Eskiden bizim analarımız yemek çeşitlerini pek bilmezdi. Bir kaç çeşit yemek bilir, döner döner o yemekleri yaparlardı. Komşuya da gitsen evde de kalsan bir hafta içinde, bir ay içinde, bir yıl içinde tüm köyde aynı menü olurdu. Sadece kişiden kişiye değişen lezzet farkı müstesna. Menü değişmezdi. Ne yapsın analarım yemek yapmaya imkanları, yemek yemeye zamanları mı vardı? Biraz yağ erit, içine biraz peynir at, az sıcak su bir demlik çay… koy ortaya ekmeği batırsın yesin külfet…
Sabah ormana giderken as bir kazan lahana, veya bakla ve korgot, sen git. gelinceye kadar demlene demlene pişsin… Akşamleyin gelince kavur biraz içyağı dök üzerine, karıştır. Al sana kamil bir ana yemek.. Böyle sahana böyle lahana, böyle korgot çorbası ya da arpa yarması…
Sabah kalktın mı kuymağı kur, git ahıra gelinceye kadar tamamdır… Sarılsın etrafına ahali savaşa gider gibi yesin…
Yemekler basitti. Kalorisi, lezzeti, besin değeri hiç önemli değildi. Karın doyurmasıydı önemli olan… Aç adama her yemek güzeldir. İşten gelen adam mahalleye girdimi burnunu tütsüleyen içyağı kokusu ne muhteşem esanstır. Gün boyu beden işinde çalışıp yorulan biri evin kapısına geldiğinde aldığı mıhlama kokusunu hangi restoran sunabilir ona? Ya da zaguda ile kavrulmuş turşunun raihasını…
Analarımız, anılarımız ve yemek demeye bin şahit gereken yemeklerimiz… Hepsi değişti bugün. Analarımız bile mükellef sofralar kuruyorlar artık. Bir tava kuymakla bir orduyu doyuran kadınlarımız bir orduyu doyuracak çeşitte yemeği bir kişinin önüne sunuyorlar günümüzde.
Ev oturmaları bile kalktı bu yüzden. Bir misafir ağırlamak telaş haline geldi. Ne ikram edeceğiz, kaç çeşit sofra donatacağız korkusu. Eskiden evlerde pek bir şey bulunmazdı ama her zaman misafir ağırlayacak kadar hazırdı…