Tarihi bir mirası korumak, sadece taş, tahta işleme vb. fiziki şeklini mi korumaktır?
Yoksa yukarda saydıklarımızla beraber bahsi geçen tarihi mirasın , hatıralarını, yaşanmışlarını, hikaye ve anılarını, yani maddi boyutunun yanında manevi boyutunu da korumak mı dır?
Eğer birinci soruya evet cevabı veriyorsak, bir yerlerde yanlış yapıyoruz demektir.
İkinci soruya evet cevabı veriyorsak, biz bu cevabın neresindeyiz? Sorusunu da kendimize sormalıyız.
Kültür varlığımız olan tarihi yapılarımızı devletimiz sağ olsun; Hali hazırda ayakta duranları korumaya, yıkılan-yakılan veya yıkılmaya yüz tutmuş eserleri, usulüne uygun bir şekilde onarmaya çalışıyor. Buraya kadar olması gereken durum. Ancak her yapının (tarihi mirasın) bir ‘dili olsa’ da konuşsa kabilinden o kadar çok korunması ve gelecek nesillere aktarılması gereken manevi yönleri var ki?
Biz bunların ne kadarına vakıfız. Veya hangisinin hikâyesini başkalarına anlatacak kadar,yazılı ve sözel birikimimiz var.
İnsanların canı, ruhu ve dili olduğu gibi, tarihi mekanların da her birinin fiziki şeklinin yanın da dili ve ruhu var.
Yazımızı buraya kadar okuyanların sorduğu soruyu duyar gibiyim.
-İyi de bu iş nereye bağlanacak.?
Meseleyi fazla dolaştırmadan sözümüzü bağlamaya çalışalım.
Solaklı Vadisinde sayıları bir elin parmaklarını geçemeyecek sayıda tarihi mirasımız olan ahşap camilerden biri, Çaykara/Taşkıran mahallesinde bunuyor. Bu tarihi Ahşap Camii 126 Yaşında. (Yapımı H.1314) . Vakıflar bölge müdürlüğü tarafından 2005 yılında restore edilerek koruma altına alınmış, aynı yerde yapılan yeni camii ile de ibadete kapanmış durumda. Üstelik bölgemizde geleneksel cami mimarinin son örneği. Of boğazında bulunan benzer camiler gibi bu caminin de ayrı bir ruhu ayrı maneviyatı var. Din hizmeti görevime bismillah dediğim bu tarihi ahşap camii, benim gibi yöre halkının da mânâ dünyasında ayrı bir önemi var. Artık ibadet amacı için kullanılmayan, ziyaret için açılabilen bu tarihi camii, yeni neslin havsalasında ‘Tarihi Eski Taşkıran Camisi’ ismi ve şeklinin dışında bir şey ifade etmiyor.
Taşkıran Eski Merkez Cami (Yapım Tarihi H. 1314 Restore 2005)
Oysa o cami ne hocalar görmüş, kanaat önderleri çıkarmış, Osmanlı Müderrislerden Zilikzade dönemi medresesinin devamı olmuş, hafızlar yetiştirmiş, tasavvuf erbabı barındırmış bir mabet. Fiziki olarak küçük ama manevi olarak büyük bir tesir bırakan camii yıllardır mahsun ve suskun.
Oysa gerekmez mi idi ki. Hatırası canlı tutulsun. Hikâyesi dilden dile anlatılsın. Orda yaşanan anılar-olaylar hafızalarımızda yer alsın. İçinde ki farklı hava teneffüs edilsin. Taşının, tahtasının, işlemesinin kokusu hissedilsin.
Ama nafile…
Ve artık…
Ancak ziyaretçisi olursa kapısı açılan, yoldan gelen geçenin dijital hafızasına kaydedilen ama oracıkta bile mahzun duran bir camii.
Zannetmeyin ki bu mekânların dili lâl olur. Onlar konuşur her fırsatta. Ama o dili anlayacak ve duyacak yürek, konuşacak dil lazım. Anlayış lazım. İlgi lazım. Dertlenmek lazım. Sahiplik duygusu lazım…
Bir Cuma Namazı Sonrası Cemaatin Camii Önünde Toplu Çekilen Fotoğrafı (Doksanlı Yılların Sonu)
….
Mekanların dili var dedim ya… Aynı mahallede öyle bir eser var ki (tarihi miras) ol(a)madan çürümeye terk edilmiş, ama zamana direnmeye devam etmiş bir binaya da değinmeden geçemeyeceğim.
