Erkekten hallice, nasır tutmuş elleriyle şefkat gösterirken bile karşı tarafı istemeden inciten, en ağır yükleri en sarp yamaçlardan pamuk yüklenmiş karınca misali taşıyan, firavunun kölelerini dahi gıpta ettirecek şekilde çalışmayı şiar edinen; onca derdin kederin, huysuz kocanın, asla memnun olmayan kaynananın, bazen hakem bazen yargısız infaz yapan kaynatanın çarklarında hayatta kalmaya çalışandır karadeniz kadını. Çok da uzakta değildir aslında. Hepimizin ya anasıdır, ya ablasıdır veya eşidir. Çalışmayı neden bu kadar vazife addederler, neden kendilerini paralayacak kadar feda ederler, ahırdaki ineklerine evdeki sahiplerine? Nedendir bu kadar cefa. Yoksa onlara göre bu muydu vefa?
Rahmetli babamın dediği gibi, ahırdaki inek kadar kıymet addetmiyorlar mı ailelerine? Hindulardan sonra inekleri bu kadar kutsayan başka millet var mıdır? acaba . Yoksa bastırılmış merhamet duygularının farklı yönlere kayması mıydı? Doğru ya, evlenince çocuk denilen yaşta artık daha genç kız olamadan gelin oluveriyorlardı; her ne kadar babalarının evlerinde prenses olmasalar da. Evlenince direk köleliğe terfi ediyorlardı, hani şu kaynatasına ve kayınına helal olup kocasına namahrem (!) olanından. Bir kadın eşiyle ormana, tarlaya çayıra işe gidemezdi; çok ayiptu, millet ne der ama; kayınıyla kaynatasıyla dünyayı gezebilirdi! Onda bir beis yoktu.
Hep düşünürüm. Bu kadar kendini yıpratmanın, hırpalamanın gayesi nedendi. Oysa kıymet de bilinmiyordu. Ne etseler yaranamıyorlardı. Gebe iken bile ağır yük taşıtılıp yol üstü doğum yapınca, taş ile göbeği kesilen bebeği üzerindeki entariye sarılıp bebeği kucağına yükü tekrar sırtına alması onun için büyük(!) görevdi ve bu görevi eksiksiz yerine getirmeliydi. Nedendi , “… Vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz.” (Tirmizî, Kıyamet 1)” hadisine muhalif yaşaması?
Karadeniz kadını, yol üstü doğurduğu çocuğunu da asla doya doya sevemezdi. “Çecuk beyuklerun yaninda sevilmez çok ayiptur! ” gibi bir zırvalığın dini örf gibi sayıldığı yerde çocuk da ana sevgisinden mahrum kalarak büyür. Çocuk doğunca artık anagasınındır, o ne derse odur.
Her taraftan kuşatılan kadın artık kölelikten erkekliğe doğru eksen kayması yaşar, ta ki kaynanası ölene kadar. Kaynana ölünce artık evin kölebaşısıdır ve yaşadıklarını yaşatma ve devrecilik zamanıdır, asker misali. O artık yörenin diliyle “Ağuro inega” dır (Erkek gibi kari). Belki de Firavun, karadeniz kadınını tanısa kölelerini azat eder, hiçbir zorlama olmadan canla başla köleliğin nirvanasını yaşayan karadeniz kadınını kendine hizmetkar ederdi. Belki de cennete gidecek karadenizli kadınlar orada bile çalışmak için geniş bahçeler, sayısız sürüler isterlerdi.
Karadeniz kadını erkekten hallicedir. Nedeni gayet açık. Gerek coğrafi şartlar gerek ikliminin sürekli değişkenliği, iklimden ötürü yetişen sınırlı sebzelerin fazla tüketilmesi. Özellikle lahananın aşırı tüketilmesi, testosteron hormonunun aktif olması, kadını erkekleştiren faktörlerdendir.
Ne kadar anla(ya)masak da ne kadar akıl erdiremesek de bir haftalık işi iki günde bitirme gayretini; erkekten hallice olan analarımız, bacılarımız, eşlerimiz yine baş tacımızdır. Rabbim yokluklarını göstermesin.
Ali AYDIN 10.06.2024
Başlığınız çok çirkin. Dışarıda, Karadeniz erkeğini ve genelde de Karadeniz insanını olumsuz tanımlanmasına sebep olan bir bakış açısı.
Yazım; bir gerçeğin kısaca özetidir siz beğenmeyebilirsiniz ama bunlar birebir yaşanan ve hala daha yaşatılmaya çalışılan bir geleneğin tezahürüdür. Olanı görmemek ,inkar etmek o şeyi yok etmez.
Ali Bey’lerin emeklerine sağlık. Bir anlık ahenk zafiyetine neden olan bir kelimenin haricinde oldukça güzel kaleme alınmış bir yazı.
Osmanlı nın son 200 yılında savaşların yol açtığı her türlü olumsuzluktan yömremiz de payına düşeni almıştır. Seferberliğe giden erkeklerin yerine ailenin geçimini üstlenen gelin/kadın/anaga kadınlığını erkekçe hayata tutunmak adına örtmüş, özel tercihlerinde kadınlığını yaşayamadan hayata tutunmayı öncelemiştir. Yavruları adına. İffetine olan düşkünlüğü tarım aletlerini silah gibi kullanabilme yeteneğini ortaya çıkarmıştır.
Devir örfün öncelendiği bir dönemr İslam ahlak ve adabı örf ile bir araya gelince kendiliğinden bir hiyerarşi ortaya çıkmış ve bence gayet güzel ve adaba uygun bir yaşam tarzını ortaya çıkarmıştır. Bu yüzden büyüklerin yanında kendine ait çocukların sevilmes,i hatta azarlanması kerih görülmüştür. Onlar ebeveynin olmadığı yerde doyasıya sevilebilir, fizki şiddet dahil azarlanabilirdi. Bu çocuk adına bir terbiye usulüydü. Dedeler ve Büyükanneler kolay incinebileceklerinden onların yanında çocuklara sözlü ve fiziki müdahale her yönüyle sınırlıydı. Ancak yukarıda ifade edildiği gibi değil idi, günümüzden bakınca da değildir. Bize göre !
Sn. Adem Bey; Yazımda anlatmak istediğim mesele esasında insanların kendi heva ve hevesatları uğruna girdikleri uygulamaları din kisvesi altında dinselleştirmeleridir yoksa karadeniz kadınının iffetine, namusuna asla ve kat’a bir sözüm olmaz ve olamaz. Zira namus ve iffet konusunda kocalarına karşı bile baya katı tutum sergileyebiliyorlar ama maalesef geçmişten günümüze hala daha bu salakça adetleri sürdürmeye çalışan bir kesim mevcut. Bir kadın kocasından başka evde ne kadar erkek varsa onunla çalışmaya gitmesinde bir sakınca görmeyip karı koca yan yana gelerek çalışması veya bir yere gitmesi çok beyuk ayip olurdi olurda nefislerine uyar bişe yaparlar. Bununla alakalı sayısız hikaye dinledim birebir yaşayanlardan. Eski dede ve ninelerin bir çoğu firavuni tavır takıldıklarından ve firavunlaştıklarından incinme konusunda size katılamıyorum, birebir yaşadığım ve gördüğüm müşahade ettiğim bir durum maalesef.
Teşekkürler.