İlçemizin ve de bölgemizin en yüksek dağı olan Karakaya(kırklar) Dağını halk bilimi açısından da ele almak gerekir. Bu bağlamda ‘’EYGİDİ KARAKAYA’ türküsünün öyküsünü birlikte okuyalım:
Çaykara insanı yaşamını çalışma, sabır şükür kavramları üzerinde sürdürmüştür. Çalışmayı ibadetin en iyisi, bir elin öbür ele ve de düşmana kalsa bile dostuna muhtaç olmama olarak algılamış ve de uygulamıştır. Onun için sabır menzile varmanın olmazsa olmazıdır. Şükür ise bulunduğu durumdan yararlanmasını bilmek, düşkün durumda olanları daima hatırda tutmak demektir. Doğanın zorluklarıyla mücadele ederken, duyguları bazen bir kuş yavrusu gibi kanatlanır uçar yuvasından. Bazen zılgıt, bazen ninni, bazen ağıt, bazen de türkü olarak yankılanır dağlarda, ormanlarda, tarlalarda ve çayırlarda. Terini toprağa, oradan da daha çok Solaklı deresine akıtır. Emek verip ulaşamadığı durumlarda derdini yüce Tanrıya ulaşsın ister gibi bölgedeki dağların en yükseğine Karakaya’ya çıkıp anlatır, Çaykara insanı. Karakaya’nın Ağustos sıcağında bile karlı oluşunu kendisinin gibi yüreğinin yanıklığına yorumlayarak ve dağların ruhu olduğunu, canlı olduğunu düşünerek Karakaya’yı kişiselleştirerek ona seslenir:
Ey gidi Karakaya
Ordan bakarler Aya
Gördunuz mi yarumi
Geldi mi buralara
Karakaya karlandi
Kargalar havalandi
Senunda benum gibi
Yureğun mi dağlandi
Çaykaralı, Karakaya’nın Ağustos ayında bile yamaçlarından kalkmayan karları, onun gönül hararetini soğutan sevgilisi olarak görür. Yüreğinden eksilmeyen ve ‘’sevdaluk’’ olarak adlandırılan sevgi yoğunluğunu da bu karlar gibi gönlüne yapıştığını, dağ ile aynı sıkıntılar içinde olduklarını anlatır:
Karakaya’nun kari
Yıl devirur erimez
Ander habu sevdaluk
Yurağumden ferimez
Duyguların ve düşüncelerin bağnazlığın etkisi altında olduğu zamanlarda Çaykaralı, bu olumsuzluğu imecelerde, mezralarda(kom), yaylalarda ve asker uğurlamalarda muhabbet, seyir ve bargat (baragat) yapma geleneği sayesinde ucuz atlatmıştır. Bu sosyal güzellik, Cumhuriyet’in nimetlerinden hemen yararlanılması gerektiğini getirmiş, insanını okumaya-yazmaya yönlendirip, bölgesinde tahsili en yüksek ilçesi konumuna getirmiştir. Çaykara insanı, gözden uzak ve sanki Tanrıya yakın olduğuna inandığı bu yerlerde inzivaya çekilip sevgiliye mektup yazmayı, ona seslenmeyi, içini dökmeyi ereğine ulaşmakla eşdeğer görmüş ve bu duygularını da şu dizelerle dillendirmiştir:
Karakaya altında
Yazıluyur fermalar
Gide gele kalmadi
Dizlerumde dermenlar
Karakaya’ya sadece gençlerin gitmediğini gelinlerin ve de yaşlıların da gittiğini, onlarında kendilerine has duygularla seslendiklerini, muradına erenlerin yosunlu taşlardan ellerine kına yaktıklarını, Karakaya’nın arkasının Bayburt ilinin ovasına baktığını şu dörtlükte anlıyoruz:
Karakaya’nın düzi
Baybur’a doğri bakar
Yosunli taşlarından
Gelin kız kına yakar
Gidip gelmeler, mektup yazmalar, istekler karşılıksız ya da yanıtsız kaldığında yılgınlığa yer vermez yöre insanı. Kararlılığın, sabrın en katısını gösterip, der ki:
Karakaya şahlandi
Yeni karla karlandi
Bizum evliluğumuz
Gelen güze bağlandi
Karakaya ile kendisini karşılaştırır Çaykara insanı. Onunda kendisi gibi dertli olduğunu, sürekli ağladığını, sert rüzgârlara, kar yağışlarına tutulduğunu görür. Karların eriyip yamaçlarından süzülmesini haklı olan ağlamasına yorumlar. Ağustos ortasında kar yağmadan karlanmaması gerektiğini, ufak tefek durumlar için öfkelenmemesi, bunamaması gerektiğini, bu gibi durumların geçici olduğunu söyler. Böylece hem kendini hem de Karakaya’yı teselli eder kendince. Burada şükrün nasıl bulunulan bir ortamdan yararlanmak durumuna düştüğünü, zorluklara karşı direncin en güzel örneğini görüyoruz. Bunu da şu dizelerde görüyoruz:
Ey gidi karakaya
Kar yağmazdan karlanma
Uç günlük dünya içun
Yureğum ya darlanma
Bu duygu ve düşünce yoğunluğunda söylenen ‘’EYGİDİ KARAKAYA’’ türküsü, Çaykara insanının duygu ve düşüncesini, olaylara karşı direncini kısacası halk bilgisini bizlere göstermiş oluyor. Tabiatın bütün zorluklarına rağmen, yokluğun ve yoksulluğun tavan yaptığı bir dönemde kırmadan, dökmeden, kimseyi incitmeden ve de kimseye avuç açmadan hayatını sürdürüp, güzelliklerle taçlandırmış olması Çaykaralıyı bölge insanı içerisinde farklı kılmıştır.
Yazan: Yılmaz KESKİN
Eğitimci-Araştırmacı Yazar
Kaynak: Çaykara Gazetesi
Yılmaz bey yazınız çok güzel bizi çocukluğumuza çocukluğumuzun geçtiği yerlere götürdü ağzına sağlık Ama yorumunuza asla katılmıyorum Allah kelimesi ile Tanrı kelimesi asla aynı anlama gelmez putperestler taptıkları putlara tanrı derlerdi ilah derlerdi asla asla Allah demezlerdi yani tapılan nesnelere tanrı denilirdi nitekim mitolojide bilmem ne tanrısı bilmem ne tanrıcası olarak geçiyor ama Allah kelimesi sadece bizim rabbimize has bir isimdir ve hiç bir varlığa bu isim verilmemiştir ve de verilemez saygılarımla
Murat Kardeşim,
Kur’an’da “Resul” olan ifadeyi Farsça “Peygamber” olarak söylemekte bir sakınca duymuyoruz;
“Allah” olan bir ifadeyi Türkçe “Tanrı” olarak söylemekte bir sakınca yoktur; çünkü: her ikisinde de eylemin yönü aynıdır. Yani Peygamber derken Hz. Muhammed’ı, Tanrı derken de kainatın yaratıcisını anlatıyoruz. Saygı ve sevgilerimle…
Yılmaz Hocam güzel yazın için teşekkür ediyorum, yöre kültürünü canlı tutmanın yolu, duyarlı ve ilgili olmaktan geçer
Sayın yazar tanrı kelimesini özellikle kullanıyor. Çaykaralının kültüründe tanrı kelimesi yoktur. Allah, Rab kelimeleri vardır.