ESKİDEN / Korkularımız
Köpekleri şimdi çok severim ama çocukluğumda bağlı olmayan, yol üzerinde, mahalle arasında evlerin kapı önlerinde ya da patika yolların üzerinde yatan çoban köpeklerinden çok korkardım. Hele köpeklerle gece karşılaşmak, karşılaşılacağın
ı düşünmek onlardan olan korkumu bir kat daha artırırdı.
-Gel bişe yapmaaaz!!!
-Ola korkma bağlidu!!!
Yaygın bilgiydi:
-Köpeğe korktuğunu belli etmeyecesun. Aksine ondan korkmaduğıni hissettirecesun. Değilise haman anlar oni. Baktun sana salduracak ya da sana doğri koşayu haman çömelecesun. Bişe yapmaz sana. Oooyle etrafunda döner sora gider. Ha bida kuyruğuni sallayuse da korkmana gerek yok. Anlaşildi niyeti köti değil. Ama kuyruğuni sallamayuse durumun eyi değil! Bil oni.
**
Eski ev, kullanılmayan değirmenlerle ilgili anlatılan cin hikâyeleri buralardan korkmamuzi buralara tek başumuza girmemuzi engellerdi.
Karanluk tavana, balkona çıkmaktan.
Şiddetli yağmurdan, gök gürlemesinden, şimşek çakmasından:
-Gök yarildi da boşanuyu!
-Eba ne yağayu!
-Dersun göğ delindi.
-Ne fena şimşek çakti.
-Allahumme selli…
-Acayip gürleyu: gar gar gaaooor !
**
Arkasına asilduğımuz ot yukli kamyonlarun simsarlarina yakalanmaktan. Ya da ırmakta yavaşlayup arkasina asilduğumuz arabanun düzde hızlandığında nasil inileceğinden…
**
“Dumanun” meyvalarinda “Dumanun Dedega”ya, Çerkez’un yerlerinde “Çerkez Dedega”ya yakalanmaktan diğer komşulara nazaran başka korkardık. Çünkü rahmetlilerun infazları çok meşhur idi.
Eyi olmiş (habarerega) patlican incirlerini dallarında saklayan incirden düşmekten:
-Ola dikkat et, incirden duşen elur!
**
Tam, iyi yüzme bilmeduğumuz zamanlarda: “taştan” atlamaktan. “kabatmaca” gitmekten, kabatmaca yüzerken suyun içinde gözlerimizi açmaktan, şambrelle yüzerken ters dönmekten.
**
Fundukluklarda, çayluklarda olabilecek yılanlardan,
**
Ezanla birlikte evin yakınlarında çakallarun bağirmasindan.“Bardi”nun bağirmasindan: “Karşuda bağiruyuse beriden, beriden bağiruyuse karşudan biri elecek” derlerdi. Karşudan bağiruyuse acaba kim elecek ?…
**
Bazen dayağını hak edecek şekilde bunalttığımız anaların dayağını yediğimizde yine “anneeee” diye ağlarız. Arayı düzeltene kadar bu durum; ağlama, durma, ağlama ve gözden yaş gelmeksizin ağlar gibi ses çıkarma şeklinde devam ederdi.
Çünkü yediğimiz dayağa değil üstüne gölge düşürmediğimiz ana sevgisini kaybetmekten korkarız.
**
Heyecan, eğlence ve biraz da korku dolu akşam oturmaları:
Akşam oturmalarını iple çekerdim. Hele yaşlıların hikâyelerini: bazılarından hem korku hem de heyecan duyardım:
-Azlihaliyi, cin ya da perili olani, yok yok; bardi bağirani anlat: Hani yaylaya giderken: “Ola Meehmeet bekle beni” deyeni.
-Anaga, dedega ne olur bi daha anlat.
-Gene ayuli olan osun.
Rahmetli hava Hala’dan dinlemiştim:
Her yıl olduğu gibi hayvancılık yapan insanlarımızın otlak ve konaklama yerleriydi: Mezire, Kazangıran, yayla.
Mezirede çayırlar biçildikten sonra çobanlar, havalar müsaade ettiği sürece burada biraz daha kalırlardı. Hava Hala’nın dayısı olduğunu hatırladığım kişi de çobanlık yapmaktaydı. Buralara ve koyunlara olan sevgisi nedeniyle bu süreyi tek başına da olsa uzatmayı severdi.
