Bizim çocukluğumuzda Sultanmurat bugünkünden çok farklı idi bambaşka güzeldi. Neşeliydi ve huzur doluydu. Ya da bize öyle geliyordu. Çocukluğumuzda Sultanmurat’a gitmek çok hoşumuza giderdi. O zamanlar imkânlar dahilinde gidebileceğimiz en şenlik, en anlamlı yer orası idi. Bizim için orada olmak bir ayrıcalıktı.
Sultanmurat’a gidince her şey başka oluyordu: Bazen eve dönmeye gecikirdik, hava yağardı. Islanmamak için beklerdik ya da oralarda oyalanıp vakit geçirirdik. Geç kalsak bile herhangi bir korkumuz, çekincemiz olmazdı. Çünkü bu yaylayı kendi yerimiz gibi görür, bir durum olsa sırtımızı yaslayacağımız büyüklerimizin, amcalarımızın burada olduğunu iyi bilirdik.
Selahattin Sarı Amca Sultanmurat’ın müdavimlerindendi. Neşesi, şakası boldu. Başında kasketi, pala bıyıkları, dik duruşu, gür sesi ile bilinirdi. Buraya gelen herkesi tanıyor olması ve gelenlerle samimi ilgilenmesi, misafirlere yaptığı şakalar, espriler çok değerliydi. Ayrıca yemeklerindeki lezzetler kendisini aranır yapmıştı.
Buradan Selahattin Amcanın sizlere bir esprisini anlatmak isterim: Bir gün lokantaya gelen müşteri yemek yedikten sonra kürdan istedi. Kürdan gelmeyince genç, Selahattin Amcaya biraz sitemli olarak sordu: “kürdan yok mu?..”
Selahattin Amca da: “Yok oğlum alan geri getirmiyor ki, kalmadı bitti.”
Selahattin Amcaya yetişip sohbetinden nasibini alamayan, yemeklerinin lezzetini tatmayanlar çok şey kaybetmiş olsalar bile bugün onun yaktığı meşaleyi geleceğe taşımaya gönül vermiş gençlerle tanışmanız uzak değildir.
Bugün Sultanmurat’ta bir tane Selahattin amca yok. Artık Mehmet, Hakan, Selahattin olmak üzere üç tane yeni Selahattin amcamız var. Hepsi ayrı bir yetenek ayrı bir değer. Ne mutlu atalarının açtığı yolda göğüslerini gere gere yürüyenlere. Yolunuz acık kazancınız bol olsun Sultanmurat’ın kahramanları…
Yine bizim için değeri büyük varlığından güç aldığımız Ömer Çevik Amca…
Ömer Amcanın yukardan aşağıya Sultanmurat’a girişi bir başka anlamlı idi. Başında fötr şapkası elinde bastonu attığı ağır ağır adımları ile Sultanmurat’a girerek keskin bakışları ile sağı solu kontrol ederek kendine uygun bir yer bulup oturması oturduğu yerde hürmetle karşılanması bir başka güzellikti bizim için.
Ömer Amcanın mekânı eğlencenin ve Sultanmurat’a gelen misafirlerin konaklama merkezi idi. Günlerce kemençe çalınıp türkü söylenir, horon oynanırdı. Artık Ömer Amcamız da yok. Ama her Çaykaralı gibi gençliğinde gurbete çıkan yaş kemale erince memleket sevdasına yenik düşüp memlekete geri dönenler var. Gurbette de hemşerilerinin sorunları ile canı gönülden ilgilenen şimdi de yaylalarda Ömer Amcanın eksikliğini hissettirmeyecek Behzat Çevik abimiz var. Ona başarılar ve sağlıklı uzun ömürler diliyorum.
Adını tam olarak bilmediğimiz herkesin de Hacı Kara dedikleri birde Hacı Amcamız vardı. Hacı Amca Sultanmurat’ta genelde ezanı o okurdu. Ezanı okumaya başlayınca gençler dükkanının etrafında dolaşır meyve kasalarından meyvelerini yürütürdü. Hacı Amca bunu fark etse bile fark etmemiş gibi davranır gençlerin rencide olmasını istemezdi. Göz hakkıdır gençtir bunlar, olur böyle şeyler dercesine erdemli davranışlarla işine bakardı.
