ÇaykaraDernekpazarıÇaykara KöyleriÇaykara Köyleri HaritasıÇaykara NeredeUzungölÇaykara nedirWhatsApp Link Oluşturma
DOLAR
35,4856
EURO
36,4774
ALTIN
3.091,70
BIST
9.977,94
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
reklam

Bir Yaşam Koçu AMCAM!

29.11.2021 20:41
A+
A-

Yaşamıma dokunan en büyük insandı benim için.
O, bizim için bir yol gösterici, çok baskın bir duayen, okul görmediği halde sosyalleşmeyi başarabilmiş, ufku hep ileriye açık olan bir aydın, Cumhuriyet değerlerini özümsemiş bir Cumhuriyet adamı ve Erdal İnönü’nün “Aslan Sosyal Demokrat” dediği o güzel insanlardan biriydi..

Ama her şeyden önemlisi. Geçmiş yüz yılın tanığıydı O…. 21.Yüzyılın yaşayanıydı. 1925 – 2021 …Yaklaşık yüz yıl. Dile kolay, yüüz yııl…

“1927’de başladı benim hikayem” derdi. 1927’de anasının kucağında mahkeme görmüş, nafaka kararı için “çocuk gelecek, göreceğim” demiş hakim.
“Hatırlarım… Ben anamun arkasında, yanında şahitleri… yürüyerek gidişimizi, gelişimizi, mahkeme salonunu… hepsini hatırlarım” der ve uzun uzun anlatırdı. “Anam çok akıllı, çok zeki bir kadındı” diye de bitirirdi. Nüfusa kaydı o mahkeme sürecinde yapıldığı için, doğum tarihi 1927 olarak yazılmıştı. Öyle de kaldı. Çok güçlü hafızası vardı. Anlatırdı hep. Gençliğini, evlenmesini, askerliğini, siyasetle haşır neşir olmasını (öyle derdi) … Köyde yaşanmış olan “Saraçlı- Dedelos kavgaları”nı, yapılan dövüşleri, eski düğünleri, kız kaçırmaları, birden çok evlilik yapanların öykülerini, Cehaleti, sözde fetvalara dayandırılarak yapılanları, çevrilmiş dolapları, hileleri… Sonra gurbet anılarını, arkadaşlarını, yaşadığı sıkıntıları, çektiği çileleri, çok güzel günlerini… eksiksiz, hep anlatırdı.
Ben de, baba evinden ayrılıp, yandaki amca evinin bir odasına yeni bir eve yerleşir gibi yerleşmesinden, aile reisi olmasından başlayarak anlatayım diye düşündüm.

Yokluklar, sıkıntılar, yoksulluk, işsizlik ve bir çok sıkıntıyla başlayan yeni bir yuvanın yükü çok ağır ama umutsuzluk yok. Çaresizliğe teslim olmak asla… O zamanki yaygın çözüm gurbet. O da gurbete gitti hep. Para kazandı yolladı. Kazanamadı yatağını ve bavulunu sırtlayıp ya memlekete döndü ya da başka diyarlara gitti. Ama yılmadı, pes etmedi. Ellili, atmışlı yıllarda Erzurum, Van, Mersin… Yetmişli yıllarda; Zonguldak, Ereğli ve Seydişehir ….
Bir gurbet dönüşünde para getirememişti ama bavulunda üç dört beyaz gömlekle, takım elbise ve bir kat yatakla dönmüştü. Anası herkese “bizum Dursun’un bağuli doli kefenler, kazanduğuni olara verdi geldi” dermiş. Bu olayı bile, gülerek anlatan adamdı O. Giyinmeyi severdi. Güzel ve uyumlu giyinirdi. “Forsli” gezerdi. (Hacca gittiğinde bile, günlük sakal tıraşını bırakmamıştı.)
Çaykara’da şehir kulubünü çalıştırdığı yılları kendisi de unutmuştu, anlatmazdı.

Siyasete Hadialtı’nda başladı. Ellili yıllarda “CHP Faik Ahmet Barutcu ocağı”nın Hadialtı Ocak başkanıydı. O ocağın kocaman tabelası, yıllar boyunca köydeki evinin tavanında asılı dururdu.

