Allah’ın “krallığı” (melekût/mulk) konusu bizde pek bilinmez. Bilinse bile üzerinde durulmaz ve birer ayrıntı gibi geçiştirilir. Ancak Halil Hacım üftüoğlu bunun aksini savunmakta. Açık konuşmak gerekirse; mulk/melekût kavramının birçok konuyu açıklamakta ve problemleri çözmekte bizlere yeni ufuklar açmakta olduğunu düşünmektedir. Gerek Kur’an’da gerekse rivayetlerde sözü edilen krallığa ilişkin bir bilginin olup olmad ığı yahut mülk kavramının bu şekilde yorumlanıp yorumlanamayacağını araştıran Halil Hacımüftüoğlu, Kur’an’daki kelimelerin etimolojilerini, sonradan aldıkları veya kaybettikleri anlamları ve aralarındaki muhtemel bütünlükleri ama aynı zamanda bu kelimelerin ve kavramların çevirilerini yapmaya çalıştığı Kral Tanrı: Allah’ın Krallığı adlı çalışmasında ele alıyor.Halil Hacımüftüoğlu ile kitabından hareketle mülk/ melekut başta olmak üzere bazı kavramların anlamlandırılma sürecini konuştuk.
Asım Öz: Kuranı Kerim’de Allah’ı anlatan ayetlerde Allah’ın bir kral gibi anlatılmış olmasından hareketle ulaşmak istediğiniz amaç nedir?
Halil Hacımüftüoğlu: Benim amacım h em bir ‘mu’mîm’, hem bir bilim adamı olarak Allah’ı tanımak ve Kuran’ı anlamak. Buna bir çocuk saflığıyla ‘merakımı gidermek’ de diyebilirim. Yani ‘Benim derdim, bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek.’ Allah’ı tanımak ve Kuran’ı anlamak isteyen birisi varsa da, kim olursa olsun onunl a paylaşmak. Burada bir düzeltme yapma gereği hissediyorum: Kuran’da Allah bir kral gibi anlatılmıyor veya kendisi bir krala benzetilmiyor; onun gerçek kral (el-meliku’l-hagg) ve gerçek efendi (rabbukumu’l-hagg) olduğu, kendi şahsi özellikleri, krallığının yönetim yapısı, unsurları, vs. ile zaten açıkça dile getiriliyor. Hatta yeryüzündeki krallıkları ve yönetimleri dahi onun, krallara ve yöneticilere bahşettiği dile getiriliyor. Dolayısıyla asıl kral olan o; diğer krallar ise onun yeryüzündeki gölgeleri olmaktadır –’Sultan Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir.’ rivayetinde belirtildiği gibi-.
Öte yandan günümüzdeki algılamalarla Allah ve Kuran ile ilgili mevcut problematikler, ne kadar denenirse denensin, çözülememektedir. On üç asırlık tefsir ve kelam tarihi bunun açık bir kanıtıdır. Demek ki, bazı öncüllerde/’dogma’larda sorunlar bulunmaktadır. Bu öncülleri kontrol etmemiz ve sorgulamamız lazım. ‘Allah’ın Krallığı’ algısı ise, Allah’ı tanıma ve Kuran’ı anlama konusunda elimize bir ana formül yanında onu ve birbirini tamamlayan tali formüller sağlamakta; Allah ve Kuran ile ilgili problematikleri bir bir çözmemize yardımcı olmaktadır. Bununla ilgili birtakım örnekleri –bazılarını şartların kısıtlaması gereği özet olarak- her iki kitabımda da verdiğimi düşünüyorum. Nasipse bundan sonraki çalışmalarımı büyük oranda Allah’ın Krallığı’nı baz alarak yürütmüş olacağım. Bundan sonraki kitaplarım ve makalelerim doğrudan veya dolaylı olarak Allah’ın Krallığı’nı çeşitli yönleriyle açıklayan çalışmalar olacaktır İnşallah!
Pek çok dindar ve ilahiyatçının Tanrı’nın Krallığı algılamasının sadece Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta var olduğunu düşünmesini nasıl açıklıyorsunuz?
