunca insanların beslenme, giyim, barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için çocuktan yaşlısına, çalışmak zorunlulukları vardı. Çünkü bir ev halkının geçinebilmesi, işlerin yetiştirilebilmesi için herkesin çalışması gerekmekteydi. Çalışma sahası kış ayları hariç, köy ile ona bağlı mezra ve yayla sınırları ile çevrelenmiş, geniş ve zorlu bir coğrafyayı kapsamaktaydı. Kış aylarında ise daha çok köy sınırları içerisinde çalışılırdı. Çaykara’da temel geçim kaynağı hayvancılık olduğundan, hayvanlarının beslenebilmesi için yaz/kış çalışmak zorunluluğu vardı. Bu koşullardaki çocuklar da hayatın her aşamasında zorluğun ve sorumluluğun merkezinde yer almaktaydılar. İlkokula giden çocuklar bile sabah okula gitmeden önce tarla veya çayıra gider bazı işleri yapar, sonrasında okula giderdi. Okula gitmek servis veya araçla gerçekleştirilmezdi. Köy içinde okula gidenler en az 40/50 dakika yol yürüyerek gidip gelirlerdi. Köyler arasında veya ilçe merkezine köylerden gidip gelenler yaz ve kış aylarında saatlerce yürümek zorundaydılar. Bu coğrafyada yaşayabilmek için hayatın her kulvarında mücadele etmekten başka bir çare yoktu. Başka bir ifadeyle ayakta kalabilmek için durmamak lazımdı.
b) Yardımlaşma/Dayanışma: Yakın vakte kadar Çaykara’da yaşayan insanların gelir ve geçim kaynakları aynı olduğundan ekonomik seviyeleri de birbirlerine yakındı. Bundan dolayı insanların birbirine ihtiyaçlarının olduğunu, birbirlerine daha yakın durduklarını söylemek mümkündür. Bu cümleden hareketle herkesin kapısının ötekine açık olduğunu söyleyebiliriz. Yapılan işlerin temelde fizik gücüne dayalı olmasından dolayı yardımlaşma ve dayanışma içerisinde olmak işleri kolay kılmanın yöntemlerindendi. Çaykara’daki arazi yapısı ve yaşam biçimleri yardımlaşmayı bir vecibe olarak ortaya çıkarmaktaydı. Ot, odun, toprak gibi kümülatif işlerde imece usulüyle yardımlaşmak, verimli iş görebilmek açısından oldukça avantajlıydı. Örneğin toprak kaldırma işleri bu şekilde gerçekleştirilirdi. Toprak bir yıl içerisinde dört/beş kez işlem gördüğünden eğimli arazi nedeniyle tarlanın dibine doğru kayar. [10] Bundan dolayı toprağın sepetlerle insan sırtında tekrar tarlanın başına taşınması gerekir. Bu ve benzeri ağır işlerin aile efradıyla yapılması oldukça güçtür. Yine köyden kilometrelerce yukarıda mezire mevkilerinde biçilip kurutulan kışlık otun, bir iki saatlik yaya yolu mesafesindeki köye birkaç kişi ile taşınması günlerce süreceğinden bu tür taşıma işlerinde imece usulü yardımlaşma gerekmekteydi. Bu tür ot, odun, tarla vb. imece usulü yardımlaşma biçimleri insanların çalışma hayatlarını kolaylaştırmakla beraber kişiler arasındaki sinerjiyi güçlendirdiğini de söylemek mümkündür. Ayrıca bu tür yardımlaşma organizasyonları İnsanları birbirine fiziksel olarak yakınlaştırmakla, manevi olarak da kaynaştırmaktaydı. Bununla beraber insanlar arasındaki bu işteşlik ve mekânsal yakınlık, şartları birbirine eşitlemekte, kıskançlık ve haset duymalarına engel olmaktaydı. Bu şekilde insanlar arasında toplum bilinciyle, aidiyet duygusunun gelişmesi sağlanmış olmaktaydı. Ayrıca bu coğrafya ve yaşam biçimi bu olguları köy düzleminden çıkararak bir üst düzeye taşımaktaydı. Köylerin birbirlerine yakın olması; coğrafya ve gelir/geçim biçimlerinin ortaya çıkardığı, mezire ile yaylacılık kültürü, farklı köylerdeki insanları aynı mekânlarında buluşturmaktaydı. Bunun “köydaşlık” anlayışının aşılarak “Çaykaralılık” bilinci ve kimliğinin oluşmasına katkı sağladığını söylemek mümkündür.
Günümüzde dünya ölçeğinde yapılan mutluluk endeksine göre, mutsuzluk nedenlerinden birisi, insanların herhangi bir şeye (din, aile vb.) aidiyet hissetmemeleriyle ilgilidir. Bir diğeri yukarıdaki nedenle bağlantılı olan bireyselleşme kaynaklıdır. [11] Vakti zamanında Çaykara’da yaşayan insanların meydana getirdikleri bu dayanışma kültürü, bireyselliğin aşılması, aidiyet bilincinin oluşması ve mutluluk düzeyinin gelişmesine katkı sağlamıştı. Zira bu ortak organizasyonlardan sonra, insanları eğlendirecek, başta horon olmak üzere, sohbet, yemek gibi birtakım etkinlikler de gerçekleştirilirdi. Gelişen teknolojiyle küçük bir köy haline gelen dünya, insanların zaman ve mekân mefhumunu aşarak birbirlerini etkileyebilecekleri bir yer haline gelmiştir. Elbette Türkiye de bu gelişmelerden hissesini alarak, bireyselleşen, yalnızlaşan buna bağlı olarak aidiyet duyguları zayıflayan bir ülke haline gelmektedir. Bu gelişmelerin aksine çok yakın zamanlara kadar Çaykara dışına çıkan Çaykaralılar topraklarında kazandıkları aidiyet hisleri ekseninde, gittikleri yerlerde eğitim, yardımlaşma vb. adı altında dernekler, lokaller kurarak kendi aralarındaki birliği güçlü tutmaya devam etmektedirler. Bu durumu mikro ya da menfi milliyetçilik olarak tanımlamak ise yanlış olur. Zira Türkiye’nin ve dünyanın dört bir tarafına yayılan Çaykaralıların vatanlarına ne derece hizmet etikleri, Türklük kimliği ekseninde kenetlendikleri aşikârdır.
c) Cömertlik: Tabiatla iç içe olan toplumlarda insanı ve ahlaki anlayışların daha ileri düzeyde olduğunu yukarıda isimleri geçen birçok düşünür de ortaya koymuştu. Ektiği bir tek mısır veya fasulye tanesinin binlerle çoğalarak, bereketlenip insana mukabele etmesi cömertliğin tefekkürü ve topraktan insana yansımasından başka bir şey değildir. Toprağın sunduğu bu müşfik cömertliği gören insanlar, eldeki imkânlarına göre her tür cömertliğin de mümessili olmaya çalışacaklardı. Bu bazen elindeki mısırı, fasulyeyi, gazyağını bazen iş gücünü, emeğini paylaşmak şeklinde tezahür etmekteydi. Yaşanan coğrafyada her bir zerrenin kıymetinin bilinmesi kıtlıktan kaynaklanmış olmakla, ihtiyaç halinde, insanlar birbirlerine yardımcı olmaktaydılar. Ancak insanlar bu kısıtlı imkânlar içerisinde hem kendilerine harcarken hem de başkalarına verirken ölçülü davranmak zorundaydılar. Ellerinde olanı, yarını düşünerek harcamak ve paylaşmak durumundaydılar.
