Türkiye de vuku bulan toplumsal olaylar neticesinde doğan karşılıklı şiddetin öteden beri yasalar üzerinden değil de imaj ve/veya kıyas üzerinden değerlendirildiği malumlarınızdır.
İmaj değerlemesi yapan merkezlerle teröre destek veren merkezlerin aynı olması tirajı komik bir durumdur.
Egemen devlet, kendine yönelen şiddete karşı önlem alma hakkı olan kurumu ifade eder.
Devletin şiddeti önlemede meşru sahip konumuna yüceltilmesi, kolluk gücünün şiddete başvurmadan tarafsız olma anlayışına dayandırılmalıdır.
İtirazların sivil olmaktan çıkıp kolluk güçlerinin şiddete maruz kaldığı durumlarda, devletin zor kullanmada meşru hale geleceği, bu durumda sivil itirazın hak aramadaki yönteminin şiddete baş vurmaktan kaçınma olduğu gerçeğinin anlaşılması gerekmektedir.
Meşru halde önleme yaparken aşırı güç kullanımına geçen devlet ile gayrı meşru sivil itirazın çatışması, her iki taraf için de kurumsal sapma göstergesi olup, zarar ve ziyanın adalet önünde yapılacak yargılama neticesinde giderilmesi gerekmektedir.
Cumhurbaşkanlığınca 5 Ocak 2021 günü yayımlanan Kararname’nin 21. Maddesine; ‘’milli güvenlik, kamu düzeni ve kamu güvenliğini ciddi şekilde tehdit eden terör, toplumsal olaylar ve şiddet hareketlerinin meydana gelmesi durumunda veya emniyet ve asayışın zorunlu kıldığı diğer hallerde, idareler taşınır mallarından taşıt dahil diğer idarelerce ihtiyaç duyulan malları, …ilgili Bakanın onayı ile herhangi bir şarta bağlı olmaksızın birbirlerine bedelsiz devredebilir” fıkrası eklendi.
Bu değişikliğe neden ihtiyaç duyuldu?
Türkiye, milli birlik anlayışını devlet hiyerarşisi içerisine yerleştirememiş bir konumdan iç ve dış tehditlere karşı tek ses çıkaran bir orkestra gibi yönetilme istidadı geliştirmeye çalışmaktadır.
Acaba bu söylem doğrumu?
Daha dün; Polis istihbaratı ayrı, Asker istihbaratı ayrı, Milli istihbarat ayrı çalışmakta idi.
Birbirlerine de güven duymuyorlardı.
Bugün öyle değil.
Türkiye Devletinin hemen her alanda yakaladığı bu birlik anlayışı, müspet sonuçlarını ortaya koymaya başlamış gözükmektedir.
Geçmişe bir bakalım?
Nuri Killigilin İstanbul Sütlücede kurduğu silah fabrikasının 2 Mart 1949 tarihinde müthiş bir patlama ile yok edilmesi, Killigil ve 26 arkadaşının şehit edilmeleri ardından yapılan soruşturmada hiçbir veri ve sonuca ulaşılamaması hala manidardır.
Geçmişte Aselsan da hizmet veren 8 mühendisin esrarengiz ölümleri içler acısı bir vehamettir.
MKE Kırıkkale fabrikası müdürünün milli piyade tüfeği projesini 6 Nisan 2016’da 1 milyon lira karşılığında satarken suçüstü yakalanması düşündürücüdür.
Hindistan İstihbaratının Türkiye ve Pakistan’ın birlikte Nükleer Silah ve uzun menzilli balistik füze geliştiriyor açıklamasını uluslararası medyada paylaşmak sureti ile duyurması, ülkemizin olağanüstü bir takibat altında olduğunun göstergesidir.
Türk İHA ve SİHA’ların üretildiği Baykarın İstanbul’da bulunan arge tesislerini gözetleyen ikisi Rus üç kişi, izinsiz fotoğraf çekme suçundan yakalanarak gözaltına alınmaları, ülkemizin yoğun casusluk faaliyetleri ile karşı karşıya olduğunu göstermektedir.