Yahudiler ve Hıristiyanlar başta ‘Tanrı’nın Krallığı’ kavramı olmak üzere onunla ilgili diğer kavramları büyük oranda doğru bir şekilde çevirdiler ve açıkça kullandılar. Her ne kadar sonraları bazıları felsefenin etkisiyle yorumlarında yanlışlıklar yapsa da. Özellikle ilk Yahudilerin ve ilk Hıristiyanların çeviri yapmasına gerek bile yoktu. Çünkü Tanrı ile olan iletişimleri zaten kendi dillerinde gerçekleşiyordu. Onlar, Tanrı’yı göklerin ve yerin kralı olarak tanıyorlar ve selamlıyorlardı. Allah Elçisi Muhammet ve yoldaşları yani sahabe de öyle. Ancak bizim âlimlerimiz –bunu özellikle Arapların dışındaki Müslüman halkları kastederek söylüyorum- felsefenin ve kelamın etkisiyle Allah’ın Krallığı ile ilgili kavramları ya bile bile; kasti olarak çevirmediler veya çevirmeye yeltenenler olduysa bile onlar pek başarılı olamadılar. Aslında çevirmeye pek hevesli olmadıklarını ve konuyu tartışmaya açacak durumlardan özellikle kaçındıklarını söylemek daha yerinde bir ifade olur. Şunu da belirtmem gerekir ki, âlimlerimiz Allah’ın Krallığı’nı Allah’ın kendini anlatmaya yönelik bir ufak detay olarak algıladılar, bunun bütün sistemi izah ettiğini/ edebileceğini bir türlü akıl edemediler veya fark edemediler.
Günümüz için konuşmak gerekirse, pek çok dindarın ve ilahiyatçının Tanrı’nın Krallığı algılamasının sadece Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta var olduğunu düşünmesinin temelinde, hiç sorgulanmayan geleneğin/ genel algının ve dogma haline getirilen inançların etkisi inkâr edilemez. Geleneğin güzelliklerine, iyi taraflarına ‘Eyvallah!’ ama yanlışlarının da sorgulanması hem bilimsel ve dini bir zorunluluktur. Günümüze kadar hiç kimse, hâlihazırda anlatılan ve benimsetilen Allah algısını Kuran ve rivayetler temelinde yeniden sorgulamaya cesaret edemedi. Hemen herkes kolay yoldan müteşabih/ mecaz/ antropomorfik ifadeler diye yapılan izahları sorgusuz sualsiz benimsedi.
Allah’ın mulk/ melekût yönünü ortaya koyma amacındaki çalışmanızın metodu nedir?
Bilimsel çalışmalarımda dil, tarih, coğrafya yanında kendi bağlamı içinde tutarlılık ve sağlam bir muhakeme benim vazgeçilmezdir. Âcizane ben kendimi, bir benzetme yapmak gerekirse, en önemli kısımları yeraltında kaybolmuş, taşları kısmen sonra gelen medeniyetlerce kullanılmış, kırılmış, yontulmuş, farklı binalarda bilinçsizce kullanılmış eski ve büyük bir tarihi yapıyı, tarihi dokusuna zarar vermeksizin yeniden ortaya çıkarmaya çalışan bir arkeolog gibi görüyorum. Kendimi hiçbir şey için şartlandırmıyorum. Çıkan malzemenin şekline şemailine hiç karışmıyorum. Taşların üzerinde herhangi bir yontmaya ve çiziğe bile kalkışmıyorum. Ne çıkarsa çıksın; hoşuma gitsin veya gitmesin, kabulümdür, diyorum ve kendi gerçekliğini olduğu gibi görmeye gayret gösteriyorum. Başka bir deyişle bu alanda arkeolojideki gibi rekonstrüksiyon (yeniden kurma) ve restitüsyon (bir bölümü var olan yapıların belgelere dayanarak özgün biçimine kavuşturulması) diye tabir edilen işlemleri uygulamaya çalışıyorum. Ama bu parçalar birbirine uyduğu oranda ve sürede devam etmektedir. Aksine en ufak bir uyumsuzluk durumunda hemen vazgeçiyorum. Buna puzzle (yap-boz)’in parçalarını birleştirmek de diyebiliriz. Nasıl ki, zihnimizdeki muhayyel resme uymuyor diye puzzle parçaları üzerinde hiçbir müdahalede bulunmuyorsak Kuran’daki kavramları da kendi zihnimize veya bir zihniyete uydurmak için herhangi bir müdahalede bulunmamalıyız. Onları kendi dünyaları ve bütünlükleri içinde anlamaya ve algılamaya çalışmalıyız.