İlk uzun gurbeti Mersin yıllarıydı. Onun için gurbet sayılmazdı o yıllar. Ailesiyle Mersin’deydi ve çok iyi bir işi vardı. Kardeşlerini de ihmal etmedi. Onları da yanına aldı, iş buldu, evinde barındırdı. Köyden bir çok arkadaşını da Mersin’e taşıdı. Onlara iş buldu, çalışmalarını sağladı. Ama yaptıklarını hiç bir zaman, hiç bir yerde konuşmadı. Mersin anıları bir roman gibiydi. Mersin-Gülnar karayolu ve Mersin limanı, Hollanda şirketi Morisson… Buralarda yaşadıklarını yazmak için o günleri bize anlatacak ne O var, ne de oradaki kardeşleri, arkadaşları…
O derdi ki: “Çaykara’dan kurtulmak için çıkar yol, büyükler için gurbet ya da göç, çocuklar içinse, okumaktır!!!.”

Bir Yaşam Koçu AMCAM! 1

Sonra Zonguldak var. Daha sonra Konya-Seydişehir.
Benim tanık olduğum yıllar, 1970’te Seydişehir’le başlar. 1970 ve sonrası tam 51 yıl. Beni okutmak için (Çaykara’da Lise açılmamıştı) yanına alan, okutan adamdı amcam. Sadece okutmadı. Eğitti, öğretti, yetiştirdi. Seydişehir’de iyi bir işi vardı. Alüminyum fabrikasını yapan Etibank’ın kadrolu elemanıydı. Ünvanı “Sürveyan” diye geçerdi. (sürveyan: Kalfa ile Mühendis arasındaki teknik elemana denirdi.)

Okullu değil, alaylıydı. Alüminyum tesisleri içme suyunun, 19700 metreküplük su deposu ile su nakil hattı ve atık su isale hattının inşaatlarını yapan müteahhit firmaların inşaat ve istihkak işlerinin kontrolörlüğünü yapardı. O yıllarda evdeki günlük raporları yazan sekreteri bendim. Haftada 6 gün her akşam en az iki sayfa (B-3 kağıda) rapor yazardık. O söyler, ben yazardım. Sigarası ağzında, odanın içinde dolanarak, ara sıra yazdıklarımı kontrol ederek, düzgün cümlelerle duraksamadan yapılanları sıralardı. Bazen maddeler halinde, bazen de uzun cümleleri kısaltarak düşük cümleleri düzelterek tekrar yazdırırdı. Teknik terimleri kelime kelime, hatta karmaşık olanlarını (kendine göre) harf harf yazdırmaktan hiç üşenmezdi. Rapor yazımı bitince “haydi sen dersine bak şimdi” der, gazeteyi eline alır okumaya başlardı. O yıllarda Milliyet gazetesine aboneydi ve eve her gün gazete gelirdi. Burhan Felek’i, Abdi İpekçi’yi, Hasan Pulur’u, Sami Kohen’i, Namık Sevik’i ve diğerlerini bende iştahla okurdum. “Türk Dili dergisi’ne abone olalım” dediğimde “olalım tabi “demişti. Gırgır, Milliyet sanat, Varlık gibi bir çok dergiyi, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Fakir Baykurt ve daha onlarca şair ve yazarın kitaplarını hep 0nun verdiği paralarla aldık. Okullu değildi olamadı ama, hayat okulunda kendini yetiştirmiş kocaman bir aydındı.
Şehir kulübüne üye bir işçiydi. Sendikacıydı ve CHP üyesiydi.

1971 muhtırasına destek vermedi. Çok sevdiği ve her zaman anlattığı Ali Rıza Uzuner’e rağmen-ki Erim Hükümetinde Çalışma Bakanı olmuştu- muhtıracılara karşı olan CHP’lilerden biri oldu. Ecevit’le yolları orda kesişti. Mustafa Üstündağ’la(Üstündağ Seydişehirli idi) dostluğu o zaman başladı. 1972’de Kurultaya bizzat giderek, Kurultayın coşkusunu , “Ecevitçiler”le birlikte yaşadı. Ama İnönü’nün yenilip, siyasetten çekilmesinin hüznünü de uzun zaman üzerinden atamadı.