d) Dayanıklılık: Hayat şartlarının hava şartlarına endeksli olduğu bu coğrafyada hızlı değişen hava koşullarına göre insanların da hızlı davranmaları ve dirençli olmaları gerekmekteydi. Tarla ya da çayır işlerinin olumlu sonuçlanmasının iyi hava şartlarına bağlı olduğu bu koşullarda ani olarak değişebilen iklim durumuna karşı pozisyon almak, işin selameti açısından önemlidir. İklim ve doğa koşullarıyla cebelleşen insanların hem fiziksel hem de zihinsel olarak güçlü olmaları kaçınılmazdı. Bu koşullar insanlarda hızlı düşünme, hızlı karar verme, sabırlı olma becerilerini gerektirdiği gibi bu yönde gelişmelerini de sağlamaktaydı. Bu özellikler aynı zamanda bunlarla senkronize olmuş fiziksel uyum ve zindeliği de beraberinde getirmekteydi. İnsanların hava şartlarının değişmesiyle yarıda bırakmak zorunda kaldıkları işlerden dolayı asileşmek ya da pes etmek gibi bir kaçışları olamazdı. İnsanlar bunun Çaykara coğrafyasının bir yasası olduğu bilinciyle, oluşumların doğayla barışık, Yaradan’a mütevekkil bir dengede sürdürülmesi gerektiğinin farkındaydılar. Bu felsefe, acizlik, tevekkül, kabullenme, denge ve dayanıklılık gibi duyguların mayalanıp güçlenmesine hizmet etmiş olmaktaydı. Bolluk olmadığından aşırı yemek yeme ve hareketsizlik ile bunlara bağlı olarak ortaya çıkan hantallık da oluşmayacaktı. Bu tür kırsal arazilerde yetişen insanlar iş çeşitliliğinden dolayı farklı işlerle meşgul olduklarından atletik, vücutlarındaki kas yapıları da güçlü olmaktaydı. Örneğin ulaşım için sürekli dar ve engebeli patika yollardan gidip gelmekle ayak bileklerinin, tırpan kullanmakla bilek, kol, boyun, bacak, omuz ve karın kaslarının, tırmık kullanmakla kol, bilek, omuz ve karın kaslarının çalıştırılıp, güçlenmesinde olduğu gibi.
e) Kanaatkârlık: İnsanoğlu güzel ahlak, davranış ve yeteneklerini hayata geçirdikçe, insani mahiyet serdetmiş olur. İnsanoğlu fıtratında var olan “ego” ve onunla aynı düzlemde şekillenen “ene”siyle kendine ve etrafına tanrısallık taslayabilir. Gerçekte ise insan aciz, zayıf ve muhtaç bir varlıktır. Uçsuz bucaksız kâinattaki matematik ve buna bağlı olarak gerçekleşen işleyiş, insanın acizliğini ve müteal bir gücün enginliğini ortaya koymaktadır. Bu işleyişi mikro çerçevede, direksiz gök kubbe altında, haşmetli dağların yamaçlarında, kendi yasalarıyla işleyen iklim şartlarında; maişeti bu faktörlere bağlı olan Çaykaralının da müşahede etmesi pek tabiidir. Bu işleyişe tabi olan insanlar kendi zayıflıklarıyla elde ettiklerine kanaat etmesini de öğrenmişlerdi. Elverişsiz arazi şartları insanlara ne yeterli tarım alanı ne de hayvanlarını otlatabilecekleri sınırsız bir ova rahatlığı sunmaktaydı. Yeşilliğin ve suyun bol olması hayvancılığın rahatlıkla yapılabileceği manasına gelmemekteydi. Vadilerin oluşturduğu derin uçurum ve engebeli alanlar ile köylerin kalabalık olduğu dönemlerde, mera kullanımındaki sorunlar bu kısıtlamaların diğer nedenlerindendi. Çok yakın zamanlara kadar müşahit olduğumuz mera alanlarının kullanımlarıyla ilgili sorunlar, köyler arasında husumete, toplumsal barışı zedeleyecek düzeye kadar varmıştı. Zira 1850’li yıllardan itibaren Osmanlı mahkeme kayıtları ile Cumhuriyet döneminden 1990’lı yıllara kadar köyler arasındaki en büyük sorun, köylere tahsis edilen arazilerin kullanılmasıyla ilgili anlaşmazlıklardan kaynaklanmaktaydı. [12]
Yöre insanı, tarla alanı kısıtlı olduğundan yeterli üretememekte, mera alanı dar ve sorunlu olduğundan kalabalık sürüler besleyememekteydi. Alternatif iş alanları da olmadığından dolayı, olanı idareli kullanmak bir zorunluluk haline gelmekteydi. İnsanı bu dünyada terbiye eden en önemli olgulardan birisi açlık, diğeri kıtlıktır. Bunun bir yaşantı ürünü olarak gerçekleşmesi ise insanlar üzerinde kanaatkârlık olarak tezahür etmekteydi. Bu coğrafyanın sunduklarının sonucu olan kanaatkârlık, insanlara nimetin de nikmetin de kıymetini yaşayarak öğretmiş olmaktaydı. Burada hayat çok çalışmak ve az kazanmak üzere deveran ettiğinden ve hatta bazen emeğin karşılığı alınamadığından en ufak bir nimet kırıntısının bile kıymeti vardır. Tek bir mısır tanesi ve tek fasulyeden tevellüt eden mahsulat ise kıymetin ve şükrün zirvesidir.
f) Kararlılık: Zor hayat şartları insanları fiziki ve mental olarak dayanaklı kıldığı gibi kararlı olmaya da alıştırmıştır. Su damlasının ısrarla damlayarak aşındığı mermer misali, Çaykaralılar da aynı işleri defalarca yılmadan yapmak durumundaydılar. Yıllık yaşam biçimleri aynı döngüde devam ettiğinden, insanlar aynı işleri, aynı şartlarda yapmak durumundaydılar. Azimden vaz geçmek yaşamın direncini kaybetmek demek olduğundan ısrarlı bir biçimde hayatın yaşam kayasına vurmaktan başka çıkış yoktu. Kararlı olduğu kadar sabırlı bir şekilde hayatın ritmine ayak uydurmak gerekmekteydi. Hayatta başarılı olmak, emeğin meyvesini almak, kararlı ve sabırlı olmakla doğrudan alakalıdır. Tarlayı bellemeden, mısırı ekmeden, fidanların bakımını (kihan) yapmadan; mısırı, fasulyeyi toplamak mümkün değildir. Kararlılık, işin oluş sırasına göre bıkmadan takip edilmesi, ısrarcı olunması ve neticeye bağlanması demekti. Herhangi bir savsaklama ya da ihmal yılın tüm mahsulünün heba olması demekti. Örneğin mısırını, fasulyesini eken köylü yabani hayvanlara karşı önlemini almak durumundaydı. Bunun için ekinlerin olgunlaşmaya başladığı ağustos ayı yirmisinden, hasadın yapılacağı eylül ayının sonuna kadar tarlasını derme çatma barakasından ya da eğer tarlası evine yakın ise balkonundan sabaha kadar beklemek zorunluluğu vardı. Kelif denilen barakaya yatsı vaktiyle gidilir ve sabaha kadar burada kalınırdı. Burada yakılan ateş dumanı; bir tenekeye vurularak ve tarlanın muhtelif yerlerine yerleştirilip, iple çekilen kolondan çıkan sesle, ayı, domuz gibi hayvanların ekinlere zarar vermesi engellenmeye çalışırdı. Bu eylem hasat zamanına kadar her gece aksatılmadan devam ederdi. Zira bu işlemin bir akşam aksatılması demek tüm yılın emeğinin ve kış tedarikinin heba edilmesi demekti. Yine otunu kurutmak üzere seren bir köylü havanın aniden kapatması neticesinde aynı eylemi, otu serme ve toplamayı defalarca tekrar etmek durumundaydı. Aksi taktirde hayvanlarına kışın yedireceği otu kurutup stoklama imkanına erişilemeyecektir. Çaykara insanının bazı yerlerde, örneğin Bayburt yöresinde olduğu gibi otu biçtikten, kuruyuncaya kadar ona ilişmemek gibi bir kolaylığı yoktur. Havanın değişme ihtimaline karşı, otu biçtikten sonra, hızlıca kurumasını sağlamak için ince ince sermek, öğle vakti altını üstüne çevirmek, ikindi vakti tırmıkla biriktirmek, akşam da kumullamak zorundaydı. Bu işlemi hava şartları iyi gittiği taktirde 2 gün boyunca tekrarlamak zorundaydı. Otu kuruttuktan sonra sırtıyla eve taşıyıp, [13] otluğa istiflemesi gerekirdi. Benzeri işlemler yaz aylarının olağan uğraşlarından olup aksi durumda ot çürür ve kışlık hazırlık yapılamazdı. Bu özellik yani işin olumlu bir neticeye bağlanması ve bunun için ısrarla çalışmak insanların eğitim ve iş hayatlarına aksederek, kararlı bir karakter halinde tezahür etmiştir. Aksi düşünüldüğünde bu coğrafyadan bunca ilim, iş insanının ve bürokratın yetişmesi söz konusu olamazdı.
