İnsanın din, dil, ırk ve etnik kökeninden dolayı üstünlük iddia etmesi ilmen, ahlaken ve dinimizce tasvip edilmeyen açık bir husustur.
Dil, din, ırk etnik kökenin üstünlük nedeni yapılmasının yanlışlığı gibi bunları inkâr etmek de aynı yanlışa düşmektir.
Etnik kimlik, insanın seçerek belirleyemediği, doğuştan kazanılan bir özelliği olduğuna göre insanlar arasında üstünlük kriteri, imtiyaz vesilesi olarak değerlendirilmesi yanlıştır.
Osmanlı imparatorluğu; ( sayılabilecek birçok sebebin yanında) ayrılıkçı milliyetçilik cereyanlarına maruz kaldığında parçalanmaması için, önce Osmanlıcılık sonra İslamcılık ve en son olarak ta Türkçülük siyasetini bir arada yaşamanın formülü olarak düşünmüştü.
Cumhuriyetle birlikte milliyetçilik cereyanlarına karşı tepki olarak imparatorluk bakiyesi insanlarımızdan yeni bir kimlik inşa etmek istendi ve bu insanların ortak adına da Türk dendi.
Şartlar muvacehesinde verilebilecek en makul isimdi Türk. Bu adlandırmayı da nüfusun çoğunluğuna dayanarak yapmaktan başka sağlıklı yolu yoktu bakiyenin.
Türk milletinin, millet olmasına, Balkanlardan, Kafkaslardan ve Anadolu’dan herkes katkıda bulunmuştur.
Dost dost diye hayalına yeldiğim.
Dostusa ayırmış özünü benden.
Çatık kaşlı, benlerini saydığım
Dostusa çevirmiş yüzünü benden”
Türk kavramından, Türklükten bahsetmek tereddüde vesile oluyor. Şimdilerde Türk’üm diyebilmek cesaret ister hale geldi.
Bu coğrafyada birileri kalkıp etnik, ırkı olarak kendilerini Kürt, Ermeni, Laz v.s. olarak tanımlama cesaretini ( hakikat olarak) gösterebiliyorsa, vicdan sahibi herkesin teslim etmesi gerekir ki bu coğrafyada bu sıfatlardan kendisini Türk olarak adlandırabilecek büyük bir çoğunluk mevcuttur. Kürt’ün, Ermeni’nin… etnik, kültürel varlığı teslim edilirken, Türk kimliği ve ırkından bahsetmek; faşizm, olumsuz anlamda milliyetçilik olarak değerlendirilmektedir. Türkiye adından dahi rahatsızlık duyulmakta oysa Türkiye bu coğrafya içerisinde yaşayan, yaşamış tüm etnik grupların ortak vatanıdır.
Bizlerin ırkçılığa bulaşmamamızın en büyük kaynağı dinimiz, Osmanlı geçmişimiz, coğrafi gerçekliğimiz ve nüfus yapımızdır.
Irkıyla öğünmeyi, bunu marifet bilmeyi sığlık, bunu milliyetçilik olarak değerlendirmeyi ve böyle bir düşünceyi sakat bir duruş olarak görmekteyim.
Aynı coğrafyayı, aynı şehri benzer zihniyeti benzer ülküleri paylaşan insanlara yakınlık duymayı doğal, toplumumuza ait müspet maddi ve manevi değerleri savunmayı, geliştirmeyi, muhafaza etmeyi, kötü yönleri eleştirmeyi, yermeyi, iyileştirmeyi ve buna da milliyetçilik deniyorsa, benimseyerek milliyetçiyim demeyi seviyorum. Ancak insandan insana, insandan insanlığa yakınlık yerine mesafe koyan her türlü düşünce, anlayış, yaklaşım, pratik, kelime ve kavramlara da her ne şekilde adlandırılırsa adlandırılsın karşı olmamız gerektiğini düşünüyorum.
Bir insanın kendisine milliyetçiyim demesiyle milliyetçi olunmaz. Bir insanın ben ırkçı, faşist değilim demesiyle de bu kavramların anlamından kurtulmuş olamaz. Neticede iş kelime oyunuyla değil zihniyetle ilgilidir.
