“Hayat geçti, ömür geçti, yaş geçti”. Zeki Müren’in sesinden kulaklarımıza ve oradan gönlümüze yerleşen bu şarkı, yaşı yarım asrı devirenleri ister istemez çocukluğuna götürür.
Benim de çocukluğum, annemin Bayburt’ta geçirmiş olduğu çocukluk döneminin anılarını dinlemekle geçti. Buna bir de babaannemin Bayburt’a gelin gidişi, eşinin Birinci Dünya Savaşı’nda ilan edilen seferberliğe katılıp geri dönemeyiş hikâyesini eklemem gerekir. Babaannem Çaykara’nın Kabataş Köyü’nden Bayburt’un İncili (Ardusta) Köyü’ne, kökleri yine bizim köye dayanan Yazoğulları’na gelin gitmişti. Eşi askerden dönemeyince o, köyüne geri geldi ve dedem ile evlendi. Kısa süren Bayburt gelinliği sırasında güzel intibalar bırakan babaannemin oradaki akrabaları, büyük bir vefayla ve hediyelerle 1970’lerin ortalarına kadar onu ziyarete gelirlerdi. Ben de çocukluk yıllarımda bu diyaloğa şahit olurdum.
Bu türden hikâyeler Of ve Çaykara insanının pek çoğunda vardır. Bunun tarihi, coğrafi ve beşeri sebepleri vardır. Solaklı Vadisi’nin sosyolojik dokusunun oluşumuna baktığımız zaman güneyden kuzeye doğru bir yerleşme düzeninin kurulduğunu görürüz. Yani “Kuzeyin Uşakları”nın kökü aslında güneyden gelmektedir. Trabzon’un 1461’de fethinden önce Çepniler ile başlayıp Akkoyunlular ile devam eden Oğuz yerleşmeleri, fetihten sonra Dulkadıroğlu Beyliği’nin Türkmen oymakları ile devam etmiştir. Soğanlı Dağı’nın eteklerinden başlayıp Karadeniz’e kadar uzanan bu hatta, Çayıroba/Yente, Arpaözü/İpsil, Karaçam/Yukarı Ögene, Köknar/Aşağı Ögene, Uzuntarla/Alifinoz ve Yeşilalan/Holaysa köylerinde başlayan ilk yerleşmeler zaman içerisinde Solaklı Vadisi’nin her iki yamacında kurulan köylerle devam etmiş ve Of’tan Karadeniz’e ulaşmıştır.
Güneyden kuzeye doğru uzanan bu sosyolojik yapı; tarihi coğrafyanın oluşturmuş olduğu ekonomik yapı içerisinde devinimini 15. yüzyıldan başlayıp 20. yüzyılın sonuna kadar sürdürmüştür. Tarihi İpek Yolu’nun bir kolu Tebriz-Erzurum-Trabzon bağlantısını ihtiva etmektedir. Bu güzergâh ana hat olarak Erzurum-Bayburt-Gümüşhane-Zigana Geçidi, Maçka ve Trabzon olarak kendini göstermekle birlikte; zaman zaman kestirme olarak Of ve Araklı istasyonları ile Karadeniz’e ulaşabilmekteydi.
Bu yazı, Bayburt ile Of arasındaki 110 kilometrelik yol üzerinde bulunan insanları ve onların tarih içerisindeki yürüyüşünü konu edinmiştir.
Asırlar boyu tarım ekonomisine dayalı olarak yaşamını sürdüren yöre insanı; yaşamının vazgeçilmezi küçük ve büyükbaş hayvanlarına otlak bulabilmek için zor tabiat şartlarına inancıyla, inadıyla, azmiyle, ama kas gücüyle karşı koymuştur. İhtiyaçlarının önemli bir kısmını bu şekilde karşılayan insanlar, at ve katır sırtında bu kadim güzergâhtan mallarını sahildeki iskelelere ulaştırmaya çalışan tüccarlardan da, bazı ihtiyaçlarını temin ederlerdi. Sahilde İşkenaz’dan başlayıp, Taşhan, Küçükhol, Kondu, Kadahor, Hadialtı, Şinek, Harheş, Ogene, Derebaşı, Demirkapı, Heneke, Soğanlı Dağı, Yukarı Çençül, Aşağı Çençül (Oflu Sarıalioğulları’nın yaylaları), Kütküne, Abrans, Mam yoluyla Bayburt’a ulaşan yol üzerinde bulunan hanlarda nakit ve trampa yöntemiyle önemli alış-verişler yapılırdı.
