Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Ahmet Yıldırım Çaykara eski müftüsü Hanecizâde Hacı Yusuf Efendi’yi konu alan bir yazı kaleme aldı.
HANECİZÂDE HACI YUSUF EFENDİ (1921-2001)
İmam Ebû Hanîfe, bir gün yoldan geçerken çamurda toprakla oynayan bir çocuk gördü ve onu:
“Dikkat et. Sakın düşmeyesin!” diye uyardı.
Çocuk: “Benim düşmem basittir, düşersem yalnız ben düşerim kendime yazık ederim. Asıl sen dikkatli ol. Zira senin ayağın kayarsa, sana tabi olup peşinden gelenlerin tamamının ayağı kayar. Bunların hepsini bulundukları kötü halden çıkarmak da çok zor olur” dedi. Ebû Hanîfe küçük bir çocuğun bu sözleri karşısında hayranlığını gizleyemedi. Ardından ağlayarak talebelerine: “Şayet size bir mesele, bir hadise zahir olur ve daha açık bir delil ortaya çıkarsa, o hususta bana tabi olmayınız, beni taklit etmeyiniz” dedi. (Attâr, Tezkiretu’l-Evliyâ, s. 279, 280) Alimin sürçmesi nasıl herkesi etkilediği gibi ölümü de herkesi etkilemiştir. Ne denmiştir bir rivayette “Alimin ölümü alemin ölümü gibidir.”
Böyle bir anekdotla yazıya başlamak gerçek alimin yaptığı işin ne derece önemli ve yüklendiği misyona dikkat çekmek içindir. Nitekim İmam Ebû Hanîfe’nin hayran olduğu çocuğun ifadesi buna işaret etmektedir. Zira halkın din anlayışı ve telakkisini etkileyen önemli unsurlardan biri alimlerdir. İnsanlar dini ihtiyaçlarını karşılamak ve manevî problemlerine cevap bulmak için din alimlerine gidip soru sorarlar, sohbet ve vaaz türü konuşmalarına katılırlar. Bu buluşmada dinî öğrenme ve tanıma noktasında pek çok bilgiyi duyar ve zihinlerinde yer eder. Kısaca insanların inanç, ibadet ve ahlak anlayışları bu bilgilerle şekillenir, gelişir, amel ve hayat haline dönüşür. Bu da bize her zaman bilgiye, bilene ve bilgine ihtiyacımız olduğunu göstermektedir.
Hüdâ’ya şükür bizim Çaykara ve Of havzası bu yönüyle zengin bir birikime sahip. Âlimi, bilgini ve ulemasıyla meşhurdur burası. Bunları ortaya çıkarmak ve onlardan istifade etmek gerekir. Bunun pek çok yönden faydası vardır. Birincisi bu alimlerin hayırla yâdedilmesidir. Bu bir vefa borcudur bizim için. İkincisi onları tanıyarak ne gibi değerlere sahip olduğumuzun farkında oluruz, böylece geçmişle gelecek arasında köprüler kurulur. Üçüncüsü ve en önemlisi bu gibi şahsiyetlerin bulundukları toplumlarda ilim, irfan ve hizmetleriyle yer edinmeleri sebebiyle belki günümüz insanı için de örneklik ve model konumları devam eder. Bu da belki modern zamanların şahsiyet buhranlarına karşı model ve bir reçete olarak sunulur. Böylece belki çare olunmuş olur bu buhranların aşılmasına.
Bir de bu tür şahsiyetlerin Türk-İslam toplulukları üzerinde kültürel ve sosyal tesirleri vardır. Bunların ortaya çıkarılması ve şahsiyetlerinde somutlaşan evrensel ahlaki ve dini değerlerin günümüz insanına sunulması büyük önem arz etmektedir. Bütün bunlarla birlikte milletler; kendi bünyelerinden çıkmış ve tarihe mal olmuş düşünür ve bilginleri tanımakla kalmayıp onların ilim, hikmet ve kültür hazinesi konumunda olan birikim ve tecrübelerini okuyup inceleyerek gelecek kuşaklara aktarmakla yükümlüdürler. Böyle bir görevimizin de farkında olarak böyle bir yazıyı kaleme almış bulunuyoruz.
