Şimdiki gençliğe göre ‘eskiden’ denilebilecek bir zamanda köylerde ilkokullar vardı. Dolayısıyla bir ilkokulun açılmasını ve orada bir eğitim kadrosu oluşturulmasını gerektirecek kadar da çocuk…
Hatta bazı köylere bir okul da yetmezdi. Mesela ben iki ilkokulu olan bir köyün ikinci okulunda 1. Sınıfı 1-B şubesinde okumuştum. Bir de A şubesi vardı yani. Diğer sınıfların da hepsi müstakil sınıftı. Okulumuzda yedi öğretmen 130 civarında öğrenci vardı. Yani şimdi neredeyse köydeki tüm insan sayısı kadar…
Okula köyün muhtelif yerlerinden yürüyerek gelip giderdik. Öyle kapımızda okul servisi bitmezdi sabahın yedisinde… 1. Sınıf öğrencileri bile 15 dk ile bir saat arasında değişen mesafeleri tıpış tıpış yürürdü. O zaman anne-babalar ‘acaba çocuğuma bir şey olur mu?’ diye pimpiriklenmezdi.
Okula her aile kışın yakmak üzere idarece belirlenen kadar ‘yük odun getirirdi. Sobaları alt sınıflarda öğretmenler, 4 ve 5. Sınıflarda sınıfın nöbetçi öğrencisi yakardı. Sınıf nöbetçileri sınıfın temizliğinden de sorumluydu. ..
Her pazartesi saç, önlük yakalık, tırnak ve mendil kontrolü olurdu. Bu görev sınıflardaki temizlik kolu başkanlarınındı. Sağlık, kitaplık kolu başkanları da kendi alanlarıyla ilgili görevleri yürütürken kendisini yetkili kılan pazu bandı gibi “temizlik kolu” kolluğunu gösterirdi. Yamasız pantolon giymek hafiften utanılacak bir durumdu. Zira “asri” lakabına maruz kalma sebebi olabilirdi. Aynı şekilde ders dışında İstanbul ağzı kullanmanın da böyle bir riski mevcuttu.
Teneffüslerde öğrenciler kendi yaptıkları fişeklerle fişek oyunu, üzüm asmasından mamul direksiyonla arabacılık -ki bir ip halka haline getirilip içine doluşunca bu kamyon olurdu- tahta silahlarla kaçak polis, moç, kibrit kutularından sayı, misket, uzun eşşek, körebe-tumanya; kızlar suda gibi toplu oyunlar oynarlardı.
Öğle aralarında evi yakın olanlar evlerine gider uzak olanlar ise azıklarını açardı. Azık, genelde kahvaltılık türünden köyde üretilen tereyağ, peynir; bazen zeytin, ev helvası, ekonomik duruma göre mısır ya da buğdaydan mamul köy ekmeği… Yanında ağzı kutur ile kapatılmış bir şişe ayran da varsa ağasın artık. Bazı Salı sonrası günlerde nadiren okula gelen Çaykara ekmeği pasta muamelesi görür, katık bile istemezdi.
Okullarda öğrencilere öğretmenler tarafından güçlerine göre kazma kürek işi, odun yarma, pazara gönderme işleri verilir ve bunlar kamilen yerine getirilirdi. Hiçbir aile de çocuğuma ‘böyle işler yaptıramazsın!’ filan da demezdi. Okullarda hayat öğretilirdi. Zaten hayatımızın içindeydi okul. Köyümüzdeydi, bizimdi. Öğretmenler akşamları misafirimiz olabilirdi. Köyde her an bir yerlerde karşımıza çıkabilirdi. Böyle iç içeydi okul ve hayatımız…
Sonra ilçelere taşındılar.
Önce öğretmenler gitti.
Sonra öğrenciler, sonra anne babalar….
Sonra her şey bitti.
Ne de güzel anlattın. Yüreğine sağlık. Biz o günlerde yoklukla mutlu, fakirliğimizle huzurlu ama çok gülen çocuklardık. Her şey anılarda kaldı.
Çok güzel bir yazı son kısmında içim cız etti.