Kışlık ve yazlık yerleşmelerin varlığı, geleneksel konar-göçer Türk yaşantısının bir çeşidini bu bölgede karşımıza çıkarmaktadır. Bayburt Ovası’nın tahıl zenginliği Solaklı Vadisi’nde yaşayan Karadeniz insanını hep cezbetmiştir. Bu yüzden içe dönük kapalı ekonominin hâkim olduğu dönemlerde Bayburt’a ulaşma bir bakıma dışa açılma, berekete erişme anlamına da geliyordu.
Bu sosyolojik ve ekonomik faktörler, Bayburt-Çaykara-Of bağlantısını asırlar boyu diri tutmuştur.
20. yüzyıla gelindiğinde bölgeyi askerî ve siyasî faktörler de etkisi altına almıştır. 1914’te patlak veren Birinci Dünya Savaşı sırasında Sarıkamış Harekatı’nın başarısız olması üzerine Osmanlı ordusunun geri çekilmesine paralel olarak 1916 yılı başlarından itibaren Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’de Rus ilerleyişi başlar ve bu bölgeler 1916-1918 yılları arasında işgale uğrar. Bu süre zarfında Ruslar, bölgede kalıcı olabilmek ve askerî hâkimiyetlerini kuvvetlendirebilmek için yol açma faaliyetlerine girişirler. Bölge insanının kas gücünden yararlanılarak kazma-kürekle kuzeyden güneye doğru, bir başka deyişle Of’tan Bayburt’a doğru açılan bu yolun güzergâhı Solaklı Vadisi boyunca ilerlemiş, Şur-Şinek-Harheş hattını takip ederek Ögene’ye, oradan da Solaklı Deresi’nin kaynaklarından birini teşkil eden Derebaşı’na varmıştır. Yolun en zor kısmı da buradan başlıyordu. 13 keskin virajla Demirkapı’ya, oradan Heneke çayırlarına/düzlüklerine ulaşan yol; Soğanlı Dağı’nı aştıktan sonra, sis ve güneşin boğuşması eşliğinde Bayburt Ovası’na göz kırpmaya başlar. Bugün dünyanın en tehlikeli yolları kategorisinde değerlendirilen, bu özelliği ile de yeni bir turizm güzergâhına dönüştürülmeye çalışılan bu yol üzerinde oluşan çokça hikâye vardır.
Bu hikâyelerin oluşumunda 1929 yılı Temmuz ayında gerçekleşen sel felaketi önemli bir yer tutmaktadır. 134 insanın öldüğü bu doğa olayı sırasında Solaklı Deresi üzerinde bulunan bütün ahşap köprüler yıkılmış, Hadi pazarı tümden olmak üzere, çarşılar ve hanlar harap olmuş, köylerde pek çok ev yıkılmış, tarım alanları heyelan nedeniyle büyük zarar görmüştü. Bunlarla birlikte kıtlık tehlikesi de baş göstermişti. Binlerce insanı etkileyen bu felaket sonrasında açılan yaralar devlet eliyle sarılmaya çalışıldı. Bu kapsamda, o tarihlerde nahiye statüsünde olan Çaykara sınırları içerisinden binlerce insan Maçka, Bayburt ve Erzincan’a göç ettirilerek yerleştirilmiştir. Bugün Bayburt’a bağlı 184 köyün 100’den fazlasında ve Erzincan’ın Çayırlı ve Tercan ilçelerinde, değişik oranlarda Çaykara ve çevresinden göç eden insanlar yaşamaktadır.
Bu insanlar yerli halk tarafından “Laz” ya da “Of’lu” olarak nitelendirilmektedir. Yüzyıla yaklaşan bu niteleme etnik kimliği değil, coğrafyayı izah etmektedir.
Bu toplumsal bağ dolayısıyla Bayburt ile Çaykara arasında çok sıkı bir temas vardır. İklim şartlarına bağlı olarak, bir başka deyişle Soğanlı Dağı’nın geçit vermesiyle birlikte Of-Çaykara ve Bayburt arasında 15 Mayıs ile 15 Eylül arasında her gün düzenli ve karşılıklı minibüs seferleri yapılırdı. Belli aralıklarla bu seferler Çayırlı ve Tercan’a kadar uzatılırdı. Çaykaralıların Bayburt’taki en önemli durağı ise Cumhuriyet Garajı idi.
Yukarıda izah etmeye çalıştığım göçler, Bayburt’un sosyal hayatına olduğu kadar, kültürel ve siyasî hayatına da derin etkiler bırakmıştır.