g) Sanatkârlık: Beşeri manada sanat, en güzel şekilde yaratılmış olan insanın içindeki estetik duygularının değişik biçimlerde dışa yansımasıdır. En mükemmel sanatın tam merkezinde, doğanın haşin ve haşmetli kucağında yaşayan Çaykaralının sanatı görüp de sanatkâr olmaması mümkün değildir. Etrafında yükselen dağları, yemyeşil coğrafyayı, ihtişamla yükselen dağları, ormana hücum eden sisi, dumanı, kardaki mucizeyi daha nicelerini yakinen müşahede eden Çaykaralının Yüce Sanatkâr nezdinde ilham almaması söz konusu olamazdı. Etrafında var olan imkânlardan ve musanna eserlerden istifade ederek, ilham alarak, bilgisini ve gönlündeki estetik duygusunu birleştiren Çaykaralı, nice isimsiz sanatlar çıkarmıştır. Ormandaki ağacından odununu, kerestesini yapan Çaykaralı, bunlardan muhteşem boğaz usulü (serander) evlerle coğrafyaya uygun ve uyumlu nice eserler yapmıştır. Ağaç, Çaykara’da bir nevi hayattır ve dahi sanatın da hayatıdır. Hammaddesi doğadan karşılanan ahşap evler, barınma zorunluluğunun bir sonucu olsa da eşsiz bir sanat eseri değeri taşımaktadır. Yapıldığı coğrafyayla imtizaç etmiş bu eserler insanoğlu için bu dünyada faniliğin, geçiciliğin birer nişanesi olarak köylerden mezralara oralardan da yaylalara kadar her bir dağ yamacının şenliği olarak varlığını izhar etmektedir.
Coğrafi şartların ve imkânların insanların sanatkârlık yönlerine yön vermesinde olduğu gibi tecrübeye dayalı mühendislik bilgilerine de yön verdiği görülür. Örneğin özellikle kış ve ilkbahar aylarında şiddetli rüzgârlarla mücadele etmek zorunda kalan insanlar evlerini bu şartlara göre inşa etmek zorundaydılar. Bunun için evlerinin ahşap aksamını boğaz usulüyle, tahtaları birbirine kenetleyerek yaparak ciddi bir önlem geliştirmiş olmaktaydılar. Ayrıca çatının hemen alt kısımlarında hem çatıyı destekleyen hem de şiddetli rüzgârın parçalanmasına sebep olan yatay üçgen şeklinde tanımlayabileceğimiz saray bağı denilen sistemle bir mühendislik becerisi ortaya konulmaktaydı. Yine rüzgârın geliş yönüne göre tasarlanan üç bölmeli ve sırtlı çatılar doğaya karşı geliştirilen yöntemlerden bir diğeriydi. Eski ahşap binalarda uygulanan hem kullanışlılık hem de binanın sağlamlığına katkı sunan unsurlardan bir diğeri, çatının hemen altına yerleştirilen ambarlar yine doğa şartlarının bir ürünüdür. Zira kış aylarında oldukça fazla (bir, iki metreye kadar) kar alan bu yörede çatının tam orta kısmına gelecek şekilde boğaz usulüyle yapılan ve çatıya dayanak oluşturması amaçlanan bu ambarlar aynı zamanda kuru gıdanın fare, sansar gibi muzır varlıklara karşı korunmasını da sağlamış olmaktaydı.
Coğrafi şartları iyi analiz eden ve doğada var olan imkanları en iyi şekilde değerlendiren Çaykara insanı yılların tecrübesine istinaden evinde ve diğer gereçlerinde hangi ağaç türünün sağlam ve estetik olduğunu da tecrübe etmişti. Örneğin sürekli yağmurlu ve çok rutubetli iklim yapısına sahip olan bu yörede ahşaptan inşa edilen binaların uzun ömürlü olmasını sağlamak için tahta kurdunun kemirmekte zorlanacağı kestane ağacı tercih edilirdi. Tüm binanın kestaneden yapılması mümkün olamayacağına göre taşıyıcı kiriş ve direklerin kestaneden yapılması kaçınılmazdı. Yine su değirmenlerinin alt kısımlarında, sürekli su içerisinde çalışan aksamları suya dayanıklı olan kızılağaçtan yapılmaktaydı. Oyulması diğer ağaçlara göre daha kolay ve sıvıya dayanıklı olan kızılağaç aynı zamanda yekpare çıkarılan yayıklar için de en ideal ağaç türüydü. Evlenecek olan çiftlerin vazgeçilmezleri olan çeyiz sandıkları ise dayanıklılık ile estetiğin gereği, ceviz ağacından yapılırdı. Bunların haricinde pratik ve işlevsel çözümlerle ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan yöredeki insanlar en küçük araçlara bile sanatın bir estetiğini nakşetmeyi vazife addetmişlerdi. Şimdilerde görenler için antika değeri taşıyan ahşap yayıklar, kerdeller, ahşap tırmıklar, kaşıklar, ip eğirme aparatları, günlük yaşamın bir gereği, aynı zamanda sanatın ve estetiğin birer timsaliydiler. Zor şartlar dehaların yetişmesine vesile olan ortamlardır. Başka bir ifadeyle zorlayan ihtiyaçlar farklı yetenekleri, onlar da sanat eserlerini vücuda getirir. Bu şartlarda yetişen Çaykaralılar, şimdilerde ağaca makinelerin kazandırdığı estetiği kendi el yapımı araçlarla vermekteydiler. Ustalar bir testere, bir balta, bir keser ve bir rende ile bir evi inşa edebilirdi. Rendesini, planyasını, tahtaya lambri deseni vereceği aracını kendi işlediği, şekillendirdiği ağacı fonksiyonel bir araca aynı zamanda estetik bir alete dönüştürerek işlerini görebilmekteydi.
