Özledim memleketimi..
Trabzon’da okurken iple çekerdim cuma günlerini köye çıkacağım diye. Bir serüven gibiydi. Nelerle, kimlerle karşılaşacağımı bilmeden Çaykaratur’a binmek..
İlçeye vardığımda tanıdık bir yüz arardım köye çıkabilmek için. Bazen de dayım beni alırdı sağ olsun.. Dayım alırsa önce Zeno’ya giderdim.1 akşam orda kalınca Fotinos’a geçmeden, evimin kapısını açmadan, sobasını yakmadan, mahalledeki nenega ve dedegaların dualarını almadan Trabzon’a dönmek istemezdim hiç.
Dayım kızardı bana ne “işin var orda, düşme yollara şimdi bu havada evine gitmesen olmaz sanki” diye. Onları da kırmadan inadımı yerine getirir sırt çantamı alır düşerdim yola..
Yürüdüğüm o 2 buçuk saatlik yolda, karşılaştığım köyüm insanıyla selamlaşmak, o yeşilin her tonuyla sana eşlik eden, kuş sesleriyle şenlenen, gürül gürül akan ırmaklarıyla yürümek terapi gibi gelirdi bana.. Yolun sonunda mahalle camisini görünce içimi bi heyecan kaplardı önce babaannem ve dedemin mezarlığına uğrar hallerini hatırlarını sorar, sonra eve geçer biraz ortalığı süpürüp siler sobayı yakardım..
O bacanın dumanı tüttü mü, gururla babamı arar “baba ben evdeyim köyde, sobayı da yaktım” der adeta topraklara sahip çıkmanın.. baba, dede evine aidiyetimin bir nişanesi olarak görürdüm bu hafta sonu ritüelini..
Güzel zamanlardı.. Zaten her şey yaşında, zamanında güzel değil mi? Rabbim ömür verirse inşallah yine gideriz ama bu sefer dede evine değil de baba evine olacak varış sanırım..
Köyler, evler sobalar, girişler hep değişiyor şimdilerde.. Öyle olması gerekiyormuş..
Sağlık olsun ne diyelim..
Zaten bu sene en çok bu değil mi dilimizde olan..
SAĞLIK OLSUN..
Esra Ayaz/Mimar Kabataş
Esra Hanım yazınızda, babanızın, dayınızın ve dedelerinizin isimlerini yazmış olsaydınız, kim olduğunuzu anlamış olurduk. Şimdi bizim için bir sır gibi kaldınız :))
Ayvazlardan olduğunuz kesin de, gerisi karanlık…