Sami Ayan Ağabeyin:
“Cennet ülkemin dört bir yanından yüksek sıcaklıkları gösteren derece bildirimleri geliyor. 50 dereceyi gören yerler var. Ben imkan bulduğum her zaman yaptığım gibi yayladayım. Sabahtan bu yana yaylayı istila eden ısırgan ve muhtelif yaramaz otları biçerek yaylanın ortak alanını açmaya çalışıyorum. Yaylalar her geçen yıl biraz daha ıssız hale geliyor. İmkan bulamayanlara söyleyecek sözümüz yok, duamız var: Allah imkan versin, onlar da yaylalarına gelsin. Ama imkanı olduğu halde yaylasına sahip çıkmayıp şehirde kavrulanlara da söyleyecek sözümüz yok. Kavrulsunlar…” sözlerine ithafen.
Hava yine çok sıcak. Gözlerimi kapatıp olmak istediğim yeri düşlüyorum ve düşüm içimi ürpertiyor. Böğrümün ortasını başlı başına bir sis bürüyor, korkarım ki gözlerim çiselenecek. Gönlümün rakımı kimsenin ulaşamayacağı kadar yüksek. Kulaklarım yüksek basınç altında kalsaydı duymazdım şehrin gürültüsünü. Ama burası yayla değil.
Düşünüyorum ve hava halâ çok sıcak, sobanın üstünde fokurdayan bir güğüm misali beynim. Bir serinlik arıyorum. Yüzüme çarpacak soğuk bir hava. Balkona çıkıyorum, nemden nefes alamıyorum, gökyüzünde yıldız arıyorum, belki kayar da dilek tutarım diye. Takılırım bir yıldıza da yaylaya varırım diye. Diye diye olur belki, diye.
Hava burada çok sıcak kalmaya devam ediyor, nem; gökle yeri yapıştırmış adeta. Hafta sonları dahil yirmi günlük bir izne sahibim. Yirmi gün serinlik. Yaylanın çimenindeki unutma beni çiçekleri göğün mavisi ile aynı renkte. Renkler en net yaylada gösteriyor kendini. Allah çok güzel çizmiş Sultanmurat’ı. Yıllık izin yirmi gün, biliyorum. Sen de biliyorsundur benimle. Ligarbalar olmuştur, hamuçeralar açık kırmızı rengiyle yüreğimin narına eşlik etmekte.
Hava nemli, gözlerim gibi. Yayladaki sığırlar ikindiden sonra patika yoldan ahırlarına dönüyor. Gözlerim yorgun saat beş, yine e-5’te trafik akmıyor. Hava yine epeyce nemli ve hava durumu biz şehirliler için tabi ki önemli. Yayla yolları transit, gitsem hiç bekletmeyecek beni yollarda. Biz şehirliler beklemeye aşina olduğumuzdan, bekletmeyenlere hiç fırsat vermeyiz. Yıllık iznim yirmi gün, hatırlatıyor kendini. Hava sıcaklığına inat, yaylalar serin, sesleniyor bize. Çocuklar güneşe yakın kalmalı üç ay tatilde. Akşam yorganla uyumalı. Pekede oturmalı, sobada demlenmiş çay yudumlanmalı. Patatesler olmak üzere. Yayladaki unutma beni çiçekleri şehre sesleniyor. Unutma, beni.
Hava sıcak, İbrahim Tenekeci okuyorum, şöyle diyor: “Gidememek, kalmak değildir her zaman.” Gönlüme bir inşirah düşürüyor bu söz, yıllık iznim yirmi gün. Gidemiyorum ama kalmıyorum da gurbette.
”Kulaklarım yüksek basınç altında kalsaydı duymazdım şehrin gürültüsünü.” Yaylalarda basınç şehirlerden daha azdır, atmosferden yeryüzüne doğru indikçe hava katmanları arttığından basınç daha fazladır.
Not: insanlarımız yaylalardaki basınç konusunu hep karıştırır yaylada basınç az olduğundan havadaki çözünen oksijen miktarı azalmaktadır, dolayısıyla vücudun ihtiyaç duyduğu oksijen miktarı yaylaya çıkıldığında tam olarak karşılanamadığından, kalp rahatsızlığı olanlar veya astım hastaları atak geçirebilirler. Haricen vücut yeteri kadar oksijeni alamadığı için kandaki hemoglobin hücresi artar ve kan tazelenmiş olur. ”Eskiler o yüzden 3 haftada kan temizlenur ”derlerdi 🙂