Ekmek aldığımız fırında bazen fırının sahibiyle ayak üstü sohbet ederiz.
-Ya abi, nasıl oluyor da her seferinde ekmekler sıcak olabiliyor?
Eskiden sabah ekmek çıkarılır. Bir daha ertesi sabah için hazırlık yapılırdı. Fırıncı, günde en az iki veya üç kez sıcak ekmek çıkardıklarını söylüyor. Vatandaş öyle alıştı ki sabah çıkan ekmeği akşama doğru bayat diye almak istemiyor. Biraz da rekabet ortamının olduğunu söylüyor. Fırında beyaz ekmek, esmer ekmek, çavdar ekmeği, mısır ekmeği, vb. var. O gün satılmayan ekmekler bir köşede bekletildiğini, ertesi gün belli ailelere bu ekmekleri yarı fiyatına satıldığını anlatıyor. Yetkililer Türkiye’de önemli bir ekmek israfının olduğunu söylüyor. Biz de bunu yaşıyoruz ve görüyoruz.
Yaşananları görünce aklıma 1960’lı yılların sonlarında Çaykara’da ortaokul yıllarım geldi. Öğle yemeğinde çeyrek ekmek, elli kuruşluk helva için Bilal amcanın(Kılıçlar) fırınında kuyruğa girerdik. O ekmeğin lezzeti ve o helvanın tadını hiç unutamam. Biz ekmek ve helva bulabilirken bulamayıp öğlen yiyemeyen arkadaşlarımı bilirim. Sınıfımızda babası Almanya’da olan Karaçamlı bir arkadaşımız öğle yemeğini lokantada yerdi ve biz ona çok önemli birisi olarak bakardık.
Yaya olarak sırtında sepeti onca kilometrelik yol yürüyen annelerimiz pazara(Salıya) iner; yağını, peynirini satarak ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırdı. Biz de annemizin pazardan gelmesini heyecanla beklerdik. Getireceği buğday ekmeği (Çaykara ekmeği) en önemli hediyemizdi. Çuval un almak çoğu ailenin gücünü aşan bir durumdu. 3-5 kg olarak alınan buğday unu ekmek için değil, kesme makarna içindi. Kesme makarnanın yapılacağı gün bizi bir heyecan sarardı. Yoğrulan sınırlı miktardaki hamur, ahşap sofra üzerinde açılan yufka ve kuzine soba üzerinde pişen yufkalar… Sıra kesmeye gelince; iskemle veya pekenin kenarında makarna kesme işi yapılırdı. Biz çocuklar için en mutlu an kesilen yufkanın baş ve sonundaki düzensiz kısmını alabilmekti. Tamamlanan kesim işlemi sonrası peynirli veya şekerli tercihi ile yemeğe sunulurdu. Bu geleneğin günümüzde Ramazan öncesi hazırlıklarda devam etmesi bana o günleri hatırlatır. Aynı mutluluğu yaşarım.
Halk arasında Alman Savaşı(2.Dünya Savaşı) denilen dönemde ülkede uzun yıllar ekmek karne ile verilirdi. Sonraki dönemlerde de ekmek ihtiyacının karşılanması her zaman zor olmuştur. Ekmek ağırlıklı beslenme sofranın olmazsa olmazı. Halk arasında “ekmek padişah, çorba vezir, gerisi kıvır zıvır” söylemi o dönemin sofra kültürünü yansıtır. Mısır o dönemin temel ihtiyaç maddesi, yetiştirilmesi zor ve arazi yetersiz. Çoğu zaman yeni mahsul çıkmadan evin mısırı biterdi. Çözüm, tam olgunlaşmayan mısırlar toplanır, şömine ocağın kenarlarına dizilir, alevlerin dağlamasıyla kurutulmaya çalışılırdı. Bu arada sis ve dumanın etkisiyle mısırlar kararırdı. Öğütülünce de esmer mısır ekmekleri ortaya çıkardı. Bazen de paranız olsa bile mısır bulup alamazdınız.
Zaman içinde gelir düzeyi artınca mısırın yerini buğday ekmeği almaya, un evlere çuvalla girmeye, kuzine sobalarda buğday ekmeği yapılmaya başlandı. Üstelik bu ekmekler “Çaykara ekmeği” efsanesini yıkmıştı. Bu çok sürmedi. Tembellik mi diyelim, iş yoğunluğu mu diyelim, gelir düzeyi arttı mı diyelim, birden bire köylerde ekmek yapma işi büyük ölçüde ortadan kalktı. Biz de fırınların esiri olduk. Tatilde köydeyiz. Sabah kalktık kahvaltı için ekmek yetersiz. Çocuğu yolladık 15 dakika sonra sıcak ekmek sofrada oldu. Yeni nesil için sıcak ekmeğin sofrada olması, olabilmesinin bir anlamı yok. Onlar için hayat bu ve devam ediyor.
Bazen büyüklerden duyardık “bir savaş veya kıtlık olmalı” buna bir anlam veremezdim. Ne denmek istendiğini sonradan anladım. Ama yinede savaş olmasın, kıtlık olmasın. Yeni neslimize yakın tarihimizi anlatalım. Sahip oldukları imkanların bir gün imkansızlığa dönüşme ihtimalinin olabileceğini öğretelim.
Aksi halde bahsettiğimiz “ekmek” bizi bir gün çarpar diye düşünüyorum.