Genç uşaklar da bazen yorgunluğunu bahane eder oturur çeşmenin başına bazen de susamışlığını bahane eder beklerdi yavuklusunu. Gelmeyen yavuklusuna haber salmak isterdi de göremezdi kimseyi, bir umuttu bekler dururdu.
Mahalledeki komşuların su alırken güğümler dolana kadar birbirleri ile yaptıkları sohbetler de bir başka olurdu. Gün içinde yaptıklarını anlatırlardı birbirlerine. Azda olsa günün yorgunluğunu atmak için bir bahane olurdu bu… Tabii bu sohbet bazen çok uzardı o zaman da içlerinden biri çıkar:
“Oy e kızlar kaldum haburda evde işler beni bekler ya gideyim akşama yemek yapılacak, ağırlar yapılacak, çok işim var hadi size kolay gelsin.”
Bir heyecandır koşturup giderdi. Diğerleri de aynı acele ile giderdi aslında.
Böyle geçerdi çeşme başında vakitler.
Bu çeşmeler sadece insanlara değil hayvanlara da çok çok hizmet verdi.
Her çeşmenin birde lubası (yalak, hayvanların su içtiği yer) vardı. Oradan da mahalleli su ihtiyaçlarını gidermesi için hayvanları getirir içirirdi. Ya da yayla yolunda gidip gelen yolcular durur dinlenir kendileri de hayvanları da sularını içip yollarına devam ederlerdi. Benliğimizde ve kültürümüzde o kadar yer ettiler ki bu çeşmeler üzerine bir sürü şiir yazıldı, türkü söylendi.
“Bir çeşme olmak isterdim eğilip suyunu içtiğin,”
“Bir çeşmeye koşar gibi koşuyorum sana anlasana,”
“iki gözüm iki çeşme ağlarım,” daha niceleri.
Ya şimdi yetim kaldı çeşmelerimiz. Artık ne geleni var ne gideni.
Bir kısmımız gurbet yolunda bir kısmımız evin içinde çeşmelere ihtiyaç duymaz olduk. Çeşmelerimiz özler oldu, arar oldu o günleri, kalmadı gelip gidenleri…
Soramaz da kimselere niye kimse gelip gitmez diye.
Gelmezler ya gelmezler! Kim kaldı ki, kim gelecek ki, kimi beklesin.
Yeni nesil çeşmeyi bilmez eskiler de rahmeti rahmana kavuştu. Belki de birçoğunun Rabbinin huzuruna temiz çıkması için aldırılacak abdest suyunu da o çeşmeler verdi de kimsenin haberi yok. Evet ben anlattım siz dinlediniz de hiç mi sizin çeşme başında anlatacak hatıranız yok.
Çeşmeler anlatamadı barı siz anlatın o güzel hatıralarınızı.
Bu çeşmelerden köyümüzde çok vardı ama maalesef şimdi iki tane kaldı.Biri Özbaylar ve Kadıhasanların mahallesinde… Diğeri Lufoğulları, Güngörler ve Sakaloğulları mahallesinde…
Biz bu çeşmelerde çok oyunlar oynadık.
Herhalde bu çeşmelerle son hatırası olan nesiliz.
Her iki çeşmede de çok ayak izlerimiz var:
Saklambaç, moç, lep oynarken, birbirimizi kovalarken bunların etrafında çok dolanıp durduk. Terleyince de suyunu içtik, elimizi yüzümüzü yıkadık. Özbayların mahallesindeki çeşmede oyun oynarken Nail arkadaşımız burada ki su deposunun içine düşmüştü. Çok korkmuş ve üzülmüştük. Bir mühlet evde hasta yattı. O evde yatarken bizde üzüntümüzden oyun oynamadık. Sonra sağlığına kavuşunca sormuştuk ona, “nasıl düştün buraya,” o da “bilmiyorum, hatırlamıyorum,” demişti.
Ama bizim tahminimiz o su deposunu ambar zannetti. Gerçi çok fazla bir şeyi yoktu biraz denleri (mısır tanesi) döküldü o kadar.
“Buna da şükür ya depoya değil de Agah’ın eline düşseydin, hiç denin kalmazdı.” Ben böyle takılıyorduk ona.
O da, “denlerimde bir şey yok, biraz postum soyuldu o kadar” diyordu. İşte böyle gülüp eğleniyorduk. Bu hatıralar bu güzellikler hep gerilerde kaldı.
Bu çeşmeler yaklaşık üçyüz yıllık bir tarıhe sahıp.
Sayın Güner Gedik Amca bu hatıraların kaybolmaması canlı kalabilmesi için birçok alanda faaliyet gösteriyor. Bu faaliyetlerinden biri de mahallesinde olan çeşmenin restorasyonunu yaptırmasıdır. Kendisinden öğreneceğimiz çok şeyler var.
Bu katkılarından dolayı kendisine saygılarımı sunuyor çok teşekkür ediyorum.