Şiddetin ideolojisi olmaz. Fanatikliğin ideolojisi olmaz. Geri zekalılığın, bağnazlığın dini imanı olmaz. Her türlü sakat kafadan şiddetin her türlüsü çıkabilir. Şiddetin kaynağı fanatizmdir. Ne din, ne milliyetçilik, ne sosyalizm, ne de ırkçılıktır. Düşünmeyen, akletmeyen, eleştirel düşünemeyen, eleştiriden korkan, yargıları üzerine tekrar tekrar düşünemeyen, soru sormayan, aydınlığa bakamayan kör beyinler taşlaşmış düşüncelerdir.
Türk milleti ve Türkçülük: Parçalanan Osmanlı coğrafyasında birlikte yaşama ifadesinin samimiyetini, ümidini taşıyan herkesi kapsamaktaydı. Amaç; birlik oluşturmak, bölünmeyi parçalanmayı durdurmak ve müştereklik yaratmak yoksa ırki bir Türk savunuculuğunu yapmak değildi.
Türk, Türk milliyetçiliği; “Büyük Türkiye” hayali, ümidi ve düşünün adıydı. Bu milletin geleceğine ümit bağlamanın, ortak endişenin, ortak korkunun, heyecanın bir başka adıydı. Tarihin ender sunduğu birlik imkanlarını değerlendirebilmenin; birilerine yaslanmadan, kendimiz kalarak var olabilme imkanının adıydı.
Batı karşısında ezilen gururumuzu okşayabilecek isimdi Türk. Osmanlının başarısızlıklarını, kötü çağrışımlarını, hatta inançlarını kısmen bir tarafa koymanın adıydı.
Yeni bir toplum projesinin, geleceğe yazılan mektubun adıydı Türk. Arzuydu; birliğin, bütünlüğün, sosyo-psikolojik gücün. Bir imkan, bir imtihan ve bir ihtimalin adıydı.
Üzerimize gelen emperyal dalgaya karşı; ortak duruşun, ortak tahkimatın, azınlık olmayı rededenlerin, Çanakkale’nin, Sarıkamış’ın, Müslüman’ın, İslam’ın, tarihi bir kader birliğinin seferberlik adıydı .
Hani dost uğruna can baş verenler
Hasbeten söylesin gözle görenler
Şimdi bizden yüz çevirmiş yarenler
Evvel kekitmezdi gözünü benden”
Tüm yukarıda geçmişe ait Türk, Türk Milleti, milliyetçilik vb. kavramlarına müspet manada yüklemiş olduğum değerler tarihi süreç içerisindeki uygulamada birçok yanlışları da içinde barındırmaktadır. Bu vesileyle “Türk Milleti” ne gösterilen, gösterilecek empati Kürt, Ermeni, sağ, sol, dindar, sosyalist, İslamcı, laik, alevi… kavramlarına da gösterilmelidir. Sorunlarımıza sağlıklı çözüm bulabilmek için bu ülkede “Biz” kavramının içini açtığımızda kültürel anlamda göreceğimiz; “sağ”, “sol”, “dindar”, “milliyetçi”, “sosyalist”, “komünist”, “Türk”, “Ermeni”, “Kürt”, “Rum”, “Çerkez” vs. dir. Kimlik tartışmalarını bir tarafa koyabilmenin yolu ülkemizdeki tüm kimliklerden bir parçamızın olduğunun bilincine varmaktan geçiyor. Böylece kimlikler konusunda takılıp kalmak yerine gerçek sorunlarımız olan; sömürü, eşitsizlik, yoksulluk, eğitim, sağlık kısaca insanca yaşamaya dair meselelerimize zaman, kafa, emek harcamış oluruz. Şu muhakkak ki “başkası”na , “bize benzemeyen” e, “öteki” ne, “yabancı” ya olan ihtiyacımız zihinsel olgunluğumuz için şimdilerde daha fazla vurgulanması gerekmekte. Daralan yüreğimizi genişletecek bilgi, ilgi ve sevgiye daha fazla ihtiyacımız bulunmakta…
Gözüm yaşlı döner m’ola sellere
Bu ayrılık har düşürür güllere
Evvel aşnaydım her bir hallere
Şimdi sakınıyor sözünü benden”
Aşık Veysel’imizden mülhem olarak tekrarlayalım: “Sinor”, “tapu” derdine düşmeksizin kendini “yerli” kabul eden, kıdem basmayan, vatandaşlık ve gönül bağıyla bağlı herkes bu vatanın öz sahibidir.