Taşın bol olduğu yerlerde taşın bir odun gibi yontularak şekillendirilmesiyle yapılan kapı, pencere üzerleri kemerli yapılar, kerpiçle kaynaştırılan duvarlar ayrı birer sanat harikasıydı. Çaykara insanı sadece maddi anlamdaki sanata değil bununla beraber sözlü tür sanatlara yer vermiş, bunlarda da gelişim sağlamıştı. Sürekli doğa şartları içerisinde yoğrulan insanlar bu yoğunluktan, yazmaktan ziyade sözlü geleneğin önemli parçalarından olan atma türküler, şiirler, hikâyeler, destanlar üreterek bunları nesilden nesile aktarmıştır. Sanatın bir diğer kolu olan halk oyunları ve müzik de bir Çaykaralının olmazsa olmazlarındandır. Ağırlıklı olarak kaval ve keçence ile bağlamanın da kullanıldığı enstrümanlarla eğlenceler tertip edilmekte, türküler söylenmekteydi. Doğanın ritmine uygun, hava şartları gibi değişken atlama sallama, düz adı verilen halk oyunları insanların fırsatını buldukça vazgeçmedikleri eğlencelerdendi. Günlük ihtiyaçları karşılamaya yönelik olan elde dokuma işleri, kilim, çorap dokuma sanat ve estetik değeri taşıyan diğer ürünlerdendi.
h) Çok yönlülük: Kırsalda yaşamanın coğrafya ayırt etmeden insanları yönelttiği durumlardan bir diğeri, insanların tüm ihtiyaçlarını kendilerinin karşılamalarıyla alakalıdır. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan Çaykaralılar da bu alanlarda ve karşılayabilecekleri diğer ihtiyaçlarını kendileri tedarik etmek durumundaydılar. Bu da insanları çok yönlülüğe sevk etmekteydi. Bazı işlerde çok iyi olabilen insanlar diğer sıradan işleri de yapmak durumundaydılar. Bazı işlerde kadınlar, bazılarında erkekler daha mahirdi. Ancak ortalama her Çaykaralı tarla bellemeyi, tohum ekmeği, kihan etmeyi, hasadı, çayır biçmesini toplamasını, evinin çatısını tamir etmeyi, yıkılan tarla duvarını yapmayı ve daha birçok işin gereğini bilirdi. Yani her Çaykaralı iyi düzeyde testere, tırpan, orak, balta, keser, tırmık, kazma, kullanabilirdi. Sanatkârlık ve el becerisi gerektiren diğer işlerin ise uzmanı olmak lazımdı. Örneğin yaban fındık dallarını kullanarak sepet örülmesi, hızarla kütükten tahta çıkarılması, baltayla kiriş yontulması, koyun yününden çorap örülmesi, kendirden eğrilmiş fanila, eski kumaşları birleştirerek midilli yapılması, eski ipliklerden kilim örülmesi, tırpan sapı, tırmık, yayık, yük taşınacak ip, kerdel imalatı özel el beceri ve uzmanlık isteyen işlerdendi. Ancak bu işleri tek bir kişinin yapabilmesi de vakiydi. Örneğin çok iyi bir marangoz ustası, iyi bir dikiş ustası, dikiş ve süt makinesi, silah tamircisi, su değirmeni, demirci ustası, tırpan sapı, tırmık, yayık imalatçısı olabildiği gibi hoca düzeyinde bir eğitime de sahip olabilmekteydi. Günlük hayatta lazım olan gereçlerin yanında ilime de meraklı olan Çaykaralılar, küçük yaşlardan itibaren mektep ve Kur’an eğitimine önem vererek bu alanda da yeterli düzeye ulaşmayı ihmal etmezlerdi.
i) Mütevazi olmak: İnsanın, dünyanın yüce direklerinin yamacında, yeşilin bin bir tonu içerisinde, mavi gök kubbenin altında, nice ihtişamlı ve musanna sanatları görüp kendi eliyle yaptıklarına imrenmesi pek akıl karı olmasa gerek. Bu ortamda insanoğlu “ne güzeldir” yerine “ne güzel yapılmış” diyerek gerçek güç sahibini ikrar edip kendi acizliğini teyit eder. İşte insanoğlu bu felsefe ile kendi gücü, imkân ve kabiliyeti ekseninde ürettiği her duruma karşı aşkın güç nezdinde mütevazi olmak durumundadır. Sürekli doğanın içerisinde onu süzerek ve anlamlandırarak yarınına şekil vermeye çalışan Çaykara insanı, doğa şartları karşısındaki acizliğini ve ihtişamlı coğrafya karşısında bir zerre olduğunu fehmederek küçük nimetler karşısında bile mütevazi olmayı da öğrenmişti. Hayata dair birçok bilgi kitaplardan öğrenilmesine rağmen, kitaplardaki birçok bilginin de insan tecrübesinin bir ürünü olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla hayatı yaşayarak öğrenen Çaykara insanı bir avuç toprağın kendisine sunduğu nimetin sadece tohumun toprağa atılmasından ibaret olmadığını görmekteydi. Toprakla beraber ona dair tüm sebepleri havayı, ısıyı, ışığı nemi ayarlayan ve tüm bunlara aynı anda hükmeden bir gücün olduğunu o mısır tanesinden başlayarak fidanının her kademesini izleyerek öğrenmiş olmaktaydı. Yani ihtiyaçlı, aciz, zayıf bir varlık olduğunu her ihtiyaç anında, yağmurun/karın yağmasından, güneşin açmasına varıncaya kadar tüm bunların merkezinde yaşayarak hissetmekteydi. Çaykaralı bu dünyada emanetçi olduğunun şuuruyla evini barkını da bu eksende inşa etmişti. Kaynağını doğadan, felsefisini inancından alan bu yaklaşım biçimine göre evlerini, geçiciliği ifade eden ahşaptan; ibadethane, medrese ve diğer hayır kurumlarını, kalıcılığı simgeleyen taştan inşa etmişti. Çok yakın zamanlara kadar Çaykaralının peke, arasta döşemesinde ne bir halı ne de herhangi bir örtü görmek mümkün değildi. İmkânlarla da ilişkilendirilmesi gereken bu durumun, yoksulluk içerisinde bir tevazuunun tezahürü olduğunu söylemek mümkündür. Bu güne baktığımızda gösterişli ve içerisi donatılmış evler görmek mümkündür. Ancak her şeye rağmen bugünkü gösterişin yükselmesinde o mütevazi yaşamın bir basamak ve payanda olduğunu da nazarı dikkatten kaçırmamak lazımdır. Gelinen maddi refah düzeyine rağmen hayatı şekillendiren felsefe hiçbir gücün sınırsız olmadığını ve tevazuunun mastar olması gerektiğini ortaya koymaktadır.
j) Kadirşinaslık: Çaykara’nın zor şartları insanlara maddi olarak çok cömert davranmaz. Zor olduğu kadar hasistir. Mevcut coğrafyanın insanlara sunduklarıyla insanların hayatlarında rahatlık ve konfor oluşmasa da tüm ihtiyaçlarını bihakkın karşılayamasalar da bu toprakların kendilerine sunduklarının farkındadırlar. İnsanlar her şeye rağmen belli bir yaş dönemine kadar bu topraklara bağımlı kalacaklarının ve coğrafyanın kendilerine kattığı değerin kadir ve kıymetini bilmekteydiler. Sınırlı da olsa mısırını, fasulyesini, hayvanını besleyeceği merayı otu, yemeğini pişireceği ısınacağı odunu, evini yapacağı keresteyi, taşı bu topraklardan karşıladığının farkındadır. Bu coğrafyada yaşayan herkes bir ekmek kırıntısından, çayırdaki bir tutam otun, ormandaki bir ağacın, yetiştirdiği her bir buzağının kendileri için oldukça değerli olduğunu bilir. Bu zaviyeden yayla çimenleri üzerinde çimenleri tahrip edecek her türlü oyun ve eğlencenin engellenmesi, serilmiş ot üzerine basılmaması, ormandan yaş ağaç kesilmemesi bu hassasiyetin ulaştığı bilinç düzeyinin seviyesiyle alakalı olsa gerektir. Bu bilinç burada yaşayan insanlarda coğrafyaya olan saygı ile beraber vatan sevgisinin tecellisine dayanak oluşturur. Altmış yetmiş sene öncesinden bugüne, dar coğrafyadan dolayı Çaykara dışına çalışmaya giden insanlar kendi köylerine yatırım yaparak bir nevi coğrafyaya, memleketlerine olan bağlılık ve kadir bilirliklerini serdetmişlerdir. Belli bir yaş olgunluğuna ulaşmış olan bu insanlar nereye giderlerse gitsinler rüyalarını hep kendi köylerinde, eski evlerinde görürler. Bu durum her şeyin aslına rücu edeceğinin katma değeridir. Bu coğrafyanın sağladığı değer, kitabi olmaktan ziyade, sahada yaparak, yaşayarak öğrenilen ve kalıcılık arz eden bir genetik koddur. Vakti gelince Çaykara topraklarından çıkan insanlar bu bilinç etrafında kıt coğrafyanın sunduklarını unutmadan gittikleri yerlerdeki münbit toprakları ihya etmeyi de bir görev saymışlardır. Zira Muş merkez ve köyleri, Bulanık, Van’ın Özalp, Erzincan’ın Çayırlı, Tercan, Hatay’ın Kırıkhan, Bayburt, Erzurum, Kars, Aksaray, Konya, İstanbul Ankara, Bursa, Aydın, vb. il ve ilçelerde bir yeşillik varsa bilinir ki orası Çaykaralının el değdiği yerlerdendir. [14] Çaykaralılar, ulaştıkları zenginlik ve refah düzeyiyle şımarmadan, ayakları yere sağlam basan, istikrarlı bir hayat yaşamayı, yaşam felsefesi haline dönüştürmeyi başarmışlardır. Zira azı bilmeyen çoğu da bilmeyecektir.
