Çocukluğumda ki Dünya(m)-1
(Şahinkaya köyünden Kuşmer Yaylasına)
Çocuk aklımla, dünya ne kadar da büyük diye düşünürdüm. O büyük dünyan neresidir? Diye sorsanız köyden Çaykara’ya ve köyden yaylaya kadar olan yolların etrafındaki koskoca bir dünya derdim.
Ve o dünyada mutlu mu, mutsuz mu yaşardık şimdi bunu kestirmem zor. Araba yoluna yakın olamamanın ezikliği, sadece yaylaya giderken arabaya (kamyona) binebilmenin çekiciliği, her yayla yolculuğu öncesi heyecanımı artırır en az 3 gün önceden uykusuz gecelerimi başlatırdı.
Bir maceraydı yayla yolculuğumuz. Hazırlıklar günler öncesinden başlardı. Biz çocuklar büyük anne ve dedelerimizle arabaya biner çıkardık yayla yoluna. Bu yolculuk zordu. Yorucuydu. Kamyon üstünde güneşe, yağmura ya da soğuğa karşı korumasız, yola doğru uzanan ağaç dallarının yarattığı tehlikeye umarsız, arabanın sarsıntısına ve boğucu mazot kokusuna direnerek yolculuğu sürdürürdük. Bu yolculuğun Her anı ayrı bir heyecan uyandırırdı bende.
Köyden yaylaya, Çarşamba ve Cumartesi günleri kamyonlar giderdi. O kamyonların dört hareket noktası vardı. Hurmalık, İfler Irmağı, Sarmaç ve son nokta Hadi Köprüsü…
Kamyonlar buralardan yüklerini ve yüklerin üstüne yolcularını (20 ile 50 arası yolcu olurdu) alır yola çıkarlardı. İlk zorlu geçit Şinek virajları idi. Kamyon; her virajı en az iki-üç manevra yaparak döner, inleye inleye birinci vites tam gazla Şinek’e ulaşırdı. Burada ormancıların kaçak kereste kontrolü riski olduğundan kamyon durmaz, resmi mesai başlamadan Şinek geçilirdi.
Yaylanın en uzun düz yolu, Şinek’ten sonraki Hğarğheş Kabanları, Hğarğheş köyü ve Alçakköprü’ye kadar olan bölümdü. Kamyonların “tozu dumana katarak” hızlı gittikleri bu yolu tüm çocuklar çok severdik. Kamyonla birlikte uçar gibi gitmek, sanki giden biz değil de bizden geriye kayıyor gibi algıladığımız ağaçları, taşları ve evleri geride bırakmak eşsiz bir haz verirdi bana.
Hğarğheş’te iki han (kahvehaneli, yataklı dükkan) vardı. Sabahın o erken saatlerinde İkisi de açık olurdu. Ne alır ne satarlardı, niçin o kadar erken açarlardı halâ bilmiyorum.
Ve Alçakköprü. Şoförlerin korkulu rüyası. Orman kolcularının kontrol yeri. Kamyon durdurulur. Yükler sağa sola aktarılarak yükün altında kaçak kereste var mı, yok mu aranırdı. Kaçak kereste dedikleri de yaylada ev yapmak isteyen kişiye ait olan hiçbir ticari gaye için kullanılmayan bir kaç tahta, kiriş, kapı pencere hatta ihtiyaç olan yakacak odun…
Kontrol biter Alçakköprü yokuşu başlar. Kamyonlar birinci vites inleye inleye tırmanır da tırmanır. Zorlanan motor yağ yakınca da karışık mazot-yağ kokulu egsoz dumanı, en ağır haliyle arabayı sarar, nefesler daralır, mideler bulanır ve yolculuk daha da sıkıntılı bir hal alırdı. Alçakköprü yokuşunda bayılan, su kaynatan, lastiği patlayan arabayı tekrar kaldırmak; hele hele o yokuşta vites değiştirmek, ara gazıyla motorun gücünü yenilemek her şoförün yapabileceği işler değildi.

