Yaz tatili bitti. Köy, yayla, mezra derken merkeze döndük. Ilk yaptığım şarzı biten tapletimin aktif hale getirilmesi oldu. Uzun süre ara verdiğim yazılarıma tatil süresinde yaşadığım bazı izlenimleri sizlerle paylaşarak başlamak istedim.
Bu arada cenazelerimiz oldu.Düğünlerimiz oldu. Onlara katıldık, bazen hüzünlendik bazen mutlu olduk. İnsanımız cenazelere katılmayı ihmal etmiyor. Güzelde, benim eleştirim, ölen insana duyulan saygıyı ve verilen değeri sağlığında vermediğimizdir. Beşeri ilişkilerin zayıfladığı bu dönemde cenaze ve düğünler adeta insanların hasret giderdiği, görüştüğü yerler oluyor. İkili, üçlü, dörtlü veye daha fazla kişilerin sohbetini resepsiyonlardaki kısa süreli sohbetlere benzetiyorum. Bazen de cenaze namaz vakti gelince, hocanın ” sıra olalım” bağırması sohbet arasında kaybolunca bunu birkaç kez tekrarlamak zorunda kalıyor. Cenaze sonrasının en önemli sorunu trafik. Dar köy yolları ve bilinçsizce taşıtların park edilmesi.
Artık köylerde düğünlerin yapılmadığını görüyoruz. Maliyeti ne olursa olsun seçkin bir mekanda düğün yapmak prestij meselesi sayılıyor. Bizde köyün nüfusunu o mekana taşıyoruz. Buda ayrı bir maliyet. Yine gözlemimdir, artık kızlarımız çoğunlukla il dışına evlenip giderken, erkek çocuklarında dışarıdan evliliği tercih ettikleri görülüyor. Eskilerimizin “köyüne kal köyüne, köyünün delisine” atasözü tarih oldu gibi. Bu düğünlerden aklımda kalan ve nakarat haline getirdiğim, “Erik dalı gevrektir amanın basmaya gelmez” parçası. Korkum, yıllar sonra Karadeniz müziğinin kaybolacağı veya nostaljiye dönüp, bir kuble de Karadeniz müziği çalalım diyerek bu kültürün ikinci plana düşmesidir.
Kurban bayramında yayladaydık. Bayram namazında caminin dolması güzeldi. Namaz sonrası bayramlaşma anı da güzeldi. “Bayramlaşma anı” diyorum. Çünkü o andan sonra insanların alanı terk ederek evlerine çekilmesi, “nerde o eski bayramlar” deyimini hatırlattı. Neden böyle oluyor? Sosyal ilişkiler, komşuluk ilişkileri neden zayıfladı?
İçten sohbetlerin yerini sığ ve sahte gülücükler aldı. Gençlerin durumu daha da vahim. Dar bir çevre ile yetiniyorlar. Teknolojinin esiri oluverdiler. Çevresinde, ülkesinde, dünyada nelerin olduğunu merak eden gençlerin sayısı çok az. Bu durumun izahı için herkesin söyleyeceği çok şey var tabi.
Ateşi yakmak için, komşudan köz aldığımızı biliyorum. Her türlü ihtiyacın komşudan karşılıklı alındığı dönem bitmiştir. Insanların birbirine olan ihtiyacı azalmıştır. Köyümüzde 80’li yıllarda çalıştığı kurum nedeniyle sadece Ahmet amcanın manyoteli telefonu vardı. 5 Km. Uzaktan gelip ordan telefon ederdik. Orada buluşurduk. Sohbet ederdik. Su anahtarı mahallede sadece “Osman’un Ahmet” dediğimiz rahmetli amcada vardı ve ihtiyaç halinde onu oradan almak zorundaydık. Şu an benim üç farklı evimin hepsinde su anahtarı vardır. İhtiyaç duymuyorum. İhtiyaç duyduğum neyse onu hemen temin edebilme olanağımız var. Hastalanınca artık komşuyu değil 112 Acil’i arıyoruz. Atasözündeki “komşu, komşunun külüne muhtaçtır” sözü anlamını yitirmiş, “Komşu komşunun gönlüne muhtaç ” olur hale gelmiştir.
Toplumun dayanışmaya dayalı töreleri ve geleneklerini feodal yapının kırıntıları olarak gören kimi modernistler, bana göre sonradan görmelerin bu durumuna ne der bilemiyorum.
Bir başka gözlemim, köylerde ve yaylalarda yaz aylarında park sorunun yaşanması. Köy ve yaylalardaki plansız yapılaşma ve betonlaşan doğa görünümüne üzülmemek mümkün mü?
04/10/2017/ TRABZON