Bizlere geçmiş uzak saatleri yaşatan…
Istırabın, acının, yokluğun, çilenin sevgi ve hüzünle demlendiği hatıralarımız…
Sımsıkı tutunduğumuz hatıralar ve bu hatıralardan yoğurduğumuz müşterek umutlar bir yerde hüzünle beslenir…
Bizler için silinmez bir yadigardır hüzün:
Bazen bir cenazede, bazen bir düğünde, bayramda, bazen bir fotoğrafta, bir mektupta, bir telefon görüşmesi sonrasında, bir destanda, türküde, bazen hatırası olan bir mekanda; yaylada, mezirede, eski yıkık bir evin enkazında; köşeye, ağaca yazılmış bir yazıda, mezar taşında gördüğümüz bir isimde, eski bir Türk filminde, bir karnede, eski bir elbisede…
Bazen bir kaval, kemençe, saz sesinde. Bazen çobanın ıslığında, bazen rüzgarın sesinde, bazen sisli bir havada, bazen yağan yağmurda, bazen uzak bir evin ya da sokak lambasının ışığında gelir bulur bizi hüzün verici, yürek burkan hatıralar…
Bazen öyle anlarımız, anılarımız olur ki bunları kelimelere dökerken hemen her kelimede duraksar, bir sonraki kelimeyi çıkarmakta zorlanırız. Duraksarız, yutkunuruz.. İşte bundan sonrasına kelimeler değil gözyaşları anlam vermeye başlar…
Evet, hüzün insani yönümüzden kalan umuttur. Eğer hala daha hüzünlenebiliyorsak geleceğe dair umudumuz tükenmemiştir…
Biz hüzünle büyüdük, hüzünle yoğrulduk. Varlığımızı, kıymetimizi hüzne borçluyuz.
Hüzün, modern dünyaya karşı insani yönümüzü muhafaza edebileceğimiz rezervimizdir.
Beklentilerimiz, umutlarımız, müspet hazırlıklarımız, düşlerimiz, ütopyalarımız hüzünle beslenir…
Uyduruk adamların, figüranların başrol aldığı trajedide perdeyi indirmenin bir yoludur hüzün.
Ruhlarımızın derinliğinde insani hassasiyetlerimizi titreştiren, insani soluğumuzun adıdır hüzün…
Çılgınlığıyla sarhoş olup yuvarlandığımız tüketim çukuruna karşı tutunabileceğimiz bir daldır hüzün.
Çıkar ilişkilerinin eline düşmüş insanlığın kurtuluş yolu, sahte yaşamların gürültüsüyle unutulmuş insani muhabbetin, insani özün çırasıdır hüzün.
Hüzünle…
Caykaraya caykara ruhnuda veren bu ortak acılarımız degıl mı