Bu gerçekler bize ne anlatıyor?
Birlikte düşünelim!
Milli teknoloji ile birlikte milli silah üretilmesi ve Türkiye’nin dünya silah pazarına ortak olması!
Ülkemizin Silah sanayinde ürettiği silah envanterinin muhtemel savaş cephelerinde düşmanlarını düşündürmesi!
Bu envanterle Türkiye’nin dünya silah pazarına adım atması!
2020 silah sanayi ihracatımızın 3 milyar dolara ulaşması!
Asıl konumuza dönelim.
Orantısız güç kullanma?
Kolluk güçlerinin yasalara aykırı olarak aşırı güç kullanması sonucu olaylar değerlendirilirken “ kasten ” ve/veya “yetersizlikten” ayrımı yapılması adalet ilkeleri ile bağdaşır mı?
Kolluk kuvvet eğitimlerinin bileşkesi, zor kullanma kapasitelerinde tepe noktasını bilme ve uygulama gerçeğidir.
Eğitimlerde kullanılan terminoloji, eğitilenlerin seviyesi ile orantılı olmalıdır.
Şöyle ki;
Etkisiz hale getirmekdeki ölçü nedir?
Kontrol altına almak mı?
Yakalamak mı?
Kelepçelemek mi, kuşatmak mı, öldürmek mi?
Bu uygulama eğitimle birlikte birazda teknik kapasiteye mi bağlı!
Terör ve anarşi salt fiziki güçle durdurulabilir mi?
Öldürücü olmayan şok edici silahlar kullanılabilir mi?
Toplantı ve yürüyüşlerde siviller öldürücü silah kullanılırsa, kolluk güçlerinin de öldürücü silah kullanmaları meşru mu?
Sivil hak aramalarının kalkışmaya döndüğü durumlarda; kolluk güçleri tedrici önlem artırırken, meydana gelen ölüm vakalarının hangi aralıklarda yargılamalarının yapılacağı hususu uluslararası hukukta çeşitlilik göstermektedir.
Yasal bir hak olarak bireyin tercih ettiği hayatı yaşamasında, kendince engel gördüğü hususları toplantı, gösteri ve yürüyüş yapmak sureti ile haklarını aramalarına saygı gösterilmesi gerekmektedir.
Sivil hak aramadaki temel şartın barışçıl olmak, şiddete varan bir niteliğe bürünmemek ve hayatın olağan akışını engellememek olduğu gerçeğini bilmek esastır.
Yaşamın olağan akışını durduran eylem ve toplantıların; varılmak istenen amaca hizmet etmeyeceği, muhtemel barışı yok edip anarşi ve teröre kapı açacağı, kolluk kuvvetlerini zor kullanmaya mecbur bırakıp istenilmeyen olayların doğmasına sebebiyet vereceği aşikardır.
Sonuç olarak;
Egemen güçler; hakimiyetlerini kurarken, Dijital diktatörlük ve dijital terörle birlikte iktidarlara darbe planlamakta, temel hak ve özgürlüklerin ellerinden kaydığını gören kalabalıklar toplu halk hareketleri ve toplu ayaklanmalarla haklarını aramaya çalışmaktadır.
Özgürlük ve demokrasi savunuculuğunda öncü ABD, Ocak 2021’de uğradığı kalkışma neticesinde, Başkanlarının beyanatlarını engelleyecek kadar beka düşkünü olabilmektedir.
Amerika ?
Demokrasi beşiğimi, darbe diktatörümü?
William Blum’un yazdığı, ‘’Amerika’nın en ölümcül ihracatı Demokrasi” dir sözü düşündürücüdür.
21.yüzyılda; bireylerin temel hak ve özgürlükleri yasalarla garanti altına alınmaya çalışılırken, emperyal güçlerin II. ve III. Dünya ülkelerine demokrasiye bağlı kalmaları hususunda baskıcı davranmaları, içerde besledikleri muhalefetle, yasal iktidarı çatıştırıp, iç birliğin bozulmasını sağlayarak hakimiyet kurma ve sömürme faaliyetlerinde kendilerine yol açmaktadır.
Saygılarımla.