k) Boş durmamak: Tamamen toprağa bağımlı tarım toplumları toprağı ektikten sonra hava koşullarına göre hasılatın olgunlaşmasını bekleyerek zamanın geçmesini bekler. Bu bekleme sürecinde farklı meşguliyeti pek fazla olmaz. Ancak Çaykara gibi coğrafyalarda yaşayan insanlar için her hava koşulunda ve her mevsimde yapılacak işleri vardır. Uzun süreli plan yapmak mümkün olmadığı gibi plansızlık da imkânsızdır. Mevsim ve hava şartları insanların iş yaşamlarının doğal planlayıcıdır. Bazıları için hayat sabah ezanıyla başlar yatsı ezanıyla biter. Bu süreçte her işin öznesi de nesnesi de insanın kendisidir. İş hayatının merkezinde insan vardır. Coğrafyanın makineleşmeye, hava şartlarının ise rahat rahat çalışmaya pek elverişli olmaması, insanların yaptıkları işlere fazlaca zaman ayırmalarına sebep olmaktadır. Çaykara’da tarımla beraber hayvanlık ve hayvanlığa bağlı yaylacılık yapıldığından insanların işleri hiçbir zaman bitmez. Hava şartları çoğu zaman yağmurlu olduğundan ekin ekildikten sonra tarlada sıkça çıkan yabani otları temizlemek durumundadır. Bu iş hasat zamanına kadar ara ara devam eder. Yaz aylarında yaylacılık başladığından sürekli hayvanlarla ve hayvanların kışlık yiyeceklerinin hazırlığıyla uğraşılır. Kış aylarında dinlenmeye en elveriş zaman yoğun kar olduğu dönemlerdi. Bu zamanlarda bile insanlar işlerinde kullanacakları araç gereçleri, kıyafetlerini imal eder ya da onarırlardı. Örneğin yabani fındık dallarını işlenerek (demeç) gübre, ot, taş toprak, yaprak taşımada kullanılacak olan sepet, kofin örülürdü. Bu işlerle genelde erkekler uğraşırdı. Kadınlar ise ahır ve ev işleri haricinde kalın yün iplerden çorap dokuma, halı, kilim, paspas dokuma, kıyafet dikme gibi temel ihtiyaçları karşılamaya çalışırlardı. Bu şekilde durmak ve duraksamanın olmadığı bir coğrafyanın çıktıları da çalışan ve üreten insanlar olmaktaydı. Kış ayları içerisinde özellikle geceleri bir araya gelerek uzun uzun sohbetler yaparak kaynaşan insanlar bu ortamlarda bile el işi benzeri işlerle uğraşırlardı. Ayrıca bu ortamlar yaşanmış ya da yaşanıp abartılan hikâye ve yaşantıların paylaşılarak nesilden nesile aktarıldığı kaynaşma mekânları olmaktaydı.
Hülasa bu hareketli yaşam ortamı insanlara zamanı planlama alışkanlığı kazandırdığı gibi sürekli hareket kabiliyeti ve üretkenlik özelliği de edindirmiştir. Günümüzde modern bilim, çoklu zekâ kavramı ekseninde insan beyninin bütüncül sorun çözebilme kabiliyetini ortaya koymaktadır. [15] Bu eksende insan beyninin çalışma yöntemlerinden birisi ara vermeden fakat farklı disiplinlere geçişler sağlayarak yapılan ders çalışmanın insan zihnini yormadığını ortaya koymaktadır. [16] Aslına bakılırsa bu yöntemin yani disiplinler arası çalışma biçiminin bilim tarihinde örnekleri oldukça fazladır. Mevzubahis Çaykara coğrafyasında yaşlıların bir işi yaptıkları sırada onu bırakıp başka bir işle uğraşmaları ve tekrar önceki işlerini tamamlamaları bu bulgunun basit yaşantılar üzerinden bir sonucu olsa gerektir.
l) Sorumluluk: Çaykara’da çocuk ya da genç olmak “çocukluk” ya da “gençlik “ için bir mazeret değildir. Çaykaralı çocuk ve gençler bir yetişkin kadar mesuliyet taşımak durumundadırlar. Buradaki yaşam şartları hiç kimseye bir ayrıcalık sunmaz. Yaşam ve mücadele koşulları herkes için müşterek olup iş yükünün paylaşılması gerekmektedir. Aksi halde bu yükün bir ya da birkaç kişi tarafından sırtlanması mümkün değildir. Çaykara’da gün nasıl erken başlarsa, insanların da sorumluluk almaları küçük yaşlarda başlar. Dolayısıyla çocuk ya da gençler de güçleri nispetinde yetişkinlerin yaptıkları tüm işleri, hayvancılık, yaylacılık, çayırcılık, odun işleri ne varsa yapmak durumundadır. Öyle ki okulların yaz tatiline girmesiyle beraber ilkokula giden çocuklar önce mezraya sonra yaylaya çıkar ve burada yapılması gereken her işin ucundan tutardı. Süt makinesini çevirmek, inekleri yedirmek, yaymak, yetişkinlerle ormana gidip ot, odun yapmak gibi gelecekte yapacakları işlere hazırlık yaparlardı. Biraz daha büyük olup belli bir yaş olgunluğuna erişenler ise tek başlarına ineklerin tüm bakımlarını, süt, yağ, peynir, odun, ot, işlerini yaparak bu sorumluluk yükünü tamıyla almış olurlardı. Sorumluluğun ihmal, tehir, tecil edilemeyeceği şuur ve bilinci bu şekilde erken yaşlarda yerleştirilirdi. İşte bu hengâme, çocuk ve gençlerin bir yetişkin disiplin ve terbiyesi içerisinde yetişmelerini sağlayarak karakterini şekillendirmiş olmaktaydı. Başka bir ifadeyle onlar erken yaşlardaki yetişkin şahsiyetler olarak aynı zamanda gelecek neslin de mümessilleriydiler. Vakti atinin neferleri, vakti evvelden kazandıkları bu mükellefiyetle yaşamın belirsiz çetrefiline karşı ciddi bir tecrübe ve direnç ile hazırlanmış olmaktaydılar. Bu yaşam şartlarının insanlara yüklediği sorumluluk, onların küçük ayrıntılardan büyük maliyetler doğabileceğini görmelerini sağlayarak bunu eğitim, ilim ve çalışma hayatlarına temel oluşturmalarını sağladı.