Âhâd haberler de dâhil olmak üzere bütün rivayetleri Kuran gibi temel kaynak kabul etme gerekçenizin sebebini açıklar mısınız?
Bizde geçmiş/ geçmiş medeniyetler, genellikle günümüz dünyasının idealleştirmelerinden ve bakış açılarından hareket edilerek anlaşılmaya çalışılmakta ve tenkit edilmektedir. Bu yöntem yanlıştır. Geçmiş en iyi olarak geçmişe gidilerek, kendi şartları ve algıları içinde anlaşılabilir.
Hattap oğlu Ömer’in ve Allah elçisinin sevgili eşi Ayşe’nin de bile bilmediği nice rivayet vardı. Ömer’in, Ebuhureyre’nin bazı rivayetlerini şüphe ile karşılaması ve başka sahabeye sorması sonrasında onu tasdik etmesi bunu göstermektedir. Nitekim kendisinin sahabeden bir arkadaşı ile nöbetleşe Allah elçisini dinledikleri, bir gün kendisinin, bir gün arkadaşının ailesini geçindirecek işlerle meşgul olduğu, Allah elçisinden duydukları şeyleri sırayla birbirlerine aktardığı rivayet edilmektedir.
Malumdur ki, Allah elçisinin yaşadığı Mekke ve Medine şehirleri, Yunan site devletlerinde olduğu gibi büyük tiyatrolarda veya amfilerde kalabalık toplantıların yapıldığı, şehrin kale duvarlarına ve mabetlerine kanunların veya kararların kazındığı gelişmiş şehirler değildi. Yedinci asır Arap yarımadasında yazı kullanılıyordu ama günümüzde anladığımız anlamda ‘kitap’ kavramı ve eğitim kurumları yoktu. Topluma sözlü bir gelenek hâkimdi. Allah elçisi fırsat buldukça, sayılarının çokluğuna bakmaksızın insanlara Allah’tan aldığı mesajları aktarıyordu. İnsanlar da fırsat buldukça Allah elçisini dinlemeye çalışıyorlardı. Ancak onların da geçimlerini sağlamaları için çalışmaları iş güçle ilgilenmeleri gerekiyordu. Bu durumda yanında bazen bir veya birkaç yoldaşı dışında kimse kalmıyordu. Ebuhureyre gibi fakir ve aç kalma pahasına Allah elçisinden ayrılmayan bir iki insan olmasaydı Allah elçisinin birçok sözü gök kubbe altında kaybolup gidecekti. Allah onlardan hoşnut olsun! Dolayısıyla tek bir rivayetin senedi sağlamsa ve temel tabloyla da uyum gösteriyorsa onu kabul etmemek için hiçbir makul sebep olamaz diye düşünüyorum. Soyut bir tablo ile hareket edenler tabi bunu kabul edemezler. Çünkü onlarda net bağlantılar bulunmamaktadır. Benim düşünceme göre bir şeyin bilimsel olarak delil olup olmamasına sayısal fazlalığıyla değil, niteliksel ağırlığıyla karar verilmesi gerekir. Binlerce saçma delilin, tek bir mantıki delil kadar değeri yoktur. Bir güneş bütün yıldızlara bedeldir. O çıkınca, diğer yıldızlar ister istemez siner ve gözden kaybolur. Sağlam tek bir rivayet de bütün asılsız düşünceleri bertaraf eder. Bu bağlamda âhâd haberleri de Kuran ve mutevatir rivayetler gibi temel kaynak kabul etmek gerekir. Esasen bunlar bir bütünün parçası hükmünde oldukları için ister istemez sistem içindeki kayıp halkaları tamamlamaktadır. Âhâd haberlerin itikatta ve ahkâmda delil olarak kabul etmenin zorunluluğu ile alakalı birçok kanıt sıralamak mümkündür. Bunları eski âlimlerimizden İbn Kayyim el-Cevziyye, Muhtasaru’s-Savâik ve İ’lâmu’l-Muvakki’în adlı eserlerinde, İmam Şafiî er-Risâle’sinde, el-Buharî, Sahîh’inde ortaya koymuştur. Çağdaş âlimlerimizden el-Elbânî de bu konuda müstakil bir eser (el-İbâne ‘an Usûli’d-Dîn) kaleme almıştır. Onun bu eseri geçtiğimiz yıllarda Türkçeye çevrilmiştir. Söz konusu âlimlerimizin ortaya koydukları delilleri tek tek zikredecek değiliz. Merak edenler anılan eserlere bakabilirler. Ancak şu kadarını söyleyelim ki, gerek Allah elçisi devrinde gerek ondan sonraki sahabe ve tabiin dönemlerinde itikat ve ahkâm konularında âhâd diyebileceğimiz haberler delil olarak kabul ediliyordu.
