Sosyo-psikolojik bir varlık olan insan doğası gereği, doğumdan itibaren başlayan
fizyolojik ihtiyaçların ( yeme içme, barınma ) yanı sıra güvenlik ihtiyacı vardır.
Çevreden kaynaklanan herhangi bir tehlikeye karşı kendini koruma ve korunma, ihtiyacıdır bu. Fiziksel olarak kendini güvende hisseden insanın sosyal ihtiyacı giderilmezse, kendini belki fiziksel olarak güvende ama duygusal olarak yalnız hissedecektir. İnsan fiziksel olarak güvende olma ihtiyacı kadar, güven temelli aile kurarak aidiyet bağı oluşturma gibi sosyal ihtiyacını karşılamakta temel bir ihtiyaçtır.
İnsanların, diğer insanlarla etkileşimiyle başlayan sosyalleşme sürecinde insanı mutlu eden, güvenli bağlar oluşturmasıdır. Bir toplumun en önemli sosyal sermayesi güvenlik ve güvenmektir. Ne yazık ki içinde yaşadığımız modern dünyada oluşturulan kasıtlı kasıtsız algı mühendisliğinin güvenirlik sorununa katkısı büyük oldu. Mü’min vasfının üstüne türlü oyunlar oynandı. Özellikle medya, sosyal ağların kötüye kullanılması, televizyon programları ve dizilerinin içerikleri (sadakatsizlik, yalan, iftira, şiddet, zan vb. ) toplumsal güvenirliği negatif yönde etkiledi.
“ Dünya Değerler Araştırması verilerine göre Türkiye, dünya ülkeleri arasında güven düzeyinin en düşük olduğu ülkelerden biri. 55 ülkeyi kapsayan araştırma’ya göre, güven düzeyi Türkiye’de yüzde 6.5 olarak ölçülüyor.” Bu sonuçlar gösteriyor ki Türkiye toplumunun yüzde 94’ü güven problemi yaşıyor. Birbirine güvenmiyor. Yani daha hesap günü gelmeden asılmıştı boynumuza amel defterimiz.
Peki ne oldu? Müslüman, Müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu kimse değil miydi? Mümin insanların canları ve mallarının güvende olduğu kişiydi hani. Kim? Hangi hayal kırıklığı söyletmişti o sözü “ Babana da güvenme! ” Cevap hakikatin kaynağı hakkın kitabındaydı. Yüzünden okuyup geçilen, kimsenin üzerine alınmadığı ayetteydi.
Bedeviler: “İnandık” dediler, de ki: ” İnanmadınız ama İslam olduk deyin; inanç henüz gönüllerinize yerleşmedi; eğer Allah’a ve Peygamberine itaat ederseniz, işlediklerinizden bir şey eksilmez; doğrusu Allah, bağışlar, merhamet eder.” (Hücurat 14) Çünkü gerçek mümin güvenilen güven duyulandı. Evet kimliklere yazılan İslam kelimesiyle, kitaptan seçilerek beş şarta indirgenen bir din algısıyla gerçek mümin olunamuyordu. Gönüllere işlenemiyordu tam teslimiyet.
Oysa Ali imran suresi 159. Ayete göre “ Muhakkak ki Allah kendine dayanıp güvenenleri sever”. Allah ‘a güven, bireyin tüm eylemlerinde en büyük dayanak noktasını oluşturur. Temelde Allah‘a güvenen insan, yapıp ettiklerinden hesaba çekileceğini bilmeliydi. Elinden, sözünden emin olmak onun sosyal ahlaki kimliğini oluşturmalıydı. İnsan beşerdi şaşardı elbet. Ancak Allah, merhameti kendine farz kılmıştı. Tövbe vardı. Sığınma vardı.
Hz Yusuf, Züleyha’nın uygunsuz teklifi karşısında hemen Allaha sığındı ve ona güvendi. Şüphesiz o Allah ki ona güvenenleri darda bırakmazdı. Yusuf, “Rabbim! Zindan bana bunların benden istediklerinden daha iyidir. Eğer onların bana kurdukları tuzağı boşa çıkarmazsan, onlara meyleder ve cahillerden olurum!” dedi (Yusuf suresi 33). Onun, iffeti hedef alınarak atılan iftira, zindanda geçirdiği uzun zaman onu kin ve nefrete büründürmedi. Dosdoğru olmaktan vazgeçmedi bir an hayata küsmedi. Zindan hayatında bile doğrululuğuyla erdemiyle bilindi. İnanmış, güvenmiş, teslim olmuştu bir kere olayların iç yüzünü bilen en merhametliye.
Kur’ an’ da mü’min duruşunu “Vakar” ( Ağırbaşlı, haysiyetli, temkinli davranma ve şerefli olma, mevki ve kişiliğinin gereğini hakkı ile koruma ) kavramı kullanır. Furkan suresi 63. Ayette şöyle tasfir eder mü’min kullarını yaratan. “Rahmanın has kulları yeryüzünde vakarla yürürler. Cahiller onlara laf attığı zaman ,”Selam” deyip geçen kullardır.
Peki, ne yapmalıyız?
Sahip olduğumuz mirasın farkına varmalı.
Yaratıcıya olan bağımızı yeniden yapılandırmalıyız.
Yeniden mü’min olmalı, önce ailemize sonra yakın çevreye güven tesis eden söz ve davranışlarda bulunmalıyız.
Her türlü zan, dedikodu, haset gibi nefsin oyunlarıyla karşılaşan bilince Allah’ı hatırlatıp ona sığınmalıyız.
Yapmadığınız şeyleri söylememeli.
Söz verince sözünde durmalı. Şayet yapamayacaksak, gerekçeleriyle açıklamalıyız.
Olayları değerlendirmemiz objektif olmalı, çözümleme metodumuz ise hakkı yani doğru, mutlak gerçek, tartışmasız hakikat bilgisi ve/veya bilimselliğiyle değerlendirmeyi ilke edinmeliyiz.
Olması gereken olmalı fiziksel mesafeyi koruyup, kalp saflarını sıkı tutmalıyız. Zira şeytan safların arasındaki boşluktan sızmaz. Kardeşlik, birlik, beraberliği bozacak söz ve davranışlara sızar. İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un söylediği gibi “Tefrika Girmedikçe bir millete düşman giremez; Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez .
Mü’min, mü’mi’nin ayıbını araştırmamalı.
Kötülükler rol model oluşturmaması için punto punto haber olmamalı.
İyilik haberleri yaygınlaştırılmalı.
Ortak iyide birleşilmeli, hüküm koyuculuğa soyunulmamalı.
Eğer bir zanda bulunacaksak o da hüsnü zan olmalı.
Kısa ve uzun vadede de olsa ödülü kuldan değil yaratıcıdan bekleme sabrını göstermeli.
Toplumsal güvenirliği yüksek toplumlar ancak güçlü güvenli bağlar kurmakla gerçekleşir. Öncelikle birey inancının gereği ve topluma karşı olan sorumluluğunun bilincinde olarak söz ve davranışlarında tutarlı olmayı kendine ödev bilmeli. Fert fert kendini düzeltme gayretiyle toplumsal güvenirliği yükseltmek mümkün olacaktır.
Selam ve saygılarımla.
Güzel bir yazıydı istifade ettik…
Yüreğinize sağlık.