Ekilebilir arazilerin sınırlı olduğu Karadeniz’de, var olan toprakların işlenmesi oldukça zordur. Bu engebeli arazileri işleyen bölge insanı için zaman çok önemlidir. Ağır kış koşullarının yaşanmadığı bölgede, insanların her gün için yapacağı işler oldukça fazladır. Ahırda hayvanların bakımı, meyilli arazide emeğe dayalı üretim, ulaşım, ev işleri, çocukların bakımı derken adeta zamanla yarışılır.
Bütün bu zorlu yaşam mücadelesinin merkezinde Karadeniz kadını yer alır. Yemek yapmaya yeterli zaman ayırmaz. Önceliği işleridir. Hele hele gönül bağı kurduğu ineği ahırda varsa öncelikli işi ineğin hizmetidir. Gerisi biraz da teferruattır. O’nun için.
80’li yıllarda Çaykara’da Ulusoy yazıhanesini işleten rahmetli Mustafa Uygun(Karakuş emice) her saban kahvaltı yapmadan Çaykara’ya iner, Mahmut Usta’nın lokantasında çorbasını içerdi. Soruldu kendine, “Neden kahvaltı yapmadan evden çıkıyorsun” diye, Karakuş amcanın o meşhur cevabı; “bizim evde hanımın kocası olacağına ahırda ineği olsan daha iyi hizmet görürsün. Benim evden çıkacağım zamanda hanım ahırda ineğin hizmetindedir. Biz de çorbamızı lokanta da içiyoruz” çıkışı o günün unutulmayan fıkrasıdır.
Bu nedenle Karadeniz’de yemek kültürünün çok geliştiği söylenemez. Zamandan kazanmak için önceden hazırlık yerine ne yiyeceğine yemek saatinde karar verir. Bu nedenle beceri gerektirmeyen pratik aparatif yiyecekler tercih edilir. Burada muhlama öne çıkar. Yağ, peynir ve suyun karışımının kaynatılması yeterlidir.
Muhlamanın suyunun fazla olması halinde, bu karışıma mısır unu ekleyip uzun süre karıştırarak kaynattığınızda meşhur kuymağımız ortaya çıkar. Kuymak deyip geçmemek lazım. Her ne kadar şimdilerde kuymak kültürü yeni nesillerin önceliği olmasa da bizim dönemin ana menüsüydü.
Yeni doğan çocukların anne sütü sonrası mamanın olmadığı yıllarda buğday unu kullanılarak yapılan kuymak mamanın yerini tutardı. Halâ bir çok ailenin, Ramazan’da sahurda, otuz gün otuz kuymak kültürünü ve alışkanlığını sürdürdüğünü biliyoruz. Bir zamanlar sabah kahvaltılarının vazgeçilmezi kuymağın tahtı şimdilerde sarsılsa da, bir çok ailede özellikle pazar sabahları halâ yerini koruyor. Hele hele, kuymağın son kazıntısının(kazika) lezzeti ve bu lezzetin paylaşım yarışının aile bireyleri arasında tatlı tartışmalara, kaşık kavgalarına dönüştüğü anlar çok güzeldi. Bir zamanlar yeni doğum yapan kadınların yakınları ve komşuları tarafından kuymakla ödüllendirildiği bir kültürün olduğunu da biliyoruz.
Mahalleden arkadaşım Hüseyin Uysal’la(Bayram) dükkanında geçmiş günlerden bahsederken kuymak konusu açıldı. Askerden yeni dönen babasına, dedesinin nasıl kız istediğini anlattı. Tabii ki 40’lı, 50’li yıllar kız istemeye gidilecek. Gidilen eve hediye olarak çıkolata götürecek halleri yok. Ne götürülecek konusu tartışılırken anne, “güzel bir yağlı kuymak yapalım götürelim” der. Mesele çözülür. Kuymak itina ile yapılır soğumadan yerine varması lazım. Önceden haber verdikleri eve varılır ama, içerde kızı istemeye gelen başka birileri vardır. İstihbarat o ki, kız önceden gelenleri tercih etmiştir. İçeri girilmez. İçlerinden biri “kuymak soğumadan bu konuya bir çözüm bulmalıyız” der. Diğer biri, “benim asker arkadaşım beni kırmaz, evlenmeklik kızına talip olalım” der. Kuymak tam soğumadan eve varılır. Kız istenir. Anlaşma sağlanır(uyulur). Ardından soğumaya yüz tutan kuymak afiyetle yenir ve nişan töreni hayırla sonuçlanır.
Kuymak, sabah yemeğidir. Akşamları bir evde kuymak yapılıyorsa eğer, o evde o an yenecek başka bir şey yoktur demektir. Yoksulluğun kol gezdiği o yıllara özlem duyulur mu? Bilmiyorum ama, günüllerin hoş olduğu, azla yetinmenin, sevginin, saygının dayanışmanın, samimiyetin var olduğu o yıllara özlem duymamak mümkün mü
11/03/20024
TRABZON