Bir Yaşam Koçu AMCAM! 2

Kısa bir dönem profesyonel sendikacılıkta yaptı. Türk-İş’e bağlı Maden İş sendikasının Seydişehir şubesinde yapılan bir genel kurulda gurubuyla seçildi ve Şube genel sekreteri oldu. O seçimde yaptığı konuşmayı da o söylemiş ben yazmıştım. O söylevinden bile, emekle ilgili çok şey öğrendim.
Ama, sendikacılığı sevmedi. Oradaki katakulleleri hazmedemedi. İşçileri satan politikalara (kendisi öyle derdi) karşı çıktı. “Boş boş oturmak benim işim değil deyip, bir yıl olmadan istifa etti ve yüksek maaşı bıraktı, fabrikadaki daha az maaşlı işine geri döndü. Dönüşünü işyeri arkadaşları ve işçiler davullu zurnalı bir karşılama töreniyle kutladı.
Mektuplarını da bana yazdırırdı. Anaya, babaya, kardeşlere, arkadaşlara yazılan uzun uzun mektuplar…. Her biri ayrı bir öykü gibi tekrar tekrar okunacak değerdeki mektuplardan da bahsetmeliyim. Sevgi veya saygıyla başlayan cümleler, selamlar, hal hatır ve haber sormalar… Her satırı bir başka edebi değerdeki anlatımlar, hicivler, taşlamalar, sitemler, teşekkürler, maniler, özlemler, tavsiyeler, akıl sormalar, sıla havalarını yoklamalar…

En iyisi konuyu ona ait bir ironi ile bitireyim. Bir gün ağabeyinden sitemli bir mektup almıştı. Mektubun bir yerinde “Ben senun kuri tiraşlaruni eyi bilirum Dursun efendi” sitemi vardı. Ona, çok yumuşak ve saygılı bir mektupla cevap verdi. Mektubu bitirince “yaz” dedi. ” Adres; Kuri Tiraş berber saloni Seydişehir. “Bu müthiş bir ironiydi ve ben bunu hiç unutmadım, ututmam da.
Bir işçi maaşıyla; Biri üniversitede, üçü lisede (biri bendim) dört çocuğu okutarak bir mucizeyi gerçekleştiren adamdı O… Bu koşullarda bile köyden gurbete gelen dört arkadaşını işe koyan ve onları 3 ay evinde yatılı misafir edecek kadar gönlü bol bir adamdı O.

1979’da emekli oldu ve Trabzon’a kesin dönüş yaptı. Orada da bizi okuttu, öğretmen yaptı. Yeni bir hayat kurdu Trabzon’da. Sosyal ilişkilerini yeniden şekillendirdi, geliştirdi. Yeni dostları, yeni arkadaşları ve akrabalarıyla ve de köylüleriyle renklendirdiği huzurlu, sakin, sade ama her alanda çözüm üreten ve bir çok sorunda çözümün en önemli parçası olmaktan kaçınmayan bir kişi olarak 42 yılını geçirdi. Yılı üçe böldü. Aralık- Nisan(15nisana kadar) Trabzon’da, Nisan-Haziran köyde, Haziran-Ekim(15 ekime kadar) yaylada, Ekim-Kasım tekrar köyde …. Bu düzeni hiç bozmadı. Göç zamanı gelince hiç aksatmadı, Halamla (yengemle-onun da bende emeği çoktur çok. Hala derdim-) birlikte 35 yıl, halamsız 7 yıl bu takvimi hiç bozmadı. Trabzon’da, köyde, yaylada evler inşa etti. Var olanların tadilatını yaptı. 30 yıl Köy işlerini hiç aksatmadı. Köyde yaylada hayır için çalıştı. Yayla camisinin yeniden yapılmasında ve Hadi mahallesinin Camisinin yapımı için derneklerin kuruluşunda ve yönetimlerinde aktif olarak var oldu. Kuşmer’in her sorunu onun sorunu, her davası onun davası gibiydi. Kuşmer yaylasının korunması için onlarca davalarda bıkmadan usanmadan takipçilik yaptı, müdahil oldu. Kaybedilen davalarda bile pes etmedi. Yeniden mahkemeler açtı. O davaların simge isimlerinden biri olarak öne çıktı.