Hacı Amca dünya malının öbür dünyaya cisim olarak gitmeyeceğini yapılan her iyiliğin karşılığını Allah’ın taktır edeceğini en iyi bilenlerdendi. Merhameti anlayışı dünya kazancının önündeydi. Hacı Amcanın da bu iş yerinde lokantası vardı. Bir gün müşterileri geldi Hacı Amcaya sordular:
“Yemekte ne var.”
Hacı amca: “Türlü var, sebzeli var güveç var, ne istersiniz var,” dedi.
Müşterilerin her biri ayrı bir yemek istedi hacı amca bütün yemekleri aynı tencereden tabaklara koydu getirdi. Müşteriler bu işe bir anlam veremezken ve kendi aralarında gülüp dururken içlerinden biri:
“Hacı, bana bir pilav birde komposto ver ama onları da aynı tencereden getir de…….! göreyim seni…” Tabii ki herkes neşe içinde güldü…
Muhammet Çakır, Bayatın Muhammet amca…
O da bizim Sultanmurat’ta bir dayanağımızdı. Diğer kahvelerde oyun oynandığı için en rahat Muhammet amcanın orda otururduk. Muhammet Amca bizi görünce bize hiçbir şey sormadan oralet ya da elma suyu getirirdi. Para da almazdı. Bize bir de sorardı “kiminle geldiniz, niye geldiniz buraya” biz de “yalnız geldik, gezmek için derdik.” O da “hadi bakayım oraletlerinizi için fazla geç kalmadan yaylaya gidin” derdi.
Kim bunlar soranlara da “bunlar benim torunlarım” diye söylerdi.
Muhammet Amcanın mekânı Sultanmurat’tan her gelip geçenin uğrayıp ihtiyaçlarını giderdiği yerdi. Yardım severliği herkes tarafından bilinir söylenirdi. Yeri boş kalmadı oğlu Aydın Abi yardım severliği, ilgi alakası ile Muhammet Amcayı aratmıyor.
İlya Çakır… İlyas Amca genelde çocuklara karşı çok sert görünümlü, çatık kaşlı biri gibi idi. Oysa yıllar sonra köyden ayrılıp Trabzon’a okumaya gidip sonra tatilde köye döndüğüm zaman İlyas Amca ile karşılaşırdım. Hiç de o eski sert görünümlü çatık kaşlı biri değildi. Her gördüğünde canı gönülden “hoş geldiniz, nasılsınız, okul nasıl” diye hâl hatır soran bir amca ile karşı karşıya kalırdık. O zaman da İlyas amcayı anlamaya çalışırdım. Neden böyle diye kendi kendime sorduğumda zorlanmadan cevabını çok rahatlıkla bulabiliyordum. İlyas Amcanın dükkânı köyde çarşıya biraz uzak olduğundan genellikle tenha olurdu. Biz de dükkânda kimsenin olmadığı bir anı kollar gider ondan sigara isterdik. Köyden bir amcanın adını verir “sigara istiyor” derdik. O da yakaladığı zaman kulağımızı çeker “ulan o amca bu sigarayı içmez” der bizi kovardı. Sonralardan anladım ki: sevgisinden dolayı zaafa düşüp istenmeyen şeylere sebebiyet vermesinden endişe ettiğindendir ki sevgisini gizlemiştir.
Bir de Sultanmurat’ın bizim için vaz geçilmezi halen adını ve nereli olduğunu bilmediğimiz demirci dükkânı olan bir amcamız vardı. Havanın soğuk olduğu zamanlar ısınmak için bu dükkâna giderdik yanan ocağın başında ısınmaya çalışırdık. Demirci amca üşüdüğümüzü anlar bize bir şey demezdi hem ocak başında ısınır hem onun ne yaptığını seyrederdik. Bazan yarım yamalak körük çekmeye çalışırdık. Demirci amcayı, yaptığı işi uzun uzun seyrederdik. Amca işlemek için demiri ocağa koyar ısıtır, ısınan demiri örsün üzerine koyar çekiçle iki sefer işlediği demire vurup bir sefer örse vururdu. Sanki bir müzik aleti gibi bir ahenk tutturup giderdi. Biz de bu arada iyice ısınır sonra yine dışarı çıkar gezerdik.
Bizi tanımadan bilmeden ya da sırf çocuk olduğumuz için bize gönüllerini açan böyle değerli büyüklerimizi unutmamız mümkün mü? İşte biz de unutmadık yad ettik. Hepsinden Allah razı olsun mekanları cennet olsun.