Eskiden evlerde saray bağlarımız, saray bağlarımızda sakladığımız eşyalarımız vardı.
Yığma tahtalardan oluşan oda duvarları ağaç çivilerle birbirine çivilenir, köşeleri boğaz sistemiyle birbirine kenetlenirdi.
Evlerimizin kapıları dışarıya açılır ve her evin iki kapısı olurdu.
Evler mahrem olduğu kadar kamusal alandı da.
Ahıra rehte’den inilir, tavana tavan arası merdiveniyle çıkılırdı.…
Genelde evlerin giriş kapısı ile çıkış kapısı arasında bir mabeyn ve evin aşağı kısmındaki iki odanın arasından mabeyni dik kesen bir ara mabeyn bulunurdu ki bu da aşağı taraftaki balkona(hayata) çıkardı.
Evlerin oturma odaları aynı zamanda mutfaktı. Bu mutfakta tavana çıkan merdivenin altına inşa edilen kilere bir kapı bulunurdu. Kuru gıdalar burada saklanırdı.
Mutfaklarda suluk, bazı köylerde Çaykara denen kap kacak, el ayak yıkama alanı; buranın üst kısmında sıra sıra bakır kapların ve sahanların dizildiği oflan(raf) bulunurdu.
Evlerde mutlaka bir othana, bir misafir odası ve misafir odasında bir camekan, tavanda bir genel ambar bulunurdu.
Mutfakta bir ocak(şömine) şöminede bir kremul, ocağın iki tarafında duvara gömülü birer dolap bulunurdu.
Kapı kolu demirden dövme klizosor, kapı hareketliliğini sağlayan zırza, kapıların dışında mandal… Eski evlerimiz insanı merkeze alan, komşuluğu önceleyen, sağlığı önemseyen, huzuru temin eden, gönüllere ferahlık veren, tabiat ile uyumlu ve eskidikçe güzelleşen bir mimariyle yapılıyordu.
Eski evler eskide kalmak üzere artık.
Can çekişiyorlar…
Bir bir yok oluyorlar..
Eski evler ayakta kalmak için direniyor ama nafile….
Artık hiç bir şey eskisi gibi değil..
Hiç bir şey de eskisi gibi olmayacak.
Onlar gidince komşuluklarımız da, dostluklarımız da gidiyor.
Onlar gidince bizi biz yapan her şey gidiyor..
Ahşap evler bir tarihin tanıklarıydı. Tanıklar gidiyor…
Bu ahşap evlerle birlikte bir tarih ve o tarihin bütün tanıklıkları gidiyor…