Tanıtıp istifade edeceğimiz örnek ve model şahsiyetlerden birisi Çaykara eski müftüsü Hanecizâde Hacı Yusuf Efendidir. Onu ilme, irfana ve İslâm’a adamış bir şahsiyet olarak tanıyoruz. Bu yönüyle yaptığı hizmetleri sadece Karadeniz bölgesinde kalmayıp, Anadolu’ya ve Türkiye’ye yayıldı önemli ve haklı bir yer edindi. Dolayısıyla yerel birikimleri önemseyip ve onlardan istifade etmek durumundayız. Bizim de öncelikli maksadımız budur. Ayrıca böyle bir yazıyı kaleme almama beni icbar eden diğer bir sebep ve içimde ukde olan husus açizane onun talebesi olarak 19 yıldır vefat etmesine rağmen onunla ilgili çok az istisna dışında bir faaliyete ve ondan haberdar eden bir hususa rastlamamış olmamdır. Bunu bizlerin bir kusuru olarak görüyorum, ama telafi etmek mümkündür. Böyle bir yazı belki böyle bir hizmete öncülük eder ve bu yolu açar da inşallah devamı gelir. Öncelikle kısaca hayatından bahsedecek olursak;
Hanecizâde Hacı Hafız Yusuf Ziyauddin (Bilgin) Efendi: Of-Hopşara-ı Ulya (Çaykara-Akdoğan) Ulemadan Hacı Hafız Ahmet Hamdi Efendi ile Havva Hanım’dan 5 Şubat 1337/1921 yılında Of-Yukarı Hopşera (Çaykara-Akdoğan) köyünde dünyaya geldi. Kendisi ilmiyye sınıfından olan bir aileye mensuptur. Altı yaşlarında Kur’an’ı hatmetti ve anne-babasından hıfzını tamamlayarak 10 yaşlarında hafız oldu. Medrese tahsiline, aynı köyden Hacı Alizade Hacı Ahmet Efendi’den başladı. Sarf ve Nahiv adlarıyla bilinen Arap Dilinin önemli temel ders kitaplarından bir kısmını okuduktan sonra hocası vefat etti. Bunun üzerine Of-Çufaruksa’ya (Uğurlu Beldesi) gitti ve orada meşhur âlim, hususiyle kıraat ilimlerinde son derece mahir Hacı Hafız Mehmet Rüştü Aşıkkutlu Efendi’nin ders ve kıraat halkasına katıldı. Ondan dini tedrisatın temel derslerini, feraiz ilimlerini, Kur’an tâlimi, aşere ve takrib gibi özel yetenek isteyen kıraat ilimlerini tahsil ederek tamamladı ve 1942’de askere gitti. Askerlik dönüşü 1945’ten itibaren kendi köyünde, ikamet ettiği mahallede (Haranikas) hafız yetiştirmeye başladı. Hocası M. Rüştü Âşıkkutlu’nun bir nüsha-i saniyesi (kopyası) olarak göreve başladı ve Hafız Yusuf Ziya Efendi’nin etrafı talebelerle doldu. Eksik kalan medrese tahsilini tamamlamak için aynı köylü Glifirzade Osman Efendi ile Sulazade meşhur âlim Cafer Efendi’den yüksek dini ilimler, mantık ve hikmet dersleri okudu. İcazete yaklaştığı 1948 yılında Cafer Efendi vefat etti. Aynı yıl ilçe olan Çaykara’nın ilk resmi kadrolu vaizliğine naklen tayin edilen meşhur âlim ve müderris Hacı Hasan Rami Efendiye intisab etti ve teamülen medresede son sene okutulan Mir’at ve Beyzâvî gibi Usûl-i Fıkıh ve tefsir derslerini tamamlayarak beş kişilik ilk icazet kafilesinin birisi olarak 2 Şaban 1368/1949’da icazet aldı. 1945’te kendi mahallesinde başlattığı “dini ilimleri öğretme” ve “hafız yetiştirme” vazifesini hiç aksatmadı. 1952 yılına kadar burada, her devresi 25-30 kişi olmak üzere dört devre hafızlık icazeti verdi. Yine aynı mahallede 10 kadar talebeye, klasik medrese usulü ders okuttu. Okudu ve okuduğunu hemen devretti. İlmi kendisiyle hapsetmeyi, en büyük manevi mesuliyet saydı. 1952 yılında köyünden Çaykara’ya geldi ve Merkez Kur’an Kursu Hocalığı ile birlikte Merkez Camii ilk kadrolu imam-hatipliğine tayin edildi.