Seksenli Yıllarda Yapımına Başlanan Taşkıran Kuran Kursu Binası…
80’li Yıllarda büyük heyecanla bir o kadar da çile ve sıkıntılarla, ilim irfan yuvası olsun, cemiyete adam yetiştirsin diye yapımına başlanan bina.
Yapımına başlandığı dönemde Solaklı Vadisinin en büyük binası. Fiziki büyüklüğünü aşan (güzel rüyası, hayali, geleceğe dair umudu, memlekete adam yetiştirmek için atılan büyük adım) çeşitli nedenlerle sukûtu hayale uğramış.
Ahh o binanın dili olsa da konuşsa demiyorum. Anlayabilene duyabilene alabildiğince-olabildiğince haykırarak diyor ki;
-Başta gurbetçilerimizin yaban ellerde bin bir meşakkatle kazandıklarından artırdıkları paralar var bu binada
-Bölge insanının omzunda, belinde, sırtında malzeme taşımaktan yara bere içinde kalmış kan ter var bu binada…
-Solaklı deresinden taş-çakıl-kum çıkaran nasırlaşmış ellerin zahmet ve emeği var bu binada.
-Ramazan’da bile inşaatı durmasın diye, oruçlu dudaklarının kanadığı, dilinin damağına yapıştığı uzun ramazan günlerinde iftarla paydos edenlerin emeği var bu binada.
-Elinde avucunda ne var sa Allah rızası için veren, ne de olsa burada hafızlar yetişecek Kuran okunacak, İslam öğrenecek feda olsun diyenlerin güzel niyetleri var bu binada…
-Yetmedi evinde iki hayvanı olan birini satıp parasını ‘aman kurs binası yarım kalmasın’ bu yolda feda olsun diyenlerin halisane davranışları var bu binada…
-Onlarca çalışan ustası-amelesi aç kalmasın diye evinde elinde ne varsa pişirip ustalara yetiştiren, Ayşelerin Fatmaların emeği-ekmeği, lahanası ve dahası var bu binada..
-Bunların yanında en önemlisi İslam’a ve Kur-an’a, bu memlekete ilim irfan sahibi adam yetiştirme derdi vardı bu binada…
Var.. Var… Var…
Ve ekliyor Taşkıran Kuran Kursu Binası
-Bende bütün bunlar, sizde de kocaman VEBAL ve SORUMLULUK var. Asli hüviyetim dışında hele hele milletime-bölgeme hizmet etmeyecek bir formüle yönelirseniz, Onun da hesabı var…
Yevm-i Kıyamet sabahında iki elim yakanızda olacak…
Resmi olarak Belediyenin elinde ama gönlü niyetlenilen yerde olan ‘Taşkıran Kuran Kursu Binası’ kurtarılmayı ve asli hüviyetine kavuşmayı bekler durur.
Peki…
Çok zor şartlarda bu hale getirilebilen bu eser, imkânların çok daha müsait olduğu bu zamanda kurtarılamaz mı?
Elbette kurtarılır.
Ama nasıl olacak.
İşte burası şimdilik muamma.
Duyacak yürek ,görecek göz, işitecek kulak, sağlam bir duruş ve halis bir niyete ihtiyaç var…
Ve…
Yazımın birinci bölümünde ,
Mimberinde hatibini, kürsüsünde vaizini, mihrabında imamını, seccadesi halis cemaatini hemen avlusunda ki taş oturaklarda oturup dertleşen, birbirine hâl hâtır soran ahalisini, yorulunca orada nefeslenen yaşlısını , öğle paydosunda avlusunda oturup ekmek arası gofret yiyen öğrencilerini hülasa hatırasını-hafızasını arayan TARİHİ ESKİ TAŞKIRAN CAMİİ’nin sessiz ve derin haykırışına kulak vermeye…
İkinci bölümünde de ,
Zaman zaman hatırlanan, lakin tekrar unutulan bir binanın, bir eserin ‘kulakları rahatsız edecek kadar haykıran’, ama bir türlü sesini duyuramayan TAŞKIRAN KUR’AN KURSU ‘na karınca kararınca tercüman olmaya çalıştım.
Bu iki mekân, vakur duruşuyla ama bir o kadar da sitem dolu bakışıyla yüreğimizin derinliklerine, merhum büyük şair Abdurraihim Karakoç’un sözüyle seslenerek noktalasın.
‘Yüreğimin sesini işitebilmen için, yüreğinin kulağı olmalı’ ‘
Bir sürç-i lisan ettik isek affola.
Fahrettin Kurşun/İstanbul
12.02.2019
2009 Yılında Çekimlerini Yaptığı Bir Slayt Gösterisi