Bayburt’un Aydıntepe ve Demirözü olmak üzere iki ilçesi bulunmaktadır. Bugün, ağırlıklı olarak Aydıntepe’ye bağlı köylerde çok sayıda Çaykara göçmeni yaşamaktadır. Bayburt’a göçmüş insanların bir bölümü tamamen Çaykara ile bağlantısını keserken, bir kısmı her iki tarafta mesken kurarak yaşamını yıllarca sürdürmüştür. İkisi de Çaykara’nın Soğanlı Köyü’ne mensup olan ünlü tarihçi Osman Turan ile dünyaca meşhur teorik fizikçi Behram Kurşunoğlu ortaokulu ikametlerinden dolayı Bayburt’ta okumuşlardı. Çocukluk yıllarında Osman Turan Aydıntepe’ye bağlı Çatıksu, Behram Kurşunoğlu da merkeze bağlı Aydıncık Köyü’nde ikamet etmiştir. Bir başka ünlü tarihçi İsmet Miroğlu’nun ailesi de Ataköy’den Bayburt’un Kalecik Köyü’ne göçmüştür.
Bayburt’un Gümüşhane’ye bağlı olduğu dönemde, 1957 seçimlerinde, buradan milletvekili seçilen Dr. Necmettin Coşar, Çaykara’nın Çambaşı Köyü’nden Bayburt’un Cemeleye Köyü’ne göçüp yerleşen bir ailenin evladıydı. Ailenin bir bölümü de Pikeyi’ye yerleşmişti.
Söz buraya gelmişken yazının başında belirtmiş olduğum annemin çocukluk dönemine de değinmek istiyorum. Anne tarafım 1929 sel felaketi sonrasında 1930’larda Bayburt’un Maden Köyü’ne iskân edilmişti. Dedem, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Erzurum Hasankale civarında Ruslarla çarpışan birlikler içerisinde yer almıştı. Göstermiş olduğu yararlılıklardan ötürü almış olduğu rütbeye bağlı olarak halk tarafından “Mehmet Çavuş” olarak nitelendirilirdi. İki oğlu (Mustafa ve Numan) ve bir kızı (Fatma) ile birlikte yazı Bayburt’un Maden Köyü’nde, kışı ise Çaykara’nın Kabataş Köyü’nde geçirirdi. Çocukları, küçük ve büyükbaş hayvanları ile birlikte yaya olarak 85-90 kilometrelik yolu yaz başı ve güz olmak üzere yılda iki kez kat ederdi. Üç gün iki gece süren bu yolculuk esnasında Mam ve Ögene hanlarında kalınırdı. Konaklama esnasında hayvanların sütleri mevcut köy halkı tarafından sağılır, bunun karşılığı olarak ve yük teşkil etmesin diye sütler onlara verilirdi. Yaz başlarında Bayburt’a giderken Derebaşı virajlarının başlangıç yerinde, yukarıda lazım olacak gerekçesiyle, kendisi ve çocukları ellerine taş alarak o hırçın yokuşu tırmanırlardı. En yukarıdaki viraja gelindiğinde çocuklara ellerindeki taşları atmalarını söylerdi. Bu yöntemle yürümekten bıkan çocukların, hafiflemeye bağlı olarak, yeni bir hevesle yollarına devam etmelerini sağlardı.
Güz yolculuğu esnasında özellikle Soğanlı Dağı üzerinde yakalanmış oldukları fırtınalı havalarda atlatmış oldukları yaşam tehlikelerini annemden çokça dinledim.
Dedemin ölümünden sonra dayılarım uzun yıllar bu geleneği devam ettirdiler. Numan dayım bu bölgelerde uzun yıllar “celepçilik” yaparak geçimini temin ederken, Mustafa dayım mevcut geleneği sürdürmüştür. Mustafa dayımda oluşan Bayburt sevgisi, 1998 yılında vefat ettiğinde, vasiyeti gereği Maden Köyü’nde defnedilmesini sağlamıştır.
1970’lerde, çocukluk yıllarımda, sonbaharda keçileri ile dönecek olan dayımı karşılamak üzere Çaykara’ya iner ve onları beklerdik. Bu karşılama sırasında bize verilen hediye tadı bugün bile ağızımda olan, tandırda pişirilmiş meşhur Bayburt ketesiydi. Köye varıldığında ise “Kavut Haşılı” yapılırdı.