Müftü Ahmet Kumkumoğlu’nun rahatsızlığı üzerine 1956-1958 yılları arasında müftü vekilliği yaptı. Kur’an Kursu Hocalığı, Merkez Camii İmam-hatipliği ve müftülük gibi maddi ve manevi sorumluluğu yüksek olan bu üç görevi icra ederken yine ilim neşretmekten bir an dahi geri durmadı. İlk müftü Hacı Hafız Ahmet Kumkumoğlu’nun 1958’de emekliye ayrılışı ve bir ay içinde de vefat edişi, yeni müftü seçimi ve tayinini gündeme getirdi. Eşraf ve cemaatin ısrarına rağmen, başta hocası Hacı Hasan Rami Efendiye rakip olmayacağı gerekçesiyle müracaat etmedi. Bu arada Diyanet İşleri Başkanlığından gelen “Orhaneli Müftülüğü” teklifini babasının isteği üzerine kabul etmedi. İki yıl sonra Çaykara müftülük seçimi yine gündeme geldi. Bu kez seçime katılmak istemeyen Hacı Hasan Efendinin teşvik ve tavsiyesini, ayrıca eşraf ve halkın ısrarını kıramayarak müracaatını yaptı ve 28.02.1960 yılında Çaykara Müftülüğüne atandı. Müftülük süresince de müderrislik vazifesini hiç aksatmadı. Ancak İmam-Hatip liseleriyle İlahiyat Fakültelerinin yaygınlık kazanması, her tarafta olduğu gibi, Yusuf Ziya Efendinin de hem talebe sayısında ve hem de kalitesinde etkisini gösterdi. Resmi-gayrı resmi, elli yıla yakın icra ettiği çeşitli görevleri esnasında binlerle ifade edilebilecek öğrencilere Kur’an-ı Kerim öğretti, tecvit okuttu, yüzlercesini hafız yaparak kıraat ilimlerini talim etti ve sekiz ayrı devrede yine yüzü aşkın kişiye dini ilimlerden icazet verdikten sonra 23.02.1983’de emekli oldu. Emeklilikten sonra Bursa’ya taşındı ve evinde de dini ilimleri, özellikle de kıraat ilimlerini okutmayı sürdürdü. 22.10.2001 tarihinde Bursa’da vefat etti ve Mudanya’daki aile kabristanına defnedildi.
