MEVSİMLERİ KAYBETMİŞİZ SOKAK ARALARINDA
Çocukluğumuzda mevsimleri sindire sindire yaşardık. İlkokuldaki sınıfımızda asılan takvim şeridi gibi: İlkbahar, yaz, sonbahar, kış…
Mevsimler kalın çizgilerle ayrılırdı birbirinden. Her mevsimi tanımlayan bitkiler, meyveler, işler vardı. Coğrafyada mevsimlere bağlı olarak yaşanan değişimleri iliklerimize kadar hissederdik. Çiçeklerin açışını, ağaçların meyve takışını, meyvelerin olgunlaşmasını anbean bilirdik.
İlkbaharda ilk çıkan eflatun çiçeklerin balını çeker, Mayıs’ta hamuçerayı fındık yaprağıyla bohça eder yerdik. Okulun son günlerine denk gelen Haziran başında olgunlaşan kiraz ağaçlarını köyün neresinde olursa olsun elimizle koymuş gibi bulurduk.
Okul tatile girdimi yaz geldi demekti. Bize de yayla yolu gözükürdü. Yaz demek göç demek, yeni dostlar, sevdalar, yaylalar arası maçlar, bitmeyen muhabbetler, paragatlar, yaz demek yayla demekti. Okulun kapanmasıyla başlayan yaylacılık okulun açılmasıyla biterdi. Hepsi üç ay demeyin yıllar kadar sürerdi. Çok özel bir neden olmadıkça tamamı yaylada geçerdi. Bir olgunlaşmamış eriğin, bir ham elmanın, bir acı armudun, bir salkım karayemişin kaç para ettiğini yaz’ı yaylada geçirmeyen nereden bilsin? Sığır güdülen, çayır biçilen, çeşme başı muhabbetleri ile geçilen, gönül yaraları ile deşilen yüreklerin mevsimiydi yaz. Çayırların biçilmesi, okulların açılması, çimenlerin kızıla evrilmesi ile yazın sonlandığını güzün kapısında olduğumuzu anlardık.
Hüzünle dönerdik yayladan ama köyde de bizi bekleyen heyecanlar vardı. Güz demek fındık ırgatları, ot ırgatları demekti. Eğlence ve iş yoğun bir mevsimdi güz de. Biçilen mezire çayırları, yayladan mezireye göç ettirilen sığırlar, hasat edilen ürünler, turşu, fasulye, koliva, incir, üzüm, biçmekler, enva-i çeşit meyve ile süslenmiş; nihayet sararan yapraklar soyunan tabiat ve ormandan taşınan yapraklar; son meyveler kestane, ayva ve muşmula ile finale eren mevsimdi sonbahar. ..
Kasırgaları aratmayan sertlikte esen, ıslıklarıyla gönüllere hüzün veren şiddetli rüzgarların arkasından gelirdi kış mevsimi. Tabiat beyaz gelinliğini giyer, dışarıda kalan son koyun sürüleri ahıra girerdi. Uzun gecelerdeki derin muhabbetlere kavrulmuş fındıklar, küpten çıkmış armutlar ve değmiş muşmulalar eşlik ederdi.
İşte böyle her mevsimi mevsim gibi yaşardık biz eskiden. Her mevsimin kendine has işaretleri vardı.
Şimdi klimalı odalarımızdan, tabiattan ev ve işyeri mekanlarımızdan seçemez olduk mevsimleri. Her mevsim aynı gelir bize. Ne mevsimleri ne de geçen yılları seçebiliriz artık.
Sokakların arasından gördüğümüz gökyüzü bize mevsimleri anlatmıyor. Mevsimlerimizi kaybetmişiz sokak aralarında…