Sadece anne tarafım değil, baba tarafım da Bayburt ile bağlantılıydı. Ali dedem, Bayburt’un Günbuldu (Files) Köyü’nde yaylacılık yapardı. Babamın, amcalarımın, halalarımın, ağabeyimin ve ablalarımın çocuklukları burada geçti. Ben de lise birinci sınıftayken, o yıl (1980), Files yaylasında nahır çobanı tutulamadığı için hane sahiplerine nöbetleşe verilen çobanlık görevini 4 gün boyunca bir arkadaşla beraber yapmıştım. 484 adet büyük baş hayvanı otlatırken bir tanesini akşam dönüşünde arazide unutmuştuk. Yaylaya döndüğümüzde hava kararmıştı. Yapılacak tek şey gece boyunca hayvana zarar gelmemesi için halk inanışından gelen “kurdun ağızını bağlamak” idi. Bu ritüel yapıldı. Sabah araziye çıktığımızda arazide unuttuğumuz hayvanı canlı ve otlar vaziyette bulmuş ve çok sevinmiştik.
Bunların dışında köyümüzün (Kabataş) pek çok ailesinin Bayburt ile sıkı bağları, dolayısıyla ilginç anıları vardır. Bunlar içerisinden biri “politik mizah” olarak halk ağızında günümüze kadar gelmiştir. 1940’ların sonları ya da 1950’lerin başları olsa gerek; “Laki” lakaplı İslam Ersoy, bir gün Bayburt’a gider, gazete alarak kahvehanenin bir köşesine oturur. Çay eşliğinde, etraftakilere okur-yazar olduğunu gösterir bir fiyakayla gazetesini okumaktadır. O sırada kahvehaneye giren bir hemşerisi gazeteyi ters tutmakta olan ve okurmuş gibi yapan İslam’a yöresel üslupla “Ula İslam gazetede ne yazayi?” şeklinde bir soru yöneltir. Okur-yazar olmayan İslam, etraftakilere durumu fark ettirmemek için bu soruya, dönemin yaygın söylemlerinden ve halk belleğinde kalıcı iz bırakmış olan Sovyet tehditlerini kast ederek “B.kyeyen Rus gene rahat durmayi…” diyerek karşılık verir. Böylece okur-yazar olmadığını ortaya çıkartmaya çalışan bu muzip arkadaşının salvosunu kıvrak zekâsıyla geçiştirmiş olur.
Bayburt- Çaykara arasındaki meşakkatli yollarda gidip gelen gençler arasında sevdalık hikâyeleri de oluşmuş, bunların bir kısmı evlilikle neticelenmiştir. Yukarıda hakkında kısa bilgiler vermiş olduğum dedem Mehmet Çavuş’un kardeşi Alibey(Ayaz) ilk evliliğini bu hat üzerinde bulunan Henekeli bir kızla yapmıştı. Yine köyümüzün “Korkot” lakaplı meşhur sünnetçisi Mehmet Akburak da ikinci evliliğini Uzuntarla(Alifinoz)’lı bir kızla yapmıştır. Henekeli’ye yetişemedim, ama boncuk mavisi gözleriyle Alifinozlu halayı tanıdım. “Mavişim” diyerek 20 yıl kadar önce vefat eden bu büyüğümüzü sever, ona takılırdım.
Çaykara yöresinde bir gelenek olarak yabancı köylerden alınan gelinlere ismiyle değil, geldiği köyün adıyla hitap edilirdi. Bu yüzden olsa gerek, yukarıda rahmet ve sevgiyle yâd etmiş olduğum Alifinozlu halanın adını halen bilmiyorum.
Bu yazıyla ben çocukluğumda kaldım. Duyduğum ve hatırladıklarımla…
Prof. Dr. Hikmet ÖKSÜZ
Karadeniz Teknik Üniversitesi
Değerli Hocam küçük yaşta ayrıldığım güzel memleketim Çaykara’nın Tarihi geçmişini,kültürel dokusunu,insani beşeri ilişkilerini anlatan bu yazı dizinizi hayranlıkla okudum ,çok şeylerde öğrenmiş oldum .Emeğinize,yüreğinize kaleminize sağlık .1990 yılında Çaykaradan hem gezme hemde piknik amaçlı soğanlı yaylasına çıkmıştık 1 saat içinde yazın ortasında dört mevsimi yaşadık(Güneş,Yağmur,Dolu,Sis) Arabalara nasıl kaçtığımızı hala unutamadım.Dikkatimi çeken ise yöre halkında hiç bir değişiklik olmaması,hele o çocukların yalın ayak ıslak çimenlerde hala oynaması.Güzel yazılarınızı beklemek üzere,Sevgi ve Saygılarımı sunuyorum
Bir Bayburt (aşağı çençül)lu olarak hikayede bizden de pek çok şey buldum. Soğanlı dağında ki arpalı , seydihapve cuvank yaylalarına Of’tan çaykaradan çok insan gelirdi babam bir çoğunu tanır son zamanlarda eski insanların rahmete kavuşmalarıyla bu göçler azaldı yeni gelenlerde köylerde ki insanları tanımıyor bağlar kopuyor. Keşke hiç kopmasa. Aşağı cencüle Sarıalioğlu yaylaları demişsiniz ama bu köyde sadece rahmetli hacı nizam Saral vardı oğlu Olcay Saral şuan of spor başkanı. Yazınız için çok teşekkürler
Hocam çok güzel olmuş. Hemen herkesin kendisinden birşeyler bulabileceği, adı geçen güzergahta bir hatırasının olduğu bu yazıyı bir nefeste okudum.