Yokuş bitince Derinırmak gelirdi. Hey gidi Derinırmak. Hey gidi yapılan horonlar, o horonları yapan delikanlılar, kızlar, çalınan kavallar, kemençeler, atılan türküler, yaşanan sevdalıklar… Gereksiz kavgalar… Dili olsa da bir konuşsa Derinırmak’taki ağaçlar, taşlar. Gelene geçene gördüklerini bir anlatsalar anlatabilseler. Sonra yokuşun finali Sukalas ırmağı ve asfalt gibi olan doğal, beyaz topraklı yolda ve geniş Sukalas virajlarında arabalar rahatlardı.
Sukalas demek, “Kavran” demek, “Hartoma” demek. Onlar da kaçakçılık katagorisinde idi. Ama kışlık yağ ve peyniri koymak için olmazsa olmaz, gerekli olan doğal kaplardı kavranlar. Bu nedenle Sukalas’tan kavran ve hartoma almadan geçmek olmazdı. İnce çam tahtasından yapılan kavranların, 5 kiloluğu 10, 20, 30, hatta 50 kiloluk olanları vardı. Eğer kavran ya da hartoma alan olduysa arabaya sinen egsoz kokusunu bastıran taze çam kokusu herkesi rahatlatırdı.
Sukalas’tan sonra Aşağı Ogene ardından iki viraj daha dönünce, Yukarı Ogene’ye giren kamyonda simsar “herkes parasını hazırlasın der, dizlerinin üzerine dikilerek yolculardan navlon toplamaya başlardı. Büyüklerden 5 Lira, çocuklardan 2,5 Lira alırdı (Bu rakamlar 1960’lı ve 70’li yıllarda hiç değişmedi.)
Ogene Mezirelikleri….
Virajları ve kasisli yollarıyla sıkıntılı bölgelerdendi. Bu mezirelerin bitimi Derebaşı…
İki virajla çıkılan Derebaşı; 13 virajlı-bu gün bile dünyanın en tehlikeli yolları arasında gösterilen yolun başlama noktasıdır. 1917’de kazma kürek ve dinamitlerle yaptırılan bu yol (Çaykara-Bayburt yolu), Rusların yoludur derler ama gerçek hiç de öyle değildir. Bu yol bu bölgenin insanlarına yaptırıldı. Bu yol bölge insanının ortaya koyduğu azmin, çilenin, çalışkanlığın, yorgunluğun ve her metresine akıtılan terin yapı malzemesi olarak kullanıldığı bir yoldur. Bu yol bölge insanının eseridir ve onurudur..
Derebaşı?
Derebaşı, Irmağın içi. Derebaşı; arabaların zorlu bir tırmanışla ulaştığı zirvedeki Demirkapı’yı geçip Soğanlı dağını aşıp Bayburt’a uzanan, Çaykara- Bayburt yolunun merkezindeki adıdır.
Derebaşı; Yayla çıkım zamanları, yani Haziran ayının ilk günlerinde yolun sonudur. Bu ayda yol kapalıdır çünkü. Kışın tahribatı Derbaşı’ndan başlayan 13 virajı ve yollarını yer yer yıkardı. Yıkılan yol duvarları, yollara düşen büyük taşlar, yer yer küçük seller ve heyelanlar yolu kapatmış olurdu.
Derebaşı’nda her zaman açık olan iki Han vardı. Lokanta ve otel hizmeti verirlerdi. Hele Enes’in Hanı çok meşhurdu. Binaları hala ayakta. Yıkıma, doğal afetlere, bakımsızlığa ve hor görülmeye inat halâ ayaktalar. Bu Hanlarda yaşananları yazan var mı , oldu mu bilmiyorum ama keşke yazanlar olsa da bizde okusak !!! Ne güzel olur.