Böyle bir zamanda koyunlarını beklerken kendinden uzakta ormanın kenarına giden bir kuzusunu “ayu kapar”. Ayu kuzuyu elleriyle poposundan ileriye doğru iterek kaçırmaya çalışır. Kuzu şaşkın ve korku içinde acılı bir şekilde meler. Diğer taraftan aynı huzursuzluk ve acıyla anası da bağırmaktadır. Dayı, kuzu ve koyun sesini duyduğu gibi yerinden fırlar ve sese doğru koşar. Durumu görür: Üzülür, vahlanır, “benim ihmalim” var diye üzüntüsü bir kat daha artar. “Yapacak bir şey yok gitti kuzu” diye düşünür. Ama kuzunun ve anasının sesi kulağından bir türlü gitmez. Rahat bırakmaz onu, içini sızlatır, yüreğini burkar, “can darluği” rahat vermez ona. Çünkü kuzu sesi bir çoban için en dayanılmaz seslerdendir. Nitekim böyle olur ve dayının aklını başından alır. Artık kafaya koymuştur ne pahasına olursa olsun kuzuyu ayunun elinden kurtaracaktır. Koşar kuzu sesine doğru ve kısa sürede ayunun yanına yaklaşır. Ayu çobanun kendine yaklaştığını ve avını almaya geldiğini görünce: Etrafındaki koca koca taşları, komar kafullarini köküyle kopararak çobana fırlatır. Ayu kuzuyu bırakma niyetinde değildir. Dayı, kuzuya ayının daha fazla zarar vermesini önlemek, ayıyı kendine çekmek için yaklaşır ayıya korkusuzca. Ayu bu durumdan çok rahatsızlanır, sinirlenir. Kuzuyu bırakıp müthiş bir bağırmayla dayıya doğru yönelir. Birazdan tutuşurlar kavgaya. Dayı güçlü kuvvetli iri yapılıydı. Özellikle başını koruyarak ayıyla dövüşmeyi göze alır. Ayu, dayının kafasının peşinde, dayı da başını saklayarak ayıyla dövüşür. Epeyi bir mücadeleden sonra dövüşe dövüşe yüksek bir kayalığın üzerine gelirler. Dayı mücadeleden yorgun düşer. Kurtuluş olarak kendini bu yüksek kayalıktan aşağıya bırakır…
Kuzunun yaralarını sarar ve sürüye dahil eder.
Dayı üç gün sonra rahatsızlanır köye döner. Kırk gün hasta yatar: Ağzından kan gelir ve Hakk’ın rahmetine kavuşur.
**
-Ola karanlukladi nasi gidecesun?
-Karanluktan korkar misun?
-Korkuzaaan korkuzan, yataşağa da uzan.
Gece karanlık eve giderken genellikle bir korku alırdı bana ve bu yüzden eve hızlı hızlı veya mümkünse koşarak giderdim. Mezarlıkların yanından geçerken korkum bir kat daha artardı. Yol boyunca bildiğim duaları mutlaka okurdum. Korkunun tesiriyle olsa gerek; yolda değişik bir karaltı, gölge, değişik bir ses vb. bir şey gördüğümde veya duyduğumda onu korkabileceğim şekillere sokardım. Ama zamanla ya da yolumu değiştirip de sabahleyin tekrar o korktuğum karaltının veya sesin yerine gidip baktığımda; bir kütük, kökleri kesilmemiş bir ağaç gövdesi, eski bir palan, veya yıkılmış bir duvar, duvardan aşağıya sarkmış bir kabak, kastaniga, patlamış bir su borusunun çıkardığı tazik sesi ya da tahliye eden çeşme suyunun çıkardığı ses olurdu karşılaştığım…
Eve koşarak gitmeye çalışırken sanki ben koştukça arkamdan da biri veya bir şey de koşuyor gibi his doğardı içime. Ama bunun korkudan, bir vehim sonucu olduğunu düşünür arkama bakmamaya çalışırdım. Ama korkuma yenilir ve birden durarak arkama bakar, gerçekten korkumun boşuna olduğunu ispat etmek zorunda kalırdım… Yoluma devam eder ama o korku yeniden gelir bulurdu beni:
– Ola acaba arkamdan bu sefer gerçekten biri, bişe mi geluyu?
Yine dayanamaz döner arkama bakardım bir şey olmadığını görür yoluma devam ederdim. Bu sefer evhamımı, korkumu yenebilmek için türkü söylemeye veya ıslık çalmaya başlardım. Böylece içimden kendimi:
-Ola korkmayirum!
Diye motive ederek eve varana kadar canım çıkardı…
Eğer “ay vuruyu” ise biraz rahatlardım. Bu kez karanlığın yerini alan ay ışığının verdiği güvenle “bazen korkuyorum ama korkacak bir durum yok” diyerek ay ışığı olmayan gelecek günlere gönderme yapardım cesaretle…
Akşam oturmalarına katıldığım her akşam, gene geç kalırdım korkacağımı bile bile… Her defasında karanlıktan çekinirdim ama bu korku arkadaşlarımla geç saatlere kadar oturmaktan, gezmekten alı koyamazdı beni…