ERMENİ AÇILIMI VE ‘DAVUTOĞLU ETKİSİ’
Davutoğlu’nun sıraladığı yeni dış politika ilkeleri birbirini tamamlar nitelikteydi. Ama bunlar arasında özellikle biri tamamının özeti gibiydi: ‘Çok boyutlu, çok kulvarlı ilişkiler. Ne Avrupa ile ilişkilerimiz Amerika’ya bir alternatif, ne komşu ülkelerle ilişkilerimiz Avrupa’ya bir alternatiftir. Bunların hepsini büyük bir resmin içinde birbirini tamamlayan faktörler olarak görürsek, biz gerçek anlamda bir stratejik vizyon geliştirebiliriz’ Bu yedi yıllık dönemde, Amerika’yla patronaj ilişkisini reddeden, AB politikalarında daha dinamik ama bağımlı olmayan, Kıbrıs’ta daha esnek ama sıkı müzakereci, Ortadoğu’da daha aktif ve Afrika ve Latin Amerika’ya kadar başka coğrafyalara da açılmaya kararlı bir Türkiye tablosu ortaya çıktı.
Son yıllarda dış politikada bir ‘Davutoğlu etkisi’ görülmektedir ve Türk diplomasi tarihinde bir tek ‘danışmanın’ ya da ‘bakanın’ karar süreçlerini bu derecede etkileyebildiği pek görülmemiştir. Ahmet Davutoğlu, ‘danışmanlık’ görevini devraldıktan aşağı yukarı bir yıl sonra kamuoyunun karşısına çıkıp yeni uluslararası ortamda Türkiye’nin ihtiyaçlarına cevap verecek yeni dış politikanın temel ilkelerini açıklamıştı. Komşularla sıfır problem, çok kulvarlı çok boyutlu dış politika, özgürlük -güvenlik dengesi, ritmik diplomasi, yeni diplomatik üslup… Bunları tek tek izah etti. Bütün kritik merkezler o sarada ‘acaba Türkiye, böylesine kapsamlı bir vizyon değişikliğine gerçekten gidebilir mi, bu ilkeler ‘gerçekçi mi’ diye sorgulamıştı. Geçen yedi yılın dış politika performansı bu vizyonun hayata geçirilişine tanık oldu. Ahmet Davutoğlu, 2001 yılında yazdığı Stratejik Derinlik kitabındaki görüşleri teker teker hayata geçirmeye başladı. Davutoğlu, geçen yıllar içinde önce bir ‘danışman’ sonra bir ‘ bakan’ olarak Türk dış politikasını Soğuk Savaş yıllarının durağan yerleşik yapılarından sıyırıp Soğuk Savaş ve 11 Eylül sonrası dünyadaki yeni döneme hazırladı.
11 Eylül ve Amerika’nın Irak’ın işgaliyle iyiden iyice karmaşık hale gelmiş uluslararası ilişkiler ortamında AKP’yi bu karanlık dehlizlerden adeta elinden tutarak çıkartan isim Ahmet Davutoğlu oldu. Bilhassa Kıbrıs, Irak ve Ortadoğu genelinde önayak olduğu yaklaşımlar Türkiye’nin uluslararası alandaki ağırlığını, etkinliğini ve saygınlığını artırmıştır.
Bugün Zürih’te imzalanması beklenen protokoller bunun son örneğidir. Ermenistan ile imza aşamasına gelen protokoller Türk Dış Politikası’nın son yıllarda elde ettiği en büyük başarıdır. Erivan’a bu protokolleri imzalatmayı sadece Ermenistan ile yürütülen bir diplomasinin sonucu olarak görmek son derece yanıltıcı olacaktır. Bu sonuç başta Rusya’nın Türkiye’yi artık bölgesinde kendi politikalarını yürüten bağımsız bir aktör olarak görmeye başlamasının bir sonucudur. Dahası Obama yönetimi de nihayet Türkiye’nin bağımsız politika geliştiriyor olmasının kendisi için de faydalı sonuçlar üretmeye başladığını görme basiretini gösterebildi. Zürih’te imza törenine Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un da gelmek istemesi bunun açık kanıtıdır.
Bugün Türkiye, Ortadoğu’daki bütün aktörlerle konuşabilen, kendi coğrafyasında olup bitenlerden birinci elden haberdar olabilen bir ülke haline geldi. 10 sene önce bu tür bir ilişki hayal bile edilemezdi. Ne Davutoğlu ne de başka kadrolar Soğuk Savaş yıllarında bunu yapabilirdi. Yukarıda sıralanmış ilkelere uygun bir dış politika ancak Soğuk Savaş sonrası böylesi dinamik bir ortamda izlenebilirdi. Davutoğlu’nun ve Türkiye’nin şansı da böyle bir dönemde dış politika süreçlerinde etkili olmaya başlamış olmasıdır.