Bir Yaşam Koçu AMCAM! 3

Gümüşdamla (Zargidi ) ile Aydıntepe (Hart) köyleri arasındaki arazi anlaşmazlıklarında defalarca “ehlivukuf” (bilir kişi) olarak bilgisine başvuruldu.
Yaşamı bütün gereklerini yerine getirerek yaşadı. Hareketsiz kalmadı. Tembellik yapmadı. Yemesine içmesine, giyimine, temizliğine çok dikkat etti. Gerektiği kadar çalıştı, yettiği kadar yedi (bir defasında “”tabağını bitir” ısrarına; “o kalanı dök bana daha büyük iyilik yaparsın” cevabını hiç unutmadım). Seksenli yaşlara kadar çok az ilaç kullandı. 85 yaşından sonra, kalp damarları için baypas yapılmış olmasına rağmen son iki aya kadar, yatağa düşecek şekilde ağır hasta olmadı.
Akrabada herkese büyüklük yaptı. Çocuklarının, yeğenlerinin, torunlarının başarılarını kutladı. Sevinçlerini paylaştı. Her yeni doğan bebeğe hoş geldin hediyesini mutlaka aldı. Trabzon, Sinop, Ankara, İstanbul, Adana, Samsun, İzmir v.s… uzak yakın demedi, tüm yeğenlerinin ve torunlarının nişanlarına veya düğünlerine koşarak gitti. Takılarını taktı, tüm mutlulukları onlarla yaşadı ve paylaştı. (torununun nişanında kucakladığı, devasa bir çiçekle çekilmiş fotoğraftaki gülüşü “mutluluğun resmi” gibidir bence)

Her hastayı ziyaret etti. Tanıdığı kişilerin ve ya yakınlarının cenazelerine mutlaka katıldı. İnsani görev ve sorumluluklarını eksiksiz yerine getirdi.
Son yıllarda yaşamdan yavaş yavaş koptu. Okumayı, gezmeyi, haber izlemeyi, toplum içine girmeyi, yavaş yavaş bıraktı. Özellikle halamın ve sevdiği yakınlarının, yaşıtlarının ölmelerini bir türlü kabullenemedi. Yavaş yavaş sosyal yaşamdan, kalabalık ortamlardan geri durmaya başladı.
Ve 16 Şobat 2021 de “yeter, benden bukadar….” dercesine bu dünyaya veda etti.
Ama o, gurbet ellerinin ve işçilerin “Dursun Usta”sı, Trabzon’un “Dursun Bey”i, Köyümüzün “Dursun Ali amca”sı, Bayburtluların “Dursun Ağabegi”, bizim “babamız- amcamız”…Ve çocuklarınmızın “Dursun Dede”si olarak hep anılacak, yıllar boyunca da yaşatılacak.

Evet o bir yaşam koçuydu… deyip son cümlelerimi yazıp bitireyim.

Hani derler ya; Yaşamın ölümden sonraki anlamı, “Kubbede hoş bir sada bırakmak”la olur.
Ben de amcamı anlatarak bıraktığı hoş sadaya katkıda bulunmak ve yarınlara çok önemli bir not bırakmak istedim. Bunu görev bilerek O’nu anlattım.

Umarım ki, O’nun ve sevenlerinin beğeneceği bir anlatım olmuştur.

27 Şubat 2021
NACİ ALTUNCU

Bir Yaşam Koçu AMCAM! 4

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar
× YASAL UYARI ! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.