m) Alternatif Düşünme ve İş Görme Becerisi: Tarih boyunca tüm icatlar ya ihtiyaçtan ya da meraktan tevellüt etmiştir. Kırsal coğrafyalarda yaşayanlar, bundan 60/70 sene öncesinde, hayatın her zerresini kısıtlı yaşadıklarından, problemlerini ellerinde olanı israf etmeden, alternatif yöntemlerle çözmek durumdaydılar. Çaykara insanı da bu zaviyeden feleğin çemberinden geçerek çok yönlü düşünmek, yetişmek ve yaşamak durumundaydı. Yapılan işler birbirleriyle bağlantılı olduğundan her iş bir diğerini kolaylık ya da zorluk yönünden etkilemekteydi. Gündelik işler içerisinde çok basit ancak sonucu etkileyebilecek birçok uygulamayla karşılaşmak mümkündü. Bu durum bazen bir evin çatısını onarmayla ilgili olabileceği gibi bazen bir yükün değişik biçimlerde bağlanmasıyla da ilgili olabilmekteydi. Önemli olan problem durumunda hızlı, pratik ve etkili çözüm üretebilmekti. Alternatif düşünce becerisinin gelişmiş olması insanların içerisinde bulundukları kısıtlı imkânlarla ve değişken doğa şartlarıyla doğrudan ilgilidir. Bu koşullarda alternatif düşünme ve alternatif iş üretebilme becerisini bir arada tutarak hareket etmek durumundaydılar. Örneğin ilk su değirmenlerini ırmak kenarlarına kuranlar değirmen taşını çevirecek olan çarkı demirden değil de ekonomik imkân ve çevre şartlarına göre ahşaptan inşa ederek ihtiyaçlarını karşılaşmışlardı. Yine ekinlerini yabani hayvanlara karşı şahsen koruyamayacak durumda olanlar coğrafyanın sunduğu fırsatları değerlendirerek önlem almaya çalışmışlardı. Bunun için su kenarlarına kurdukları tahterevalli benzeri bir düzenekle önlem almaya çalıştılar. Tahterevalli şeklinde yerleştirilen kütüğün suyun altına gelecek olan kısmı oyularak içerisinin suyla dolması sağlanır. Suyla dolan kısım ağırlık kesp ettiğinden denge bozulup, kütüğün diğer tarafındaki ağırlığı kaldırdıktan sonra oyuktaki su dökülerek kütük hızlı bir şekilde yere vurduğunda bağlı aparatlardan çıkan sesle beraber yabani hayvanların korkup kaçmaları sağlanırdı. Dolayısıyla coğrafyanın sunduğu imkânlar yine coğrafyanın sunduğu risklere karşı bir şekilde kullanılmaya çalışılmaktaydı.
Ekonomik imkânsızlıklar içerisinde çevrenin sunduğu alternatifler, insanların teknoloji ve yaşam biçimlerine de etki etmekteydi. Örneğin özellikle yaylalarda evlerin çatılarını kapatabilmek için gürgen ağaçlarından çıkartılan bir/iki santim kalınlığı ve bir metre civarı uzunluğunda, 15/20 santim genişliğinde, hartoma denilen malzemeler sac ve kiremit yerine kullanılmıştı. Hem ağaçtan çıkarılması hem de çatıya yerleştirilmesi maharet isteyen bu malzemeler yakın zamanlara kadar kullanılmıştır. Yine özellikle köy ve mezirelerde çatıları örtebilmek için yine doğada kiremit yapmaya elverişli olan çalimp denilen kilden üretilen kiremitler insanların kendi elleriyle hazırladıkları fırınlarda pişirilerek kullanılırdı. Yine evlerin inşa süreçlerinde yeterli çiviye sahip olmayan insanlar, tahtaların arasında ahşaptan yaptıkları çivileri kullanarak, tahtaların birbirine kenetlenmesini sağlamış olmaktaydılar. Alternatif düşünme becerisi aynı zamanda ayrıntıcı olmayı da beraberinde getirir. Çünkü ufak ayrıntıların gözden kaçırılmasının büyük maliyetler doğurabileceğini yaşayarak öğrenmişlerdi. Örneğin sürekli yağışlı olan bu coğrafyada bir çivi ucu kadar delikten su çeken çatının evin çürümesine neden olabileceğini görmezden gelemezlerdi. Hulasa alternatif çözüm üretebilme becerisi insan beyninin çok yönlü çalışmasına, farklı iş türlerini yapabilme yeteneğine aynı zamanda farklı kas yapılarının çalışmasına imkân sağlamış olmaktaydı.
n) Hayatla mizah edebilmek, eğlenebilmesini bilmek: Mizah, hayata, sanat veya edebiyata dair farklı açılardan bakarak eğlenebilmeyi, gülmeyi konu edinen bir alandır. [17] Çaykara’da yaşayan insanlar zorluklar içerisinde yaşadıklarından hayatın ne kadar ciddi olduğunun farkındadır. İnsanlar rutin bir döngüde, güçlerini aşan birçok durumla karşılaşsalar da hayattaki değişimin kovalayıcı olmaktan geri durmamışlardı. Doğaya rağmen doğada mücadele etmek kolay olmamakla beraber, coğrafi şartlara bağlı elde edilecek getiriler de insan kudret ve iradesinin fevkindeydi. Tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin kolaylıkla işleyebilmesi hava koşullarına bağımlıdır. İnsanların muhalif hava şartlarına karşı önlem almaları mümkün ancak müdahale etmeleri mümkün değildir. Hava şartları çok kısa zaman dilimi içerisinde ve çok hızlı değiştiğinden insanlar doğrudan netice alamadan çalışmak zorunda kalabilirlerdi. Örneğin havanın iyi olmasını fırsat bilerek çayırını kesen köylü bir iki saat içerisinde havanın bozması ile iş yükünü arttırmış ve sonuçsuz bir iş yapmış olurdu. Yaptığı hazırlıklar ve verdiği emek bir anda boşa gidebilirdi. Geride sadece yorgunluk kalırdı. Ancak Çaykaralı bu tür durumlarda bile doğayla barışık ve uyumlu olunması gerektiğini bilirdi. İcabında bunun bir eğlenceye ve mizaha dönüştürülebileceğini de bilirdi. Örneğin otları serili iken bir anda dumanın sarmasıyla insanların birbirlerine bağırıp çağırmaları “kar yağıyor çabuk olun” diyerek haykırmaları, diğer yandan kays ederek zılgıt atanların sesleri birbirine karışırdı. Bu manzara kişiye, yere, zamana bağımlı değildi. İster köyde ister mezirede isterse yaylada olsun, ister sabah ister akşam olsun bu ve benzeri klişeler hep tekrar eder. Bu durum insanların zorluklardan bile mizah çıkarabilme gücünü ortaya koymaktaydı. Bu da insanların deşarj olmaları ve güçlü kalmalarına katkı sunmaktaydı. Yine ağır yük altında kan ter içerisinde saatlerce yol aldıktan sonra kahistera denilen dinlenme alanlarına geldikten sonra yükünden çıkan insanlar, terleri kurumadan hemen bir halka oluşturarak bir horon alayı kurup, eğlenmesini de bilirlerdi. Bu bakış açısı, eğlence tarzları, sohbetler, uydurdukları hikâyeler ya da atma türkülerine de temel teşkil ederek hayatlarının merkezinde yer alırdı.