Hacı Yusuf Efendi ilmi ile amil bir zattı. Yaşantısıyla örnek ve her zaman bildikleriyle amel etmenin ehemmiyetini gösterirdi. Bunun gereği olarak her zaman ilme ve ilim öğrenmeye çok önem verirdi. Çünkü bilgi olmadan amelin hiçbir şey ifade etmeyeceğinin farkındaydı. Onun en büyük tutkusu hiçbir maddi beklenti olmadan insan yetiştirme idi. Bu azmini o, hiçbir zaman kaybetmedi. Tedrisata başladığı mahallesindeki öğrenci sayısı zamanla kat be kat artarak; çevreden, bölgeden ve yurdun her tarafından Çaykara’ya öğrenciler akın etti. Daha sonra görev yaptığı Eski Merkez Camii’nin geniş mahfil kısmı bu yüzlerce öğrencinin eğitim ve öğretim merkezi oldu. Eski talebelerinin söylediklerine göre o, 4000’nin üzerinde öğrenci yetiştirmişti. Onlardan 60 yaşlarında olanları, aralarında müftü ve hoca olanları bile vardı. Bu da eğitimde ne kadar başarılı olduğunu göstermektedir. Onun eğitim anlayışının en büyük farkı; tâlim ve kıraat ilimleriyle diğer ulum-u diniyyeyi beraber yürütmesi ve atbaşı sürdürmesidir. Ayrıca Hacı Yusuf Ziyauddin Efendi, örgün eğitim ve öğretimde gösterdiği başarıyı yaygın eğitim ve öğretimde de gösterdi. Kendisinden önce aynı camide fahri imamlık yapan babası Hacı Hafız Ahmet Hamdi efendinin yerine, ciddi hazırlanarak irad ettiği ilmi ve yüksek seviyeli Cuma hutbeleri, kendi imam-hatipliği döneminde de kıvamını sürdürdü. Böylece hem ilim hem de halkın davet ve irşadı içerisinde bulunuyordu. İlme verdiği önemle ilgili damadı Prof. Dr. Nasrullah Hacımüftüoğlu’nun anlattığı ve benim de dinlediğim şu menkıbe önemli ve dikkat çekicidir. Onun ifadeleriyle aynen aktarıyoruz:
Erzincanlı Hacı Fehmi Efendiden icazetli, salah ve takva ehlinden olan bu hocasının ilme olan teşvik ve düşkünlüğünü şöyle bir menkıbe ile dile getirir: “Çaykara’nın en önde sayılır alimlerinden Kargarzade Müslim Efendi, Paçanlı Hacı İlyas Efendi, Şur’lı (Şahinkaya) Mahnidazâde Müslim Efendi ve diğer arkadaşları hocamı ziyaret etmek üzere evine gelmişlerdi. Öğle namazından sonra Aşr-i Şerif okumamı emretti. Okudum, dinledikçe duygulandı ve gözleri doldu da doldu. Ziyaretçi hocalara hitaben: Sizlere ikindi vakti öleceğiniz bildirilse, bu aradaki zamanınızı hangi ibadetle geçirmeyi düşünürdünüz? diye sordu. Kargar Müslim efendi: Derhal abdest alır, namaza dururum; kimisi abdest alır, Kur’an okurum dedi ve herkes farklı farklı şeyler söyledi. Halinden, verilen cevapları beğenmediği anlaşıldı. Bu kez Kargar Müslim Efendi: Ya siz ne yapardınız? diye sordu. O da: Derhal kendime ya bir hoca veya bir talebe bulur; ya okurken, ya da okuturken can vermeyi tercih ederdim, diye cevap verdi ve şöyle devam etti: İlim, Allah’ın en önemli sıfatlarından biridir. O sıfatla süslenir halde ölmek, en gıpta edilecek şeydir.”
Onunla ilgili pek çok şey söylenebilir. Talebelerinden ulaşabildiğimiz kişilerin Hacı Yusuf Efendiyle ilgili anlattıkları önemlidir. Keşke hepsine ulaşıp öğrenebilsek. Onun öğrencisi olan Prof. Dr. Enbiya Yıldırım hocamızla ilgili içten ve samimi duygularını şöyle ifade ediyor:
Yusuf Bilgin Hocama vefa: Bursa İlahiyat’ta öğrenciyken, Çaykara eski müftülerinden, kalbinin güzelliği yüzüne yansımış üstadımız, rahmetli Yusuf Bilgin Hoca’nın evine okumaya giderdik. Cumartesi pazarları devam ettiğimiz dersleri aksatmamaya gayret ederdik. Nice Arapça kitabı bu vesileyle, önünde diz çöküp okuduk. Geceleri kaim ve zakir olduğundan zaman zaman ders esnasında kestirdiği olurdu. Buna rağmen okumayı sürdürür ve hafiften gülerdik. Bazen gülüşümüzle uyanır, “bana gülüyorsunuz değil mi” diyerek tatlı bir mukabelede bulunurdu.
