Bir dönem Bursa’da özel bir şirkette çalışıyordum. Çalışma arkadaşlarımızdan birisinin ağabeyi vefat etmişti. O gün doğal olarak o arkadaşımızla bir arada olmuş, ağabeyini apar topar şehir mezarlığından satın aldığı bir mezar yerine defnetmiştik. Arkadaşımızın kendisine ait bir evi de yoktu, gidecek bir köyü de. Kirada oturuyordu. Hayatta sadece eşyaları vardı, bir de patrondan bir kaç taksitte aldığı maaşı. Patron kendisine “Artık seninle çalışmıyoruz” dese gidecek bir yeri yoktu. En kısa sürede bir iş bulmak zorundaydı.
Bu duruma şahit olunca o güne kadar bu denli önemli olduğunu fark etmediğim köyümün benim katımda değeri bir kat daha artmıştı. Şöyle düşünmüştüm. “Bu gurbet elde işsiz kalsam, ortada kalsam, kimsesiz kalsam da çaresiz değilmişim. Gidecek bir köyüm, ölürsem yatacak bir mezar yerim varmış. Akrabalarımın, köylülerimin kendisini isnat ettiği, beni de “oralı” diye tanımlayan bir köyüm. Ve o zamandan sonra köyüme, yaylama, mezrama ayrı bir önem verir oldum. Bu önem de yaşadıkça ve yaşlandıkça artarak sürüp gidiyor şimdi.
O zaman o arkadaşıma üzülürken şimdi de şehrin kenarındaki köylerini apartman dairelerine fitleyen Trabzon’un merkeze yakın köylülerine üzülüyorum. Çukurçayırlılara, Beşirlilere, Kaşüstülülere üzülüyorum. Pek yakında Bulaklılara, Çimenlililere, Yalıncaklılara, Kireçhanelilere, Gölçayırlılara, Akyazılılara, Uğurlululara, Aktopraklılara, Beştaşlılara ve bilimum Trabzon şehir merkezini kuşatan diğer köylülere üzüleceğim belliki.
Kat karşılığına devrettikleri arazileri karşılığında aldıkları dairelerinin temeline çocukluk hatıralarını gömdükleri balkonlarında oturmalarına üzülüyorum.
Çocukluklarının geçtiği avluları yerine 10-12 katlık estetik yoksunu ruhsuz binalara bakmalarına, dibinde güneşlendikleri kapılarındaki ağacın yerine hatıraları karşılığı aldıkları apartmanın altındaki kafeteryada içtikleri kahveye üzülüyorum.
Her ocağının dibinde bir hatıraları bulunan fındık bahçelerinin yerine dökülen betonlarla örtülen çocukluklarına üzülüyorum.
Belki para ve varlık edinseler de kaybolan hatıralarına, yok olan çocukluklarına, bir daha geri gelmeyecek köylerinin rüyalarında kalan siluetine üzülüyorum.
Başları sıkışınca, elleri dara düşünce, herkes kendilerine yabancı olunca ben bu köydenim, benim burada akrabalarım, komşularım var, sahipsiz değilim diyemeyeceklerine üzülüyorum.
Aile mezarlığı yerine dipsiz bir kuyuya düşer gibi şehir mezarlığına defnedilecek olmalarına üzülüyorum vesselam.
ŞU an uzungöllüler de aynı bence. onlarında köyü kalmadı sessiz huzurlu ve köy havası yok. Aynı şey sadece şehirlerin yakınındaki köyler için geçerli değil, plansız turizm gelişmeleri, para hırsı da bitirecek köylerimizi. Uzungölün köylüleri açısından bence bitmiştir. şimdi sıra bizim köylerimizde yeşil yol projeleri ve yayla projeleri ile köyleri tehdit altındadır.