“LAZ
HOCALAR” NESLİNE İHTİRAM BEYANINDADIR…
Dr.İsmail
ŞAHİN
“Edemem terk Fuzûli ser-i kûyun
yârin
Vatanımdır vatanımdır vatanımdır vatanım”
Fuzûli
Doğduğum memlekete dair
konuşurken, aklımdan geçen ilk şey “gurbet” olur. Ve derim ki, memleketimin
insanı “gurbet” beddualısıdır…
Gerçi gurbet ve göç Türk’ün
her daim kaderi olmuştur, Türk’ün “akma”sı 3000 yıllık bir hikayedir; bir
kuraklık hikayesi ile başlar, gaza aşkıyla devam eder. Bin küsür sene evvel
atalarımızı bu topraklara getiren şey coğrafi endişeden ziyade inanç
meselesiydi.
Türkistan’lı büyük mürşidin
dervişleri bu toprakları gergef gibi işleyerek fethe hazır hale getirmiş,
akabinde Alparslan beyazlar içinde bu toprakları bizlere hediye etmişti. 11.
yy’ın Anadolu’sunu gözünüzü kapayıp hayal ediniz, Rum köylerine veya etrafına
konan göçer Türkmen ve Yörük aşiretleri bu toprakları İslamlaştırmakla kalmamış,
medeniyet tarlasına dönüştürmüştü.
Karadeniz insanının
genlerine işleyen bir haslet olarak “göç” meselesi tek başına kavmi kökenimizin
adresini işaret eder; ırsidir yani.
Karedenizli’nin Türk
coğrafyasına nüfuz etmesi de Horasan dervişlerinin hikayesine benzer. Bundan 70
sene evvel yalınayak başlayan bir yürüyüştür bu. Anadolu’nun ihtiyaç duyduğu
“imam” açığını kapatmak için başlayan bir yürüyüş.
Bu yürüyüş benim “Laz
Hoca”lar efsanesi dediğim ve Anadolunun hemen her köyünde bir örneğine
rastlayacağınız, onlarca hikayesini dinleyeceğiniz dönemi başlatmıştır.
Cumhuriyet sonrası yaşanan
“yasaklı” dönemde İslam’ın unutulmaması için önemli görevler üstlendiler. Hepsi
gittikleri köylerde küçük medreseler kurdular. Misyon ve vizyon gibi cilalı
kelimelerden habersiz, sadece inançlarının gereği vazifelerini yaparak ve dini
unutturmamayı “ahd” ederek büyük bir sosyal hizmet yaptılar.
Orta Anadolu’da
Karadenizlinin darb-ı mesel türünden karşılığı olan “Laz” kimliği onların meslek
grubuyla birleşerek çoğumuzun önemsemediği fakat yöre insanının sevgisine mazhar
olmuş bu güzel insanlara cins isim oldu.
Laz hocalar, dini
yasaklayarak ve hatta camileri kilisevari düzenlemelere tabi tutarak
ilerleyebileceğini zanneden gruba karşı sessiz direnişin kalesi olmuştur desek
abartmış olmayız. Bu insanlar, 20. yy’ın ilk yarısında farkında olmadan bin yıl
evvel Horasan Dervişlerinin yaptığı şeyi gerçekleştirdiler; Anadolu’yu dinen
restore etmek bir tarafa, dinin unutturulmasını engellediler.
Horasan dervişleri ile
aralarında vazife şuuru yönünden büyük benzerlikler vardı, lakin Horasan
dervişleri onlardan avantajlıydı. Arkalarında resmi güç vardı, bizim Laz Hocalar
ise köy çıkışlarına nöbetçi dikerek bu görevi yerine getirmek
mecburiyetindeydiler.
Din adamını “ölü yıkayıcı”
mesabesine indirmek isteyenlere karşı “laz inadı” ile direnen bu insanlar çoğu
yerde el üstünde tutulurken kimi zamanda köylerden kovalandı, jandarma
takibatına maruz bırakıldılar. Bu ufak tefek adamlar her türlü yıldırmaya karşı
unutulmaya yüz tutmuş değerleri Anadolu çocuklarına öğretmiş ve İslami – Milli
değerlerin yasaklı dönemden en az zararla çıkmasına yardımcı olmuşlardır.
Pek çoğu Of ve Çaykara
bölgesinden kopup hiç bilmedikleri çorak Anadolu coğrafyasına düşen Laz Hocalar
yıllarca köylerine dönmeden üç torba ekin karşılığı hizmet ettiler. Karşılığını
madden alamadılar belki, lakin okuttukları köylülerin çocuklarında isim olarak
varlıklarını sürdürmekte; okumayı ve “kılmayı” öğrettiği yüzlerce talebesinin
duasıyla huzur içinde yatmaktadırlar.
Bu “altın nesil”den kimileri
köylerine geri döndüler, kimileri ise dönemedi.
Bir kısmı imamlık mesleğini
icra ettiği yerlerde evlenerek gittiği memleketin yerlisi oldu. Eğer Anadolu’nun
bir köşesinde sivri burunlu bir köylü çıkıp “bizim dedemiz Trabzonluymuş” derse,
anlayın ki o bir Laz Hoca ahfadıdır.
Bir kısmı, imamlık yaptığı
köylerde Fuzuli’nin meşhur şiirinde dediği gibi “vatanım, vatanım”
diyerek salgınlarda, yangınlarda can verdiler. İmamlık yaptıkları camilerin
kabristanlarında misafir oldular. Yıllarca öldüklerinden kimsenin haberi olmadı.
Gelen gidenleri olmayınca mezarları yok oldu.
Of ve Çaykara köylerini
dolaşıp ta gurbet hikayesi duymayacağınız bir ev yoktur. Her hane gurbete bir
kurban vermiştir mutlaka. Gördüğünüz boş evlerin hikayesini mutlaka sorunuz,
gidip de dönemeyenlerin hikayeleri ile doludur. Babasının, dedesinin köyünü
çerçeve resimlerinden tanıyanların hazin hikayesidir bu.
İşte kalaycısı, fırıncısı,
inşaatçisi ve Hocasıyla yaşanan “sürgün”ün adı bu topraklarda “gurbet” olarak
tesmiye olunmuştur. Bu gurbet yolculuğunun öncüleri ve en “garipleri” olan Laz
Hocaların önünde eğilmek, iki nesli bu “garipler” taifesinden olan yazar için
keyfiyet değil mecburiyettir.
Ruhları şâd, mekanları
cennet olsun…