o) Tez canlılık, acelecilik: Gün içerisinde hava şartlarının çok değişken olabildiği Çaykara koşullarında insanlar da buna ayak uydurarak hızlı hareket etmek zorunda kalmaktaydılar. Değişken hava şartlarını ve işlerin gidişatını öngörebilmek kaynaklı, insanlarda acelecilik duygusu da gelişmiştir. Örneğin havanın iyi olduğu günlerde adeta seferberlik ilan edilirdi. Güneşin daha etkin değerlendirilebilmesi için yemekler bile fazla zaman almayacak tarzda ve acele olarak hazırlanırdı. Turşu kavurması ya da hızlıca pişirilen kuymak, mıhlama bu ihtiyacın karşılanması için yeterli olacaktı. Ayrıca iş çok ve çeşitli olduğundan sürekli bir tempo gerekmekteydi. Bir işin neticelendirilmesi oturup beklemek gibi kendiliğinden olgunlaşacak süreç odaklı değildi. İnsanlar tarım ve hayvancılığı aynı anda yaptıklarından, her iki iş yükünü de takip etmek zorundaydılar. Örneğin tarlasını belleyen, çayırını kesen toparlayan birisi akabinde evindeki hayvanlarının bakımıyla uğraşacaktı. Ya da hava tarla çayır işlerini yapmaya elverişli değilse yakacak odun işleriyle uğraşacaktı. Dolayısıyla acele ettirecek hava şartları olmasa da iş çeşitliliği koşturmanın başka bir sebebini oluşturmaktaydı. Bu acelecilik beraberinde huysuz ve gergin insan yapısını da ortaya çıkarabilmektedir. Acelecilik işin savsaklanması manasında olmayıp işin acele ancak sağlam neticeye bağlanarak yapılması demekti. Çünkü doğa olayları aceleciliğin ortaya çıkaracağı maliyetleri affetmeyecek düzeyde acımasızdır.
p) Tutumluluk: Çaykara gibi kırsal alanlarda yaşayan insanların ürettikleri ürünlerden tasarruf yapmaları ve bunu yatırıma dönüştürmeleri oldukça zordur. İnsanların kendi imkânlarıyla yiyecekten, giyeceğe tüm ihtiyaçlarını karşılamaları da oldukça güçtü. 60/70 sene öncesinde gerçekleştirilen hayvansal üretim, bugün olduğu gibi ekonomik getiri sağlayan bir potansiyele de sahip değildi. Hayvanlar arazi yapısına uygun olarak yetiştirilen minyon yapılı, karamal olup buna bağlı olarak süt verimlilikleri de oldukça düşüktü. Ekilen tarımsal arazi oldukça kısıtlı, elverişsiz, tarımsal üretim ise geleneksel yöntemlerle yapıldığından ihtiyacı karşılayacak düzeyde değildi. Hasılat az olduğundan stoklanan ürün miktarı da de sınırlı olmaktaydı. Bu şartlardaki insanlar en temel harcamalarında bile günübirlik hesap yapmak durumundaydılar. Üretilen ürünün ekonomik ya da takas değeri yüksek olmadığından, dışarıdan alınan malzeme de sınırlı olmaktaydı. Dolayısıyla yarını düşünerek hesaplı yaşamak gibi bir durum söz konusuydu. Bu alışkanlık Çaykara’yı terk eden insanlarda devam etmektedir. Çaykara’daki yaşam biçimini bilmeyen insanlar, Çaykaralıların bu tutumluluk alışkanlığını cimri olarak nitelendirebilir. Ancak Çaykaralılar başta eğitim olmak üzere hayatın diğer alanlarına gereken harcamayı yapmaktan ve yardımlaşmayı sağlayacak organizasyonları vücuda getirmekten herhangi bir kısıtlamaya gitmezler.
q) Gelişmiş Aidiyet Duygusu: İnsanların hayatta kalabilmesi ve mutlu olabilmesinin bir takım temel gerekleri vardır. Bunlardan birisi de ait olma duygusudur. [18] İnsanın doğası gereği ortaya çıkan temel fiziki ve ruhi ihtiyaçlarını giderebilmesi için bazı mücadele alanları oluşmaktadır. İnsan bazen kendi kendine bazen doğa bazen de diğer insanlarla mücadele etmek durumunda kalır. Bazen de tüm bunlarla işbirliği içerisinde uyumlu olması gerekir. Çaykara coğrafyasının zor şartları ise insanları birbirine yaklaştırmış ve bir dayanışma kültürü meydana getirmiştir. Bu yardımlaşma duygusu ve dayanışma kültürü insanları birbirine kenetlemiş ve mikro düzeyde bir Çaykaralılık bilinci meydana getirmiştir. Bu duygu Çaykara sınırları içerisinde mayalanarak Çaykara sınırları dışında devam etmektedir. Bu dayanışma kültürü Çaykara’nın dışında değişik vasıflarda yardımlaşma, dayanışma dernekleri, sosyal kültürel örgütler olarak varlığını devam ettirmektedirler. Bu dayanışma anlayışı mikro düzeyde gözükse de insanların coğrafyalarına ve kimliklerine olan bağlılık düzeyinin ulusal bilince, vatan ve devlet sevgisine dönüşerek bir üst çatı oluşturduğu dikkatlerden kaçırılmamalıdır. Mikro düzeydeki Çaykaralılık, makro düzeyde Türk kimliğine ve insanlığa hizmet etmek, diğer illere ve yurt dışına kadar yayılan bir anlayıştan başka bir şey değildir.
r) Ön görebilirlik: Öngörülü olmak bazı kişilerde doğuştan gelen bir özellik bazı kişilerde ise yaşam şartlarının bir sonucu olabilmektedir. Bu düşünce ve çalışma disiplinine sahip olan insanlar günü ve geleceği planlayan onun kaygısını taşıyan mizaca sahip olsa gerekler. Eğer en temel ihtiyaçlarınızı doğa şartlarına bağlı olarak karşılıyorsanız tüm iş aşamalarını iyi planlamanız ve kendiniz dışında gelişen koşulları iyi okumanız gerekmektedir. Çünkü bu şartlardaki insanlar kanun koyucusu değil, şartlara tabi konumundadırlar. Dolayısıyla her koşulda olabilirlikler üzerinden mantık yürütmek kaçınılmazdır. Şartları okumak, ön görmek bir yetenekse bunda yaşantının ve tecrübenin mutlaka bir etkisi vardır. Örneğin Çaykara’nın bir köyünde ya da yaylasında yaşıyorsanız ve çayırınızı biçip otunuzu serdiyseniz, dumanın hangi istikametten geldiğine bakarak havanın geçici mi yoksa uzun süreli mi bozacağını tecrübe etmiş olmanız lazımdır. Aksi halde uzun süre ve sonucu olmayan boş bir çalışma ile zaman kaybı yaşamış olursunuz.
s) Pragmatist ve Sonuç Odaklı Yaşam Felsefesi: Pragmatizm bir şeyden fayda, yarar sağlamayı hedef edinmek demektir. [19] Bu kavramın zihinde oluşturduğu ilk çağrışım, insanların “bencil ve çıkarcı” olmaları şeklinde anlamlandırılabilir. Ancak bu kavramı akılcılık ekseninde ele alarak insanların kendi menfaatlerine uygun olan işleri yapmaları şeklinde değerlendirmekte fayda vardır. Kırsal arazilerde yaşayan ve makinenin kullanılamadığı yaşam coğrafyalarında insanların birbirleriyle yardımlaşmaları bu meyanda değerlendirilebilir. Mevzubahis olan Çaykara’da yakın zamanlara kadar yardımlaşmanın en önemli göstergelerinden olan imece kültürünün, pragmatist yaklaşımın bir sonucu olduğunu söylemek mümkündür. Zira bu dayanışma kültürü her bir insana birçok alanda fayda sağlamış olmaktaydı. Buradaki mesele kıt imkânlar içerinde, kısıtlı zaman zarfında en az maliyet ve enerjiyle en verimli sonuca ulaşabilmekle ilgilidir. Bu mantık çerçevesinde Çaykara pragmatizmi, tezahür eden çözüm alternatifleri içerisinden en uygun olanın tercih edilmesidir. Herhangi bir işle ilgili bir anlamda fayda zarar analizi yapmak demektir.
