( 60- 70 ve 80’li yıllar )
Çaykaralı yıl 12 ay çalışır. Tarla demez, çayır demez, ahır demez hepsini çeker çevirir. Çaykara’nın köylerinde yaşayanlar yıl 12 ay üretirler ama pazar değeri olan ürünleri çok olmaz. Mısır satmazlar, ürettikleri mısır zaten kendilerinin ihtiyacını ya zar-zor karşılar ya da karşılamaz. Seksenli yıllara kadar fındık üretimi de yok denecek kadar yapılırdı. Örneğin benim köyüm, Şahinkaya köyünde dört hane 100-200-300 bilemedin çok olduğu yıl 250- 500 kilo kadar fındık satardı. Tüm köyler de de fındık üretimi benzer durumdaydı. Yok denecek kadar azdı. Dağ köylerinde hiç yoktu.
Çaykara köylüsünün sattığı bir kaç kalem ürün vardı: Tereyağı, peynir (kurç ve minzi şeklinde) kabak çekirdeği, buzağı derisi ve midesi-bağırsağı, biraz fasulye-barbunya satılırdı o kadar. Özellikle kış aylarında salı günleri, ürününü alan köylü pazara iner ürünü satabilirse satar ve elde ettiği para ile gaz, tuz, çay , şeker, içyağı, çiçek yağı, helva, ekmek, hamsi gibi haftalık ihtiyaçlarını satın alırdı. Çaykaralı için zor bir alışverişti bu. Satmak zor, satın almak daha zordu. Satarken kaça alırsın, alırken de kaça verirsin kıskacında alış veriş yapmak zorundaydı herkes.
Salı günü pazar erken başlardı. O zamanlardaki adı mal pazarı, Solaklı deresinin kıyısında olan arazi de kurulurdu. Büyükbaş ve küçükbaş hayvanların, köylünün getirdiği ürünlerin, ot, odun alım satımının, dışardan gelen meyve sebzenin , sergicilerin, çerçicilerin… hepsinin pazarı orasıydı. Pazarın en renkli kişileri ise halkın “cambaz” diye isimlendirdiği, seyyar “al-satçı”lardı. Bu adamlar; Sabah namazıyla pazara inerler, bir terazi ve birkaç boş çuvalla tezgahlarını kurarlardı. Sayıları çok değildi. Beş , sekiz bilemedin 10 kişiydiler. En yoğun ürün gelen aylarda bile (ocak, şubat, mart) yanlarına aldıkları yardımcılarla on beş kişi kadar olurlardı ancak. Pazarın, hatta Çaykara’nın girişlerini tutarlar gelenlerin ellerindeki, sepetlerindeki ürünü kapmak için yarışırlardı.
Ürün piyasası her salı günü farklı fiyatlarla açılır, fiyatları, “Cambaz” denilen al-satçı adamlar kendi aralarında belirler ve sözlü olarak ahitleşirlerdi. Tereyağı ve fasulye fiyatları yıl boyu pek değişmez ama özellikle peynir, çekirdek ve buzağı derisi fiyatlarında istikrar olmazdı. Pazarlık da pek adetten değildi. Al-satçı bir fiyat söyler ve sürekli o fiyatı seslendirerek ürün toplardı. Örneğin peynir üç, minzi iki Lira. Deriler 12 Liraaaa…. gibi. Fiyatlar çok düşük olunca herkesin morali bozulsa da getirdiği ürünü söylene söylene satmak zorundaydı. Çoğunluk da malını ucuz-pahalı satardı. Satmak istemeyen özellikle kadınlar, alır evine geri götürürlerdi. Erkekler ise kızar, bağırır çağırır, protestosunu göstermek içinde peynir ve ya çekirdek torbalarını köprünün üzerinden dereye dökerlerdi. Çok agresif olanlar küfreder, torba ile dereye savururlardı. Derilerin bile dereye atıldığı olurdu. Al-satçılar derinin fiyatını düşürmek için; -deride çok kesik var, iyi soyulmamış, içinde midesi yok… gibi bin bir bahane uydurur, çok az para verirlerdi.
Al-sat pazarı öğlene kadar süren bir pazar olurdu. Yağ, peynir, deri, çekirdek, fasulye alımı yapanlar topladıkları ürünleri aynı gün önceden bağlantı kurdukları Rizeli, Oflu tüccarlara devreder, kârı cebe indirir, biraz yorgun. çoğunlukla mutlu ve huzur içinde evlerine dönerlerdi.
Halk onlara cambaz derdi. Ama öyle cambazlık yapar bir halleri de yoktu. Bu işi haftada bir gün yaparlar öyle sanıldığı gibi dünyaları da kazanmazlardı. Terazide hile yapmayan, esnafı ya da tüccarı dolandırmayan hepsi de güleryüzlü, atik, çalışkan insanlardı.
Onlara kimi yağcı-peynirci, kimi seyyar alıcı, kimi mal alan satan adamlar derdi. Ben çok düşündüm onlara söylenen çok şey hatırlamama rağmen ne diyeceğime karar veremedim. İsimlerini al-satçı olarak yazdım.
Kusursa affola…
ELİNİZE SAĞLIK , AYNEN ÖYLEYDİ.