Bizi biz yapan alışkanlıklarımız bizi biz yapan değerlerimiz, gelenek ve göreneklerimiz vardı. Büyüklerle ilişkilerimiz, saygımız sevgimiz, komşuluğumuz, düğün cenaze gibi durumlarda görevlerimiz, evliliklerimiz, ırgatlarımız…
Yöremizde her işin bir usulü vardı. Bu işleri yapma biçimimiz köyden köye değişiklik arz etse de niyet ve mantık hep aynıydı. Birlikte iş yürütmek, paylaşmak, empati kurmak ve birbirimize muhtaç bir hayat yaşamak. Evet, eskiden birbirimize bu günden daha fazla muhtaçtık. Eskiden birlikte yaptığımız ama bu gün birlikte yapmadığımız, birlikte yapmadığımız için de ortada “birlik” diye bir şeyin kalmadığı bazı şeyleri hatırladım. Neler kaybettiğimizi ve neler daha kaybetmekte olduğumuzu düşündüm. Buyurun artık eskilerde kalan güzelliklerimize birlikte bir yolculuk yapalım.
Bir kere eskiden büyük, küçük belliydi. Köyümüzdeki herhangi bir yaşlı bizim büyüğümüzdü. Saygıda kusur etmez, birinci derecede akrabamızmış gibi saygı duyardık. O da bizi gerekli gördüğünde uyarabilir belki dozunu kaçırarak cezalandırabilirdi. Bu iki tarafça da normal karşılanan bir durumdu. Mesela bir genç kendi köyünde ya da yayla camisinin yanında sigarayı ağzına takıp gezmezdi. Hele bir yaşlı gördüğünde bir saygı nişanesi olarak saklardı ya da imha ederdi. Bu gün değil köyünden bir yaşlı, birinci derece yakınlarını dahi umursamayan ve saygı duyma zorunluluğu hissetmeyen bir nesil geliyor. Neslin tamamını kastetmiyorum ama böyle bir neslin varlığından bahsediyorum.
Sonra ırgatlarımız olurdu eskiden. Ot taşımak, odun taşımak beton dökmek, araba yüklemek, araba boşaltmak, ormandan kütük yuvarlamak, taş çıkarmak, toprak kaldırmak vs… Bu işler birlikte yapılırdı. Irgat çağrılır ve herkes komşusunun bu türden işine iştirak ederdi. Bunların en kalabalıkları da beton dökme ırgatı olurdu. Seksenli yıllarda tanıştığımız betonarme mimaride kat aralarına sıra geldiğinde köyden kolu kürek tutanlar çağrılır ve hızlı bir çalışma ve büyük bir neşe içerisinde inşaatın betonu dökülürdü. Hatta bu beton işini köylüler en az iş sahibi kadar dert edinir o güne ait planlarını betona göre yaparlardı. Ve betondan sonra hep birlikte neşe içinde yenilen toplu yemek. Yıllar geçtikçe önce bu iş işçilere döktürülmeye son yıllarda hazır beton arabalarına ve beton pompalarına havale edildi. Sonra bu iş bitti ve ondan doğan muhabbet gitti…
Tarlalardan toprak kaldırma vardı eskiden. Tarlanın dibindeki toprağı tarlanın baş tarafına taşımak lazımdı ki tarlanın
verimliliği korunabilsin. Bu iş de yalnız olacak bir iş değildi. Bir gün önceden küreklemek için mahalle ve yakın mahallelerin delikanlıları ve toprağı sepetle taşımak için genç kızları çağrılırdı. Toprak büyük bir gayretle ve öğle sonrasına kadar kaldırılır, sonrasında hep birlikte ırgat sahibinin verdiği öğle yemeği keyifle yenirdi. Irgat sahibi için toprak kaldırma günü yemek açısından da özel bir menü hazırlığını gerektirirdi. Bu ortamlar sevdaların sevdalarıyla görüştüğü ortamlar, bazen kaçarak evliliklerin gerçekleştiği ortamlardı. Yıllar geçtikçe tarlalar fındık bahçelerine döndü, köylerde genç nesil azaldı. Günümüzde her evin altında kalan küçük bahçeleri evin hanımı kendi kürekleyip kendi sepetine doldurarak ve bir kaç güne yayarak gerçekleştiriyor. Toprak kaldırmak bitti ve ondan doğan muhabbet de gitti…
Evlerimizin içinde yaptığımız düğünlerimiz vardı. Düğünlerimizin bir ruhu, bir coşkusu, heyecanı, tadı vardı. Evin ortasını baştanbaşa geçen mabeyn dediğimiz alan düğünlerimizin eğlence mekânıydı. Horonlar burada oynanırdı. En fazla on kişilik bir ekibin horon oynayabildiği bu alanı izleyiciler odalardan uzattıkları kafalarıyla, mabeynin etrafında dizilerek sıkış tepiş ama büyük bir heyecanla takip ederlerdi. Düğünler mutlaka ve mutlaka yemekli olurdu. Kuru fasulye, pilav, komposto, tatlı temel düğün yemeği, lahana sarma ve haşlama da ara sıra bu menüye ilave olan özel yemeklerdi. İnsanlar gruplar halinde yemeklerini yer, sofra başı şakalar, derin muhabbet ve takılmalar yaşanır, yemeği biten yerini bir diğerine devrederdi. Saatlerce süren yemek seramonisi ayrı bir zevkle devam ederdi. Yaşlılar evin misafir odasında, gençler ayrı bir odada, kadınlar gelinin bulunduğu odada; düğün erkek eviyse damat gençlerin arasında bulunurdu. Özellikle gelin düğünlerde en çok merak edilen unsur olurdu. Ancak gelinin yüzü düğün öncesi ve düğün günü de dâhil olmak üzere kapalı olurdu. Sonra modernleştik. Düğünlerimizi salonlarda yapar olduk. Protokole gider gibi gider olduk düğünlere. Evlerde yapılan düğünlerin sıcaklık ve samimiyeti büyük ölçüde zamana kurban gitti. Düğünden doğan muhabbette bitti…
Cep telefonu, hatta telefon yoktu eskiden. Bir yerden bir yere haber ulaştırmak ve bu haberin geri bildirimi haftayı bulurdu bazen. Haber ulaştırmanın değişik yolları vardı. Beyaz asmak bunlardan birisiydi. Daha önce anlaşılan bir gün ve iş için günü geldiğinde yardım gelmesi için eve beyaz bir çarşaf asılırdı. Beyaz asılınca “iş yapılacak yardıma gel” anlamı taşırdı. Bir yerden bir yere haber ulaştırmak uzun bir meseleydi. Bu gün cep telefonuyla bir dakikada halledilen bir konuyu eskiden bir haftada halletmek bile mümkün olmayabilirdi. Mesela yayladan köye haber ulaştırmak için önce köye gidecek birisini bulmak lazımdı. Sonra ona sıkıca tembihlemek…. “Bak köye gittiğinde bizim Mustafa’yı görürsen ona de ki fındıklıkların altının otunu biçsin. Şunu yapsın bunu yapsın bana da haber yollasın. Akıllı olsun evi de yalnız bırakmasın” … Haber sahibine ulaştırılır, aynı yolla geri bildirim yapılırdı. Bir haberin ulaştırılması çoğu kez birden çok kişiyle çok sayda diyalog gerektiren bir işti. Bu konuda en fazla arabası olanlardan yardım istenirdi. Bir haberi ulaştırmak ve geri dönüşü için yaşanacak diyalogları düşününce aslında üretilen telefon aygıtının bize ne kadar hasar verdiğini görmek zor değil. Sadece bir haber ulaştırmada yaşayacağımız onca diyalog ve onun getireceği muhabbette gitti…
Yollar kasabaların, çarşıların içinden geçerdi. Alçakköprü’den, Sarmaç’tan, Hadialtı’ndan, Holo altından, Kondu’dan, Küçühol’dan, Taşhan’dan, Mavranaltı’ndan, İşkenazaltı’ndan geçer, buralardaki çarşı içlerinde çeşitli diyaloglar yaşanır, insanlar tanışır kaynaşırdı. Şimdi yollar kasabalara uğramıyor. Doğrudan ve çok daha hızlı varıyoruz varacağımız yere. Ama aradaki her şeyi kaçırıyoruz.
Detayları kaldırıp yaşamda kolaylıkları tercih ettikçe aslında hayatın kaymağını da lezzetini de tüketmişiz vesselam…
Sayın hocam,yüreğinize sağlık.Kaleme aldıklarınızı gözlerim buğulanarak okudum.Sizler gibi geçmişine,kültürüne değer verip,kültür pazarında sergi açanlar oldukça,eminim ki bu pazarı gezen ve geçmişinine ait bu kültür hazinesinden, ihtiyacı olanı alacakların sayısı da artacaktir…Saygılarımla…