İslam’ın mahrem sayılabilecek “İhtilam” veya “cima” meselelerini okurken imalı fakat anlaşılır bir güzellikte tercüme yapar, edebin dışına hiç çıkmazdı. Çünkü ağzı hep güzel kelama alışmıştı. Ders esnasında okuduğumuz metinden veya anlattığı ilmi meselelerden etkilenerek iç geçirip ağladığı çok olurdu. Öğle namazlarını ardında kılarken aldığımız manevi hazzı ise bugünkü gibi hatırlıyorum ve özlemini çekiyorum. Çünkü ibadet yaptığımızı hissederdik. Bizim onun en çok sevdiğimiz yönü de sanırım buydu, yani samimiyetiydi.
Ders arasında mutlaka çay, yanında da pasta-çörek ikram ederdi. Yemek yediğimiz de çok olmuştur. Bununla yetinmez, evinden ayrılırken ceplerimizi kuru yemişle ve meyveyle doldururdu. Bizimle birlikte olmayı ibadet olarak görür, bundan ne kadar zevk aldığını her vesile ile ifade eder, rabbinden mükafatını beklediğini, ilmin zekatının bu olduğunu, unutmamak için okutmak gerektiğini ifade ederdi.
Bir gün derste İsmail Hakkı Bursevi’nin bir kitabından bahsetti. Eseri çok aradığını fakat bulamayıp üzüldüğünü, rüyasında Bursevi’yi gördüğünü ve kitabın Bursa Yazma Eserler’de filanca numarada olduğunu haber verdiğini, kütüphaneye gittiğinde kitabı o numarada bulup aldığını aktardı ve çok duygulandı. Fakat birden, saflık ve samimiyet coşkusuyla anlattığı bu hadiseyi bizlerle paylaştığına öyle pişman oldu ki, sözü hemen başka bir mevzuya getirdi. Sanki o meseleden hiç söz etmemiş gibi yeni konu hakkında konuşmaya koyuldu.
Yitiğimiz olan ihlas bana hocamı (ö. 2001) ve her hafta sıkıntımızı çeken hizmet ehli ailesini hatırlattı, paylaşayım istedim.
İnternetten bu paylaşım üzerine diğer bir öğrencisi olan Doç. Dr. Hasan Yaşaroğlu şu samimi duygularını dile getirmiştir:
Hocamla Bursa’da okurken yaptığımız dersleri hatırlıyorum. Muhteşem derslerdi o dersler. Yusuf Bilgin Hoca harika bir insandı. Cenabı Hakk ona gani gani rahmet eylesin. Her derse gittiğimizde mutlak bize bir şeyler ikram ederdi. Hiçbir şey bulamazsa, “Ola şuradan birer akide şekeri alun da öli evine kelmiş kibi olmayun…” derdi. Konuşması, aksanı muhteşemdi. “Ola bardon ne kelimedür? Havu yeşel çamenun imami vaaz ederken tedi ki bardon, ola Peykamber makamuna yakuşir mi havu kelime…” Muhteşem derslerdi gerçekten, bazen hocamız bize namaz kıldırırdı. Hayatımda kıldığım en feyizli namazlardı o namazlar. bir keresinde namazdan sonra bana aşır okuttu, iyi okuyamadığım halde bana, ola eyi okudun, dedi. Yıllar sonra kendisi ile bir telefon görüşmesi yapmıştım, Bana, “ne iş yaparsun?” demişti de, ben murakıbım, deyince hemen dedi ki, “ola aci habu imamlara” Yusuf Hocamızın insani yönü çok güçlüydü gerçekten.
Biz de acizane iki yıl talebeliğini yapmış biri olarak Hocamızla ilgili bir şeyler söylemek istiyoruz:
Hocamızın hayatı hep Kur’an ve Sünnetle şekillenmiş ilim ve ibadet esaslı idi ve böyle de devam etmiştir. Dolayısıyla bütün ömrü bilmediklerini öğrenmek ve bildiklerini öğretmek ve yaşayarak hayata geçirmek şeklinde geçmiştir, denebilir. Şahsiyet olarak ihlaslı, samimi, içten, güven veren, yüzünden tebessüm eksik olmayan, misafirperver, cömert, ikram etmeyi seven, mert, sıcakkanlılı, nezih, zarif ve nezaket sahibi idi. Onunla hep güzel anılarımız faydalı ve verimli sohbetlerimiz oldu. Ondan bize hep güzellikler ve iyilikler nasip oldu. Diğer taraftan hayatı lüks ve şatafattan uzak çok sadeydi. Ancak temizlik ve giyim-kuşam konusundaki titizliği ve hassasiyeti hep ayrıydı. Temizlik ve giyim kuşama çok dikkat ederdi. Her zaman kendisinden bir alime yaraşır tavır tezahür etmişti. Hülasa-i kelâm Hacı Yusuf Efendi gerçekten bizler için örnek ve model şahsiyetti. Ne kadar onunla ilgili bazı hususları burada dile getirsekte onu tam anlatabildiğimizi söyleyemeyiz. Arkada kaldı hatıralar, gönüllerde kaldı güzellikleri. Bizler onu hep hayır, minnet ve rahmetle yâd ediyoruz. Allah gani gani rahmet eylesin.