Çocukluğumuzun yazları sözkonusu güzergah üzerinde yar alan Alçakköprü ve Mitsibil de geçer yolcu taşıyan vasıtalar ile ulaşımın belli saatlerle sınırlı olduğu güzergahta ulaşımı çoğu kez yaya olarak sağlar, yola girdiğinizde büyük bir ümitle beklediğimiz kamyonlardan geçen olur ve de kasası boş olursa onunla Çaykara ya kadar yolculuk etmek büyük konfor olurdu.
Şimdi özel araçlarımızla gitmeye üşenir/yorulur olduk.
Ellerinize sağlık hocam.
Saygılarımla
Hocam ellerinize sağlık okurken gözlerimiz doldu.Ne yaşamlar ne çileler ne hikayeler saklı o yıllarda yazının devamını bekliyoruz inşallah.Çaykara Alifinoz lu Nurhan Birinci
Tüm bunları yaşayan ben dâhil başta Profesör Hikmet Bey e 2019 yılı sağlık huzur sevgi anlayış içerisinde yaşam nasıp eylesin.Mevlâm …yüreğinize sağlık
Hocam önce yüreğinize sonra belleğinize ve sonra da bileğinize sağlık.Eskileri hikaye tadında anlatırken bizi de içine alarak anlattınız.Ben de bir Bayburtlu olarak sanki yaşamış gibi oldum.Sağolun,var olun sağlık ve selametle kalın.
Bir solukta okuduğum bir yazı, Hocam Rahmetli babaannemin Rus işgalinde yaşadıkları anlattıklarını hatırladım , Dernekte Cansızoğullarından dı babaannem çocukluğu gençliği oralarda geçmiş. Alifinosli halayı Rahmetle anıyorum.Kalemine sağlık Varol…
Merhabalar.
Of-Çaykara-Bayburt arası demekki sadece bir yol değil. Bir çok ilişki ve tarih demek. Dünyaca ünlü münevverlerimizde bu ilişki ile bağlantılı. Bunu öğrendik. Eli kalem tutanın yorumu bir yolu nasılda öğrenilesi bir tarih kaynağına dönüştürmüş. Yazıyı okuyanlar artık Bayburt ta yaşayanları farklı bir gözle değerlendirecektir. Hocamıza bu yazıları burda neşrettiği için çok teşekkür ederiz. Yoksa bir çok olaydan haberimiz olmayacaktı. Bir ikisi dışında köylerin eski isimleri ile anılması, oralara bir drone bakışı zihnimize yerleştirdi. Meğer Bayburt bizmişiz, Çaykara ymış. Bu seferleri beş yıl kadar düzenleyen birisi olarak bu derinlikte bir bağlantıyı hiç yapamamıştım.
Bir münevverin basit bir güzergah üzerinden küçük bir zaman diliminde ki tarihi anlatması hiçte zor olmadı. Başkası için imkansıza yakın bir şey. Bize de okuyup teşekkür etmek kaldı.
Çok beğendim ve çok faydalandım.
Teşekkürler hocam.
Sayın Hocam yine müthiş bir yazı anlattığınız dönemler bizlere uzak olsa da kendi çapımızda yaşamış olduğumuz eski günlere özlemi,hasreti alevlendirmiş oldunuz. Sevgi ve saygılarımla.
Hocam kaleminize sağlık çok güzel bir yazı ben şahsen cocukluğumu hatırladım, bir yüzbaşı büyük baş hayvanları Bayburt a götürür ken dayım Annem teyzemin oğlu ben Soğanlı dağın tepesine bir fırtınabir yağmur ☔ çençülde ısınmaya başladık eygidi günler vesselam