  1. Hasret UYGUN dedi ki:

    Allah rahmet etsin,
    Biyografi harika. Yazinin akiskanligi ise mukemmel. Yayladan Bayburt a, gidis gelisli bir yolculugumuz olmustu. En yakin muhabbetimiz o sirada oldu. O gune kadar Dursun Ali amcayi hep algilarla taniyordum. Yaylada camiye gidis guzergahinda bizim evimiz var ve o rampadan sagli sollu salinimla ciktigini hep hatirlarim.
    Bayburt a giderken doner ismarlayacagini “kaybolmayin, nemazdan sonra doner yeyecegiz” ikazini defalarca tekrar etti. Allah rahmet etsin. Yeri nur olsun.
    Yayla camisinin yapimi esnasinda, Bayburt tan buldugu sivacilar ile aralarinda olan bir olayi anlatmis ve bu anisi beni cok sasirtmisti. Bahsetmeden gecemeyecegim: Bayburt un “Mam” koyunden bes sivaci bulmus getirmis. Onlara “caminin bir kosesinde bizim gunluk namazlarimizi kilmamiz icin cabucak bir yer yapin daha sonra siz aboskalunuzdan devam edin” ricasinda bulunmus. Onlarda dediklerini yapmislar ve cemaat bir kosede vakit namazlarini kilmaya devam etmis. Sivacilarin icinden dort kisi de bu vakit namazlarina katilmis. Ancak bas usta Ahmet dedikleri sivaci namazlara hic katilmazmis. Bir kac gun gectikten sonra Dursun Ali amca Bas usta sivaci ile aralarinda soyle bir konusma gecmis:
    Dursun Ali Amca
    -sen niye cemaata katilmiyorsun?
    Sivaci Ahmet:
    -Ben ermeniyim amca
    Dursuna Ali Amca:
    -Sizde hala ermeniler kaldi mi?
    Sivaci Ahmet:
    -Evet biz bir kac hane kaldik.
    Dursun Ali Amca:
    -Herkes dondi da siz niye donmedunuz?
    Sivaci Ahmet:
    -Ne bileyim donmedi bizimkiler.

    Dursun Ali amca “siz niye donmediniz” sorusunu o kadar normalmis gibi sormus ki, sanki yanlisi yapan dininden donmeyen ermeniymis gibi bir sonuc cikti.
    Bu anlattigi olaya sasirdigim ve/veya anlam veremedigim iki konu oldu:
    Hala ermeniler koylerde yasiyor
    Donmelik o donemin insaninca cok normal karsilaniyor.
    Neyse basinizi agirttim.
    Naci Abiye tesekkur ediyor Dursun Ali amcaya tekrar rahmet diliyorum.

  2. Necmi Kurt dedi ki:

    Sevgilin Naci Altuncu’nun yazısını büyük bir keyifle okudum. Ağlamadım desem yalan olur. Dursun Ali bey onun amcası bizim köylümüz bizim de büyüğümüz, amcamız..Keşke bizleri de bu kadar güzel Sade ve akışkan bir dille anlatabilen bir yeğenimiz olsa.. böyle değerlerimizi bir bir kaybediyoruz. Geriye dönük olarak belli mi yoksadığım zaman çok değerli büyüklerimizi bu dünyadan yolcu ettiğimizi görüyorum. Yaylanın vazgeçilmezi Borozancı amcayı, yaylada gönlümüzde taht kuran merhum Aras Güvercin’i Genç yaşta kaybettiğimiz zaman çok üzülmüştüm peşinden Murutoğlu Ahmet ağabey, Ahmet cemal durgun Muharrem durgun, Dr.İlhan durgun ağabey,,Rüstem durgun ,Ahmet aydınli, İsmet topaloğlu,Cahit topaloğlu, nazım güvercin, Mehmet ayan,Hüseyin ayan ,Mustafa Deliömeroğlu,nihat kurt,Kadir altuncu ve daha ismini sayamayacağım onlarca değerli büyüğümüzü kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyoruz.Böyle anlatımlara ve anılara ihtiyacımız var teşekkür ederim sevgili kardeşim Naci Altuncu, Sağ ol varol