Kaynakça
Feriduddîn Attâr, Tezkiratu’l-Evliyâ, (Çev. Süleyman Uludağ), İstanbul 1984.
Haşim Albayrak, Oflu Hoca Kavramını Oluşturan Din Adamları, İst. 2008
Nasrullah Hacımüftüoğlu, “Of’lu Hoca Efendi” İsmini Markalaştıran Âlimler, I. Uluslararası Geçmişten Günümüze Trabzon’da Dini Hayat Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 2016, cilt: I, s. 27-58.
Şükrü Öztürk, Trabzon’lu Kur’an Hadimleri- Cumhuriyet Döneminde Kur’an’a Hizmet Eden Bazı Simalar, Ankara 2018.
Yazıyı yayına hazırlayan Ahmet Yıldırım:
Prof. Dr. Ahmet Yıldırım Kimdir?
1964 yılında Bayburt’a bağlı Çiğdemtepe köyünde doğdu. İlkokulu Çaykara Kabataş (Fotinos) köyünde okudu. İlkokuldan sonra iki yıl Çaykara Müftüsü Hacı Yusuf (Bilgin) Efendi’den eski usûl Arapça dersler aldı. Daha sonra Giresun İmam-Hatip Lisesine kaydoldu ve 1983 yılında buradan mezun oldu. 1987 yılında Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi. 1990 yılında Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Hadis Ana Bilim Dalında Dârimî ve Sünen’i adlı teziyle Yüksek Lisansını, yine aynı ana bilim dalında 1996 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları çalışmasıyla doktorasını tamamladı. 1997 yılında Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Ana Bilim Dalına Yardımcı Doçent olarak atandı. 2006 yılında doçent, 2011 yılında profesör oldu. 2009-2012 yılları arasında Kazakistan’ın Türkistan şehrinde bulunan Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulundu. 19.04.2013 tarihinde naklen Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslami İlimler Fakültesine geçti. Halen Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslami İlimler Fakültesinde profesör olarak akademik çalışmalarını sürdürmektedir. Arapça ve Almanca bilmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır. Prof. Dr Ahmet Yıldırım’ın kitap, makale, tahkik, tercüme ve sadeleştirme türünde yayımlanmış pek çok çalışması bulunmaktadır. Bazı çalışmaları şunlardır:
Hoca Ahmed Yesevî’nin Hadis Kültürü, Ankara 2012
Din, Dünyevileşme ve Zühd, Ankara 2014
Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, Ankara 2009;
Peygamberimizin Sade Hayatı, İstanbul 2007;
Hadislerle Tasavvuf (Eşref Ali Tanevî’den tercüme ve tahrîc, Dr. H. Zafarullah Daudi ile birlikte), İstanbul 1997;
İbn Furek, Ebû Bekr, Kitâbu’l-İbâne an Turukı’l-Kâsidîn ve’l-Keşf an Menâhici’s-Sâlikîn Ve’t-Teveffur ilâ İbâdeti Rabbi’l-âlemîn adlı eserin tercüme ve tahkikli neşri (Prof.Dr.Abdülgaffar Aslan’la birlikte), İstanbul 2014.
Bildiğim kadarı ile babam Hasan (Salih) şirin medrese talebelerinden di. Babam 87 yaşında sağlığı yerinde Bilecik Osmaneli de ikamet ediyor.