Kaynağını Kur’an-ı Kerim’den alan benim medeniyetim diyor ki Allah’tan başkasının önünde eğilmeyecek, hiç bir kula, kul olmayacaksın.
Düşüneceksin, aklını kullanacaksın, beşikten mezara ilim öğreneceksin. Temizlik imandandır ve imanın yarısıdır. Temiz olacaksın! Çalışanın hakkını alın teri kurumadan ödeyiniz diyor, ödeyeceksin.
Hakkı, hukuku, adaleti gözetin, “adalet mülkün(devletin) temelidir” diyor. Dikkat edeceksin!
“Kul hakkı yiyerek karşıma çıkmayın affetmem”diyor, yemeyeceksin,
“İnfakta bulunun, paylaşın, yardımlaşın, komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” diyen sosyal bir devlet anlayışı oluşturacaksın!
Haram yemeyecek, faiz alıp vermeyeceksin!
Irkçılığı(faşizmi) ve kan davalarını yasaklıyor, o günün şartlarına göre devrim sayılabilecek ve günümüze yeni yorumlarla geliştirilebilecek kadın hakları ve sosyal haklar göreceksin !
Peygamberimiz kurduğu devleti yönetmek üzere bir varis bırakmıyor. İlk dört halife seçimle başa geçiyor. Emevilerle yönetim saltanata dönüştürülüyor. Yani bizim medeniyetimizin kaynağı cumhuriyetle örtüşüyor. Ortaokulda okurken (1960) yıllarda tarih ders kitaplarında dört halife devri, “cumhuriyet dönemi” diye geçtiğini iyi hatırlıyorum.
Her dönemde geçerli olan iyilik, doğruluk, adalet, hak, hukuk, bilim, vb. kavramlarla ters düşmeyen, aksine bunları hayatın bir parçası haline getirmeyi şart kılan bir medeniyetin bir üyesi olmak, bunu bilmek bana özgüven veriyor. Kendimi bu yönüyle güçlü ve mutlu hissediyorum.
Yaşadığımız bu zorlu süreçte, evinden çıkıp traktörüyle tarlasını sürmeye giden yaşlı Erzurumlu amcamızı polis durduruyor, evden çıkmaayacağı kendine söyleniyor.”Tarlam ne olacak” diyor. Benim polisim “biz süreriz” deyip tarlayı sürüyor.
Zabıtamız, polisimiz yaşlı ve hastalara servis yaparken aralarında geçen diyaloglar göz yaşartıyor. Hatta bir yaşlı amcanın rakı siparişi talebini yerine getirme hoşgörüsünü görebiliyorsun. Bir zamanlar banka kuyruklarında ölen yaşlı emekli vatandaşlarımızın maaşı evinde kendine teslim ediliyor. Bu davranışlar bahsettiğim medeniyetimizin yansımalarıdır. Belki millet olarak, devlet olarak çok zengin değiliz ama höşgörümüz va,r gönlümüz zengin, olanla yetinir, Allah’a şükreder, devletimizin yanında oluruz.
Gözümüzde büyüttüğümüz ve kutsadığımız “Batı medeniyeti”nin mikroskopla görülebilen bir virüse nasıl yenik düştüğünü gördük. Bu ülkelerde yaşlıların, huzur evlerinde yaşayanların ölüme nasıl terk edildiğini gördük, sosyal güvenlikte olmayalar ya ölecek ya da 24 -34 bin dolar tedavi ücreti ödeyeceklerini gördük. Oysa ülkemizde bu tedavilerin ücretsiz olduğunu görüyoruz. Çünkü bizim medeniyetimiz insan odaklıdır, yaşatmayı amaçlar. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” ilkedir. “Bir can kurtaranın bütün canları kurtardığı bir can öldürenin bütün canları öldürdüğü” anlayışını taşıyan bir medeniyetin sahibiyiz. Batı medeniyetinin merkezinde “güçlü olan” vardır. Yaşama hakkı önce güçlü olanındır. Bu gücün kaynağı da kapital-para’dır. Bu yüzden bu sisteme kapitalizm diyoruz.
Bizim hatamız bu medeniyetimizi anlatamıyoruz. Güncel politik kısır tartışmalar içinde kayboluyoruz. Veya üç beş sahte şeyhin, bazen de kendini bilmez üç beş diyanet mensubunun söylemlerinden hareketle dine, dindara, imama, kültür ve medeniyet birikimimize yöneltilen düşmanca tavırları görüyoruz.
Yanlışlar var, bunları düzeltmek Müslümanım diyen herkesin görevidir. Özellikle eleştirenler elini taşın altına koymalıdır.
Bir gün imamları ve din adamlarını eleştiren bir yaşlı amca ile tartıştım. Haklı şeyler de söylüyordu. Sordum çocuklarını, “doktor olan iki oğlum var” dedi. “Amca dedim, madem ki toplumun ideal din adamına ihtiyacı var, çocuklarından birini idealindeki din adamı olarak yetiştirseydin de biz de evet ideal din adamı budur desek” dedim.
Eleştirenler öne geçecek, örnek yaşantı sergileyecek, topluma örnek olacak, din adına yapılan hataları ortadan kaldıracak çalışmalar yapacaklar. Sonuçta eleştirenin de oluşturulan bu yanlış algılarda payı vardır. Birilerine faturayı kesmek, kendisi çok dürüst ve inançlı gibi kenara çekilmek yok. Her Müslümanım diyen ve cenazesini camii avlusuna getirmek isteyen herkesin oluşturulan bu yanlış din algısında payı vardır. Düzeltmekte herkesin görevidir.
Dinimiz ve ortak değerlerimiz hiç ama hiç kimsenin tekelinde değildir. Güzel söylemlerimizi yaşantımızda pratiğe dönüştüremiyorsak, güzel konuşmanın da bir anlamı yoktur. Hatta zararı vardır diyebiliriz.
01/04/2020/TRABZON