Sonuç: Pisagordan İbni Haldun’a, ondan da modern zamanlara kadar insanların coğrafi şartlardan etkilendiklerine ve coğrafyanın insanın karakter yapısı üzerinde etki yaptığına dair değişik eserler verilmiş, çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalardan mülhem, Çaykara coğrafyasının insanlar üzerindeki etkilerine genel hatlarıyla bakmaya çalıştık. İnsanı coğrafya içerisinde değerlendiren birçok bilim adamı ve düşünürün aksine Çaykara’daki dağlık coğrafi yapının insanlar üzerindeki olumlu etiklerine ulaştık. Örneğin dağlık arazilerdeki insanların daha kaba ve az medeni olduğunu savunan Pisagor, Hipokrat gibilerin hilafına, Çaykara’da yerleşmiş bir ilim geleneğinin olduğunu gördük. Buradaki insanların hem ilmi talep hem ilimi faaliyetler içerisinde olma hem de ilme saygı konularında oldukça sağlam bir alt yapıları bulunmaktadır. Bu tezimizi hem Çaykara’da kalan hem de Çaykara dışındaki Çaykaralılar üzerinden istatistiki veriler ve gözlemlerden kanıtlamak mümkündür. Fiziki yapı olarak ise insanlık tecrübesinin ortaya koyduğu, coğrafyanın insan üzerindeki etkilerinin, Çaykara insanının tipolojisine önemli ölçüde uyduğu sonucuna vardık.
Yukarıda ele almış olduğumuz özelliklerin tüm Çaykara insanı için bir standart oluşturması mümkün değildir. Böyle bir iddia insanın yaradılış mahiyetine mugayir bir durum arz etmiş olur. Örneğin Çaykaralı olup oldukça tembel, üşengeç insanların varlığı kaçınılmazdır. Ancak bu vasıflardaki insanlar tarla, çayır işlerinden kaytarmalarına rağmen ilim faaliyetlerinde çok çalışkan olabilirler. Ya da bunun tam tersi de söz konusu edilebilir. Yukarıda verilen bazı karakter özellikleri olumsuz olarak da yorumlanabilir. Örneğin tutumlu olmayı “cimri”, kendi aralarında yardımlaşmayı “sadece kendilerine faydası olan” şeklinde değerlendirenler de olabilir. Ancak bir insan kendi hemşerine yardım ediyor ise gönlündeki bu yardımseverlik duygusu diğer varlık ve insanlara da aynı nazarla yansıyacak, kanaatindeyim. Kendi toprağına itina ve kıymet gösteren, Kırıkhan, Muş, Van, Erzurum, Bursa, İstanbul, Kıbrıs toprağına da aynı nazarla yaklaşarak, ona hizmet etmeyi ve onun sunduklarından istifade etmeyi bilecektir.
Bu yazımızla coğrafyanın içinde olan coğrafyanın her durumundan etkilenen hatta gününü coğrafi şartlara göre planlayan insanlara coğrafyanın neler kattığına dair gerçek yaşantılar ve tecrübeler üzerinden birtakım çıkarımlarda bulunduk. Bu yazıyla mükemmel bir Çaykara insanı profili ortaya koymak gibi bir düşünceyle hareket etmekten ziyade Çaykara veya Karadeniz coğrafyasını bilenler için herkesin kendisini bulabileceği pasajlarla hatıra tazelemek; Çaykaralıları tanıyan ancak Çaykara’yı hiç bilmeyenler için ise zihinlerde bir fikir oluşturmuş olduk. Ayrıca insanların geçmişteki yaşam serencamesinden hareketle, kendilerinde olan ancak bu zamana kadar belirgin bir biçimde tanımlanmamış kişisel özellikleri ayrı ayrı başlıklar atında toplayarak genel bir kişilik portresi oluşturmuş olduk.

[1] Yunus MUTLU, Tarih Öğretmeni, yunmutlu@gmail.com.
[2] https://tr.wikipedia.org/wiki/Co%C4%9Frafya
[3] Cemalettin ŞAHİN,  Rauf BELGE a.g.m. s. 5.
[4] Kuran’ı Kerim Hicr Suresi, 26. Ayet.
[5] Kuran’ı Kerim Rahman Suresi, 14. Ayet.
[6] Cemalettin Şahin,  Rauf Belge, İbn Haldun’da Coğrafi Determinizm, Akademik Bakış Dergisi Sayı: 57 Eylül – Ekim 2016. S. 302.
[7] https://acikkuran.com/tevbe-suresi/97-ayet-meali
[8] Şahin, Belge, a.,g.,m., s. 303.
[9] Orhan AKINOĞLU, Coğrafya Eğitimi Ve Toplum, Marmara Coğrafya Dergisi Sayı: 13, Ocak- 2006, İstanbul. s. 33.
[10] Toprak ilk olarak bellenir, sonra toprak düzeltilir (vol vurulur), ekin ekilir, ekin bir/iki kez seyreltilerek kazılır, kihan edilir.
[11] https://www.paradergi.com.tr/life-style/2025/04/22/dunya-mutluluk-raporu-2025
[12] Ali Çelik, Trabzon Çaykara Halk kültürü, , Doğu Kütüphanesi Yayıncılık, İstanbul 2005. S. 34-40.
[13] Yük yaparken genelde daha fazla ot taşımak ve yükün yıkılmasını önlemek amacıyla şelek denilen bir yöntem kullanılırdı. Buna göre ip, arası 30-40 santim olacak şekilde yere serilir. Ot diliğav(dz)la sıkıştırılır ve ipin üzerine uzunlamasına dizilir. Yeterli düzeyde ot yığıldıktan sonra ip otun üzerinden atılarak diğer taraftaki iple birleştirilir ve iyice sıkıldıktan sonra yanlamasına yüke dolanır ve tekrar sıkılırdı. Sonunda sıkılan yerden geçirilen serbest ip, yüke girmeye hazır hale getirilerek yük taşınırdı.
[14] https://www.caykaragazetesi.com/gurbet/mustaki-caykaralilar-ya-da-caykara-kokenli-muslular-46755/
[15] Alev ÖZKÖK, Disiplinlerarası Yaklaşıma Dayalı Yaratıcı Problem Çözme Öğretim Programının Yaratıcı Problem Çözme Becerisine Etkisi, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi 28: Yıl. 2005, s. 159-167.
[16] Sibel İNCİ, Volkan Hasan KAYA, Eğitimde Multidisipliner, Disiplinlerarası Ve Transdisipliner Kavramları, MİLLÎ EĞİTİM, Cilt: 51, Yaz/2022, Sayı: 235, s.2757-2772
[17] Okan Alay, Mizah Kavramı Ve Mizahın Tarihsel Süreci, Türk Dili, 2019. S. 22.
[18] Gizem Sebahat ÇOBAN, Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Kendini Gerçekleştirme Basamağında Gizil Yetenekler, European Journal of Educational & Social Sciences Volume 6 Issue 1 May 202, s. 113.
[19] Nejat Doğan, Pragmatizmin Felsefi Temelleri, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı: 20, Ocak-Haziran 2003, ss. 83-93.

Diğer Yazıları:
Bir Yaz ve Geride Bıraktıklarımız
Bir Bengü Taşın Yazılmayan Hikâyesi
Çaykara’da Yayla Çıkımı
Aile ve Eğitim Sistemindeki Yozlaşmanın Toplumsal Tezahürü
Çaykara Rumcası İle Arkaik Anadolu Türkçesi Arasında Etnisite Algısı

Yayına Hazırlayan: D. Cemal ÖZCAN
Yorumlar
× YASAL UYARI ! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.