Mülk kavramı son zamanlarda sadece servet/ mal olarak yorumlandığını görüyoruz. Bu çerçevede mülk kavramının Kuran’daki kullanımını sadece mal olarak algılanmasının oluşturduğu sıkıntılardan söz edilebilir mi?
‘Mulk’ kelimesi bizde de her zaman servet/ mal anlamında kullanılmamaktadır esasında. Nitekim yönetici yetiştiren müesseseye ‘mülkiye’, yöneticilere ‘mülki erkân’ denir. Mahkemelerimizde ‘Adalet mülkün temelidir.’ sözü yazılıdır. Gerçi bunları kullanan halkın çoğunun anlamı üzerinde pek düşündüğü de söylenemez.
Arapça ‘mulk’ kelimesinin bizde ‘mal-mülk’ anlamında algılanması, bir defa o şekilde tercüme edenler, ya gerçek anlamını bilmemektedirler veya insanların ne anlayacağını dikkate almamaktadırlar, hakiki anlamını örtüyor tabi. Bu da Kuran’ın en önemli kavramlarından birinin gözden kaçırılmasına sebep oluyor.
Kuran’da Allah nasıl anlatılır?
Birçok şekilde anlatılır. ‘Allah’ın Krallığı’ bunun en temel ve kuşatıcı örneği bence. Kitabımı okuyanlar bunu teslim edeceklerdir diye umuyorum.
‘Allah’ın Krallığı’ derken onun sadece yöneticilik vasfını kastetmiyorum. Başta kitabımda ele aldığım konular olmak üzere her şeyi kastediyorum. Zaten bunların hepsi iç içe olan konular. Mesela en basitinden, Allah son derece müşfik ve adildir, çünkü bu özellikler gerçek bir kralın şanından kabul edilir.
Bu bağlamda Kuran Tercümelerinde Yöntem Sorununa odaklanan çalışmanızla bu kitabınız arasında bir süreklilikten söz edilebilir mi?
Tabi, Kuran Tercümelerinde Yöntem Sorunu kitabım aslında benim, Allah nasip ederse gelecekte yapacağım çalışmaların nüvelerini içinde barındırmaktadır. O kitapta kısaca değindiğim veya özet olarak ele aldığım konuları ve kavramları İnşallah ileriki zamanlarda daha detaylı ve farklı yönleriyle işlemeyi düşünüyorum. Dikkat etmişseniz anılan kitabımda ‘Allah’ın Krallığı’ndan bahsetmiş; nasip olursa başka bir çalışmada daha detaylı işleyeceğimi yazmıştım. Allah’a binlerce teşekkür ki, ‘Allah’ın Krallığı’ konusunu önce doktora tezi olarak sundum ve bilahare kitap olarak iyi bir yayınevinde bastırmaya muvaffak oldum.
Peki bu ifadelerin mecazi/ temsili olduğunu belirten yahut ima eden çalışmaları nasıl anlamak gerekir?
Zorlamalar var ve ne yazık ki, günümüzde, yeniden ve felsefeden bağımsız olarak ele almak adına yeni bir teşebbüs pek gözükmemektedir. Kitabımda da belirttiğim gibi birkaç istisna dışında ele alınan kelimelerin ve ifadelerin büyük bir kısmı gerçek anlamda kullanılmıştır. Bazılarının yeri geldikçe gerçek, yeri geldikçe mecaz anlamda kullanıldığı da olmuştur.