Biz her sene ilk yayla yolculuğumuzda genellikle yaylaya kadar araba ile gidemez, Derebaşı’ndan sonraki yolu 5-6 saatte yürüyerek yaylamıza(Kuşmer) ulaşabilirdik. Şanslı olduğumuz senelerde ise Soğanlı dağına kadar araba ile çıkar orada bir kürtüğün yolu kapatması nedeniyle 1-2 saat yine yürümek zorunda kalırdık.
Zordu Derebaşı virajlarında araba sürmek. Hele kamyonla, üstelik en azı 5 ton yük 40- 50 yolcu ile o kamyonun kara direksiyononu çevirmek, geri-ileri manevra yaparak, virajı dönmek… Güç isterdi, dikkat isterdi ve tecrübe isterdi. Bir de takoz sallayacak akıllı ve becerikli bir muavin isterdi.
“Gel gel geeeel… hoop!” Geri gelen kamyon hooop sesiyle birlikte ve frenle üçgen prizma şeklindeki o ağaç takoza otururdu. Sonra ileri vitesle kalkış… Tekrar geri, arka tekerlerin arkasına bir takoz daha… Tekrar ileri ve viraj dönülerek yola devam edilirdi.
Kamyoncular çoğunlukla yolcuları Virajlar başlamadan indirirdi. Yükle birlikte, yaşlılar ve çocuklar kalır, böylece yük biraz da olsa hafiflerdi. İnen yolcular dikine kestirmeden çıkılan patika yoldan yürüyerek Demirkapı’ya kadar çıkar, orada arabayı beklerlerdi.
Demirkapı; iki tarafı yüksek kayalarla çevrili, kamyonun geçebileceği kadar genişlikte 50 metrelik bir S harfinin yol şekline getirilmiş halindeki bir geçidin adıdır.
Demirkapı’dan sonra Heneke Çayırları. Soğanlı dağının zirveye yakın etekleri…. Burada da iki Han vardı. Şimdi kalıntıları bile kalmamış. Hava da, coğrafi bitki örtüsü de farklıdır artık. Sert kuru hava, renk renk çiçeklerle yeşil bir halı gibi görünen çimenler, çayırlar. Ve arabanın değişen horultusu rüzgarla uçup giden egsoz dumanı…
Yaşlıların gülen yüzü, çocukların çığlık çığlığa konuşmaları … Dağ havası, yayla havası. Ne dersen de.
Soğanlı Dağı. Rakım 2500… Etrafta koyun sürüleri, sığır nahırları, çobanlar ve yakınlardaki yaylalar. Güneye doğru uzanan Bayburt Ovası. Soğanlı’nın zirvesindeki Amerikan Radarı. Soğanlı’dan sağa ayrılan Çumavank ve Kuşmer yaylalarına giden yol.
Ana yol ise Bayburt’a ulaşıncaya kadar sürer gider.
Çaykara Bayburt yolu bu gün 100 yaşında.
O yolda çalıştırılanlara, ezilenlere, çile çekenlere, ölenlere, ter dökenlere selam olsun.
Ruhları şad , mekanları cennet olsun.
NACİ ALTUNCU/SAMSUN
Oraları bilen birisi olarak keyifle okudum. Amerikan Radarı 🙂 kaleminize sağlık.
elinize yüreğnize sağlık sayın hocam gözlerim doldu okurken
eline sağlik eskilerimiz yaşanmiş olduğu zorluklari yeni gençlik bilmiyor onun icin geçmişimizi yeni nesile anlatabilmek için gerekli olduğunu duşunuyorum .yüreğine sağlik
Bizi geçmişe götürdün. Eline sağlık,o günlerde mutlu olmak daha kolaydı.
Teşekkürler. O güzel günleri sayenizde yaşamış gibi olduk..
Sabah saat 6,30 araba arkalarında koşuşturduğumuz, evimizin penceresinden Karabulduk Merkez İlkokulu’nu gördüğümde Giresun görünüyor sandığım 70 li yılların başlarına çocukluğa gittim kalemine ve yüreğine sağlık saygılar.
Diline kalemine sağlık. Çok güzel anlattın. Bizi maziye götürdün.