Günümüzde yaratılışımızı ve insaniyetimizi unutturan en önemli hastalıklarından biri, fertlerin başkalarını dikkate almayıp kendilerini öncelemeleri ve her şeyin merkezinde görme anlayışıdır. Bu anlayış ben’imizi yani kendimizi dünyanın merkezinin en önemli unsuru haline getirmiş, ‘öteki’nin hayatını hiçe saymayı ve ‘öteki’ hayatlardan ‘ben’imize bir şeyler çalmayı ya da zorla almayı algılatmış ve öğretmiştir. Böyle anlayışa sahip insanın tavır ve davranışları, oturup kalkması, konuşması, aile ilişkileri vs. hep kaba, hep gözü ve ruhu rahatsız edici şekilde olmuştur. Bu tür kişilerden oluşan toplumun fertleri birbirlerini dost ve kardeş olarak değil rakip olarak görmüşlerdir. Böyle olunca herkes karşısındakini saygı göstermeyi ve dinlemeyi değil, kendisine saygı gösterilmesini ve dinlenmesini bekler ve ister hale gelmiştir. Ancak bu tür insanların bir istisnası var, kendilerinden makam ve konum bakımından yukarıda olanlara saygılı davranmaları, onlarla muamelelerinde nazik, kibar ve ölçülü olmalarıdır.
Böyle özelliklere sahip bir topluluğa Müslümanlar topluluğu diyebilir miyiz? Yine böyle bir topluluk, başka dinlerden insanların veya meleklerin gıpta edeceği bir topluluk olabilir mi? İşte hayatı anlamlı ve yaşanabilir kılabilmek için birbirimizi anlamamız, hürmet göstermemiz, insani ilişkilerimizde saygı göstermemiz ve tavırlarımız nezaket sınırları içerisinde olması gerekir. Belki insaniyetimiz soluk almakta zorlanıyor olsa da, hastalıklar, salgınlar, iktisadi buhranlar, siyasi kirlenmeler ve fakr u zaruret hali bizleri çaresiz kılsa da, dünya nezaket fikrini kaybetmiş olsa da bunu aşmalıyız. Çünkü biz âlemlerin rabbi olan Allah’ın kulu ve yine âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed’in (s.a) ümmetiyiz. Bu konuda bizi biz eden değerlerimiz içerisinde bulacağımız çok şey vardır. Bunları hatırlamak gerekir.
Yüce Allah, Hz. Musa ve kardeşi Harun’a, düşmanları Firavun’a “Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler veya korkar.” (Tâhâ 20/44) buyurarak ona karşı yumuşak bir üslupla hitap etmelerini emretmiştir. Çünkü Yüce Allah bunu açıklar mahiyetteki başka bir ayette “İyilik ve fenalık bir değildir. Ey inanan kişi: Sen, fenalığı en güzel şekilde sav; o zaman, seninle arasında düşmanlık bulunan kişinin yakın bir dost gibi olduğunu görürsün.” (Fussılet 41/34.) buyurmaktadır
Yüce Allah, son elçisi Hz. Peygamber’le (s.a) ilgili olarak da “Allah’ın rahmetinden dolayı, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalbli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi.” (Âl-i İmran 3/159.) buyurarak insanlara yumuşak ve nazik davrandığını belirtmiş, sert ve katı kalpli olması halinde etrafındakilerin dağılıp gideceğini haber vermiştir. Bu ayet-i kerime bize ayrıca huysuz, kaba, geçimsiz, insanlara karşı anlayışsız, merhametsiz ve katı kalpli kimselerin insanları bir araya toplamak bir yana, nefret ettirip ürkütüp dağıtacaklarını da işaret etmektedir. Hz. Peygamber’in böyle yumuşak huylu, alçak gönüllü, anlayışlı, güler yüzlü ve tatlı dilli özelliklerinden dolayı, etrafına ve ashâbına kendini sevdirmiş, her ne derse yapacak kadar onların gönüllerine girmiştir.
Bundan dolayı yanında ve hizmetinde bulunan sahabîleri onu insanların en naziki, en nezihi, en zarifi, en latifi, en ince ruhlusu tavsif etmişlerdir. O’nun hayatında her zaman edep, terbiye ve görgü kuralları en güzel ve en ideal biçimde bulunmuş ve bunun örnekleriyle doludur. Mesela Hz. Peygamber kendisine hitap edildiği veya soru sorulduğu zaman en güzel şekilde cevap verirdi. Kendisini halktan biri olarak görür ve krallar gibi aşırı saygı gösterilmesini tasvip etmezdi. Konuşmak üzere gelen bir adam, titremeye başlayınca,
“Arkadaş titreme! Ben kral değilim. Ben, Kureyş’ten kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum.” (İbn Mâce, Et’ıme, 30) diye söylemişti. Ashab öğrenmek istedikleri hususlardan ne varsa rahatlıkla Hz. Peygamber’e (s.a) sorarlar, Rasûlullah da bu sorulara cevap vermek suretiyle sözlerinin daha iyi hatırda kalmasını sağlardı. Örneğin,
Süfyân b. Abdillah: “Ya Resûlullah! İslâm hakkında bana öyle bir şey söyle ki onu senden başka birine daha sorma ihtiyacı duymayayım!” dedi. Bunun üzerine Allah’ın Rasûlü şöyle buyurdu:
“Allah’a iman ettim de, ve dosdoğru ol.” (Müslim, İmân, 62; Tirmizî, Zühd, 60) Bu hususta Hz. Peygamber’in (s.a) hatırlanması gereken bir başka en önemli özelliği kendisine bir şey sorulduğunda onu can kulağıyla dinlemesi, soruyu soran yanından ayrılmadıkça, onu terk etmemesidir. Bu manada güzel söz ve nezaket O’nun ahlakı idi. Bir hadisinde Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır: “Güzel söz sadakadır.” (Buhârî, Edeb 34; Müslim, Zekât 56) Başka bir hadislerinde ise, “Din kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibaret bile olsa, hiçbir iyiliği küçümseme.” (Müslim, Birr 144)
Meseleye davranış biçimi açısından bakıldığında on sene hizmetinde bulunan Enes b. Malik’in ifadesine göre o, kötü söz bir yana, kendisine bu süre zarfında bir defa bile “of” bile dememiştir. Hatta Yaptığı bir şeyden dolayı “Niye böyle yaptın?”, demediği gibi, yapmadığı bir şey sebebiyle “Şöyle yapsan olmaz mıydı?” da demedi (Buhârî, Savm 53; Müslim, Fezâil 82) Rasûlullah (s.a.v), yine bir gün Hz. Ömer’e, Tavâf esnâsında nezâketle hareket etmesini tavsiye ederek şöyle buyurmuştur: “Ey Ömer! Sen güçlü kuvvetli bir adamsın. Hacer-i Esved’e ulaşmak için insanları sıkıştırıp zayıflara eziyet etme! Ne rahatsız ol, ne de rahatsız et!” (Ahmed, Musned, I, 28) Çünkü Nebevî öğretilerde “Rıfk(nezaket, yumuşak davranış)dan mahrum olan hayırdan da mahrumdur.” (Müslim, Birr, 74.) “Rıfk, (nezaket, yumuşak davranış) bulunduğu şeyi güzelleştirirken, yokluğu çirkinleştirir” (Müslim, Birr, 78.) “Allah nezaketle ve yumuşak davranışla muamele eder (rafîktir). Nezaket ve ağırbaşlılığı sever. Şiddet ve kabalıkla vermediğini nezaket, yumuşaklılık ve ağırbaşlılık karşılığında verir.” (Ebû Davud, Edeb 10) anlayışı bulunmaktadır.
Bütün bunlardan Müslüman olmak demek inceliğin, zerafetin, nezaketin, ölçülü davranmanın; kalbi, zihni, bedeni inceliklerle sahip olmak demek olduğu anlaşılmaktadır. Sevgili Peygamberimiz de bu manada, “Mümin çok kınayan, çok lanet eden, hayâsız, pis ve çirkin konuşan kimse değildir” (Tirmizi, Birr, 48) buyurarak, nezaketsizliğin kötü söz ve hakaretin, mümine yakışan bir özellik olmadığını vurgulamış, böylece, başka hadislerinde “elinden ve dilinden diğer müslümanların salim olduğu” (Buhârî, Rikâk, 26) kimse diye tarif ettiği mümini daha belirgin şekilde tanıtmış olmaktadır. Bu vasıflara sahip müminde kendi dışında varlıklar olduğu ve onların da hakları olduğu, böylece yaratanından başlayarak kendisinin insanlarla, çevreyle, bütün âlemle irtibatında hassas ve dikkatli olma anlayışı gelişir. Sahip olduğu bu anlayış ona; atacağı her yanlış adımın başkasına değil, kendisine saygısızlık olacağı düşüncesini kazandırır. İşte imanla ulaşılan ve bütünleşen bu hal nezakettir. Başkasını dikkate almanın, önemsemenin, insanın kendini önemsemesinden, saygı duymasından kaynaklanan haldir nezaket. İnsanların birbirlerine karşı terbiyeli¸ hoşgörülü¸ yumuşak¸ hâlden anlar davranması¸ onların şahsiyetlerine hürmet etmesi demektir nezaket. Nezaket; bir teşekkürdür, varoluşsal bir değer, derin bir şükür etme makamı ve var olmanın şükrüdür. Öyleyse;
Bir rüya görelim, gelin; önce yumalım gözlerimizi, uyuyalım, uyuyalım, ruhumuzdaki bütün kinler, nefretler, düşmanlıklar arınıp gidesiye kadar uyuyalım ve aniden bir nezaket ülkesinde açalım gözlerimizi. Nazik beyefendiler ve nazenin hanımefendiler arasına karışalım. Bir nesil kadar yaşayalım orada, yalnızca bir nesil kadar… Sonra acı gerçeklerin mutlu düşlere, paslı demirlerin parlak gümüşlere döndüğünü görelim. Yavuz bakışların tatlı gülüşlere durduğunu yaşayalım; Yunusleyin sevelim, sevilelim. Çünkü nazik beyefendiler ve nazenin hanımefendiler elinde yetişen bir nesilde yolsuzluklar, çeteler, ahlaksızlıklar, rüşvetler ve kanunsuzluklar olmayacaktır. O altın nesil olacaktır; pırlanta nesil olacak… Düşünsenize, böyle bir nesil işlerini aksatabilir, yahut sorumluluklarını terk edebilir mi? Nezaket çağında siyasetçiler yoldan sapar, memurlar haddi unutabilir mi? Herkes kendi işini en güzel şekilde yapınca o ülkede mucizeler yüz göstermez, maslahat düzelmez, ilerleme hız kazanmaz mı? Materyalist dünyanın akılla geldiği noktada baş gösteren bütün olumsuzluklar o nezaketin ayakları altında kor değmiş karlar gibi eriyip gitmez mi?!.. Nezaket bir insaniyettir. O hâlde biraz daha nezaket, biraz daha. (İskender Pala, Kırk Güzeller Çeşmesi)
Allah cümlemizi bu vasıflara sahip kimselerden eylesin. (Amin)
Prof.Dr. Ahmet Yıldırım