Birkaç istisnadan söz ediyorsunuz. Bunlar nelerdir?
Mesela Kuran’da Allah için kullanılan ”ayn (göz; himaye)’ ve ‘vech (yüz; zat)’ kelimeleri Allah için hiçbir zaman gerçek anlamda kullanılmamış hep mecaz olarak kullanılmış –ki bunların gerçek anlamda kullanılışına sadece bazı sağlam rivayetlerde rastlıyoruz-; öte yandan ”arş (taht)’ ve ‘kursiyy (ayak taburesi)’ kelimeleri de hiçbir zaman mecaz anlamda kullanılmamıştır. ‘Yed (el)’ kelimesi ise Kuran’da ‘bi yedeyye (iki elimle)’ terkibinde gerçek anlamda ancak ‘yedu’llâhi fevga eydîhim’ cümlesinde mecaz anlamda kullanılmıştır. Bütün bunları kitabımın başında tarif etmeye çalıştığım zihniyeti ve Kuran’la sağlam rivayetleri dikkate alarak, mevcut zihniyeti de bir kenara bırakarak, kelimelerin geçtikleri bağlamlara göre söylüyorum. Aksi takdirde bu izahlarım anlaşılamaz.
Bu meselede selef bilginlerinin tavrını oldukça makul buluyorsunuz. Onların tavrı nedir bu meselede?
Onlar tevile yeltenmiyorlardı. Zaten Allah elçisi dahil hiçbir sahabe ve tabiin günümüzde yanlışlıkla müteşabih diye adlandırılan ifadeler karşısında hemen telaşla ‘Bunun tevili şudur ki….’ vb. şekilde başlayan bir ifadeyle tevile kalkışmıyordu. Çünkü Kuran’da ve rivayetlerde bulunan söz konusu ifadelerde bir sorun veya açıklanmaya ihtiyaç duyulan bir durum yoktu onlara göre. Onlar zamanındaki ihtilaf fıkhi meselelerde yani ahkâm konusunda idi. Bu durum felsefenin ve kelamın İslam dünyasına girmesine kadar devam etti. Felsefe ve kelam İslam dünyasına girince ister istemez zihin/ zihniyet parçalamaya uğradı.
Sıkça üzerinde durduğunuz konulardan biri de kavramlar. Hatta modern kavramlarla ve modern zihniyetle Kuran’ı ele almanın büyük bir yanılgı oluşturduğunu özellikle belirtiyorsunuz. Kavramların Kuran’ın anlaşılması sürecindeki yeri hakkında neler söylersiniz?
Kavramlar zihnimizin kodları ve şifreleridir. Bunlar üzerindeki herhangi bir oynama ve değişiklik, zihnimizi bazı algılara kapalı tutar. Günümüzde yaşanan kavram kargaşasının ve çözümsüzlüklerin temelinde bu yatmaktadır.
Peki, felsefenin Müslüman dünyaya girişi Allah’ın algılanmasını nasıl etkiledi?
Felsefenin İslam dünyasına girmesiyle Allah ve Kuran algısında temel sapmalar ve ihtilaflar oluşmaya başladı. Ben burada kimsenin niyetini falan sorgulamıyorum. Bunu gerekli de görmüyorum. O şartlar içinde olacağı buydu. Ben öncelikle sorunu anlamaya ve ardından çözmeye odaklanıyorum.
İzutsu’nun felsefenin Müslüman dünyaya dâhil oluşundan sonra İslami kavram sisteminin tamamen Yunan modeline uydurulduğu yönündeki yaklaşımları indirgemeci değil o zaman…
İslami kavram sistemi tamamen olmasa bile büyük oranda Yunan modeline uydurulmaya ve benzetilmeye çalışıldı demek daha doğru.
İbn Rüşd’ün Faslu’l-Magâl kitabında yapmış olduğu gibi Kuran’dan delil getirerek din ve felsefeyi uzlaştırmaya çalışmasının sağlıklı bir zemini bulunmadığını çünkü birtakım kavramların benzerliğinin iki kavram dünyasının aynı olduğu anlamına gelmeyeceğini belirtiyorsunuz. Din ve felsefe tartışmasında Gazzâlî’nin yaklaşımını nasıl okuyorsunuz?
Gazali’nin, felsefecilerin din ve ilahiyat konularında yanıldıkları şeklinde özetlenebilecek yaklaşımını doğru buluyorum. Bunu kitabımda dolaylı olarak da belirtiyorum.
el-Melik kavramın bazı kaygılardan dolayı ya hiç çevrilmeden ya da mutlak egemen/ hâkim şeklinde çevrildiğinden söz ediyorsunuz. Şunu sormak istiyorum: Çalışmanızda ortaya koyduğunuz ifadelerden dolayı mesela “Kuranda ve rivayetlerde ortaya konan monarşik yapı” gibi tepki aldınız mı hiç? Monarşilerle Allah arasında kurulan benzerlik biraz incitici değil mi?
Böyle bir tepki almadım, ama alabilirdim de. Nitekim bu sorunuz böyle bir tepki olarak değerlendirilebilir.
Günümüzde monarşilere karşı bir antipatinin oluşu veya olmayışı beni hiç mi hiç ilgilendirmemektedir. Ben evvelemirde bir olguyu kendi şartları içinde olduğu gibi ortaya koymaya, hiçbir rötuşa ve üzerinde oynamaya mahal vermeden resmini çekmeye bakarım. Bence bilim adamının birinci görevi de budur. ‘Dîn’ kavramını çevirirken de böyle yaptım. Günümüzde ‘töre’ kavramına olan saldırı beni hiç endişelendirmemektedir. Bu kavramın eskiden oldukça pozitif olan anlamını, değerini günümüzde yitirmiş olması ayrı bir konudur. Biz belli bir tarih diliminde ortaya konan ve yaşanan bir algıyı olduğu gibi yansıtmaya mecburuz.
Anlaşılan o ki, siz bu soruyu sorarken hâlâ, mevcut zihniyetle ve algıyla soruyorsunuz. Aslında monarşilerle Allah arasındaki benzerlik hiç incitici ve itici değil. Birilerine ‘Sen bu âlemin kralısın.’ dendiğinde ya da insanlar otellerin ‘kral daireleri’nde ağırlandıklarında inciniyorlar mı, seviniyorlar mı? Aksine bunlardan dolayı seviniyorlar ve onur duyuyorlar. Çünkü kral ve krallık asaleti, şanı, şerefi ve ‘mükemmeliyet’i temsil eder. Allah da gerçek kral olduğuna, kendisi de kendi için bu unvanı kullandığına göre kime bunu sorgulamak düşer? Kim, niçin bundan incinsin ki? Mükemmelliği bundan daha iyi ifade edecek bir kavram olabilir mi? Gerçekte bizler, cumhuriyet rejimi içinde dünya geldiğimiz ve yaşadığımız için krallığın mahiyetini ve ima ettiği şeyleri bilmiyoruz.
Kuran’da Allah’ın niteliklerinde ve özelliklerinde olumsuzlama; ‘ne olmadığı yönü değil, ispat; ‘ne olduğu’ yönünün hâkim olmasını işlevsel bakımdan nasıl anlamak gerekir?
Kuran’ın Allah’ı felsefi bir tarzda izah etmediğinin bir göstergesidir bu.
Kuran’da daima ispatlanmaya çalışılan tanrının varlığı değil, bir ve tek olduğuna da değiniyorsunuz. Günümüzde telaffuz edilmesi ‘küfür’ gibi algılanan bir gerçeği teslim etmek gerektiğini belirtiyorsunuz: Allah ister yerde ister gökte olsun görünmeyen bir insan suretinde algılandığı zaman Kuran’daki ve rivayetlerdeki anlaşılma problemlerinin büyük oranda aşılmış olacağını söylüyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
Bu sayede kırk dereden su getirilerek tevil edilmeye çalışılan Kuran’daki ve rivayetlerdeki birçok ifadenin artık tevil edilmesine gerek kalmamaktadır. Ayrıca Allah’ın krallığı algılaması ile ‘besmele, halîfeh, rasûl, nebiyy, melek, zekât, sadagah, salât, hacc, secde, rukû’, vahy, âyeh, kitâb, hikmeh, inzâl, tenzîl…’ gibi birçok kavram yanında Allah’ın ‘kıskanması, tuzak kurması…’ gibi birçok husus anlamlı olmakta ve yerli yerine oturmaktadır. Bunların örneklerini her iki kitabımda ve makalelerimde görmek mümkündür.
Kuran’da Allah hakkındaki ifadelerin ve kavramların önemli olanlarının birçoğunun ya edinilmiş geleneksel bilgilere göre yorumlanarak tercüme edilmekte veya hiç tercüme bile yapılmadan sessizce geçiştirildiğini ifade ediyordunuz ilk kitabınızda. Son olarak şunu soracağım bir meal çalışması hazırlığınız var mı?
Kuran Tercümelerinde Yöntem Sorunu adıyla basılan yüksek lisans tezime daha lisans öğrenimini tamamlamadan iki yıl önce, Ekim 1993’te, çalışmaya başlamıştım. Çünkü bu çalışmayı mezuniyet tezi olarak vermeyi düşünüyordum. Fakat aradan iki yıl geçip de istediğim şekilde tamamlayamayacağımı anlayınca –çünkü işin içine ister istemez Kuran’ın mahiyeti, temel problematikleri ve kavramları meselesi girdi- daha önce okuduğum önemli bir kitaptaki bazı ayetlerin ve yorumların eleştirisini yapmak suretiyle mezuniyet tezimi aradan çıkarmış oldum. Tezi ise ancak 2006 yılında bitirebildim. Bu esnada ise hiç ara vermeden çalıştım. Dolayısıyla Kuran’ın mahiyeti, temel problematikleri ve kavramları yanında sırf yöntem sorununa nerden bakılırsa günümüze kadar en az 18 yılımı verdim. Tabi, bu arada başta ‘Allah’ın Krallığı’ olmak üzere başka çalışmalarım da ortaya çıktı. Çalışmalarıma durmaksızın devam ediyorum. Konu üzerinde bu kadar çalıştıktan, en temel problematikleri Allah’ın izniyle çözdükten, en hayati kavramları izah edip çevirdikten ve rivayetler dâhil onlarca sayfa çeviri yaptıktan sonra bir Kuran çevirisi yapmam kaçınılmaz bir durum olarak ortaya çıkmaktadır. Ama nasip olur mu, olursa ne zaman olur bilemem. Hayırlısıyla inşallah en kısa zamanda çalışmaya başlar ve neticelendiririm.
Teşekkür ederim…
Rica ederim. Memnuniyetle. Yalnız son olarak bir hususa değinmek istiyorum. Bir araştırmacı ve yazar olarak kitabımın okunmasını ve tartışılmasını tabi ki istiyorum. Fakat bu çalışmamı en az iki kere, baştan sona, konu sırasını takip ederek ve dipnotlarını da ihmal etmeyerek okuma zahmetine katlanmayan kimselerle tartışmayı düşünmüyorum. Çünkü tamamen farklı bir zihniyetle ve kendi içinde bir mantıki silsile takip edilerek yazılmış bir kitap. Bu yüzden okuyucular bu kitabı, okuyacakları ana kadar edindikleri zihniyeti geçici olarak askıya alarak benim gösterdiğim zihniyetle okumalıdırlar. Beğenmezlerse ya da yararlı bulmazlarsa kendi zihniyetleriyle yollarına devam edebilirler.
Halil Hacımüftüoğlu Kimdir?
1971 yılında Çaykara’nın Karaçam Beldesinde doğan Halil Hacımüftüoğlu ilkokulu köyünde okudu. 1990 yılında Trabzon İmam-Hatip Lisesinden mezun oldu. Ankara Ünivrsitesi İlahiyatFakültesinden mezun olan Hacımüftüoğlu aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsünde Tefsir alanındaki masterini 2006’da doktorasını 2009’da tamamladı. Gaziantep Üniversitesinde Yardımcı Doçent olarak görev yapmaktadır.
Hacımüftüoğlu’nun İz Yayınlarından 2008 yılında çıkan “Kuran Tercümelerinde Yöntem Sorunu” ve İletişim Yayınlarından çıkan 2011 yılında çıkan “Allah’ın Krallığı” isimli iki kitabı bulunmaktadır.
Kaynak: Dünya Bülteni